Rusya toprakları, yüzyıllardır İslam dünyasının kuzey sınırını oluşturur. Volga boylarından Kafkasya’ya, Sibirya’dan Orta Asya’ya uzanan geniş coğrafyada milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. Bu topluluklar, etnik olarak birbirinden farklı — Tatar, Başkurt, Çeçen, İnguş, Dağıstanlı, Karaçay-Balkar, Nogay ve diğerleri — olsalar da ortak bir tarihsel deneyimi paylaşırlar: Rusya ile yaşamak zorunda kalmış Müslüman halklar. Bu halklar, bir yandan kimliklerini koruma mücadelesi verirken, diğer yandan devletin merkezi yapısı içinde var olmanın yollarını aramışlardır.
Bu yazı, Rusya’daki Müslüman toplulukların tarihsel kimlik sürekliliğini, Sovyet dönemiyle birlikte yaşanan kırılmaları ve günümüzde ortaya çıkan yeni dönüşümleri incelemektedir.
İmparatorluk Dönemi: İslam’ın Denetim Altına Alınması ve Modernleşme Arayışı
18. ve 19. yüzyıllarda Rus İmparatorluğu’nun genişlemesiyle birlikte Müslüman topluluklar, merkeze giderek daha fazla bağımlı hale geldi. Çarlık yönetimi, İslam’ı doğrudan bastırmaktan ziyade kontrol altına alma stratejisi izledi. Bu stratejinin en sembolik adımı, 1788’de Orenburg Müslüman Ruhani Meclisi’nin kurulmasıydı. Devlet, böylece dini kurumları bürokratik yapısına dahil etti; İslam’ı resmen tanırken aynı zamanda onu denetim altına aldı.
Bu dönemde özellikle Tatar toplumunda güçlü bir entelektüel hareketlilik yaşandı. Kazan merkezli Tatar aydınları arasında yükselen cedidcilik (usûl-i cedid) akımı hem dini reformu hem de toplumsal modernleşmeyi hedefliyordu. Cedidçiler, İslam’ın akılcı yorumunu savunarak geleneksel eğitim biçimlerini eleştirdiler; yeni okullar kurarak Arap harfli modern basını geliştirdiler. Onlar için modernlik, kimliğin inkarı değil İslami değerlerle uyumlu bir ilerleme anlayışıydı. Ancak bu entelektüel hareket aynı zamanda bir uyum stratejisini de temsil ediyordu: Müslüman topluluklar, Rus modernleşmesinin bir parçası haline gelirken kendi dinsel ve kültürel kimliklerini tamamen kaybetmemeye çalıştılar.
İmparatorluk yönetimi açısından İslam hem potansiyel bir tehdit hem de yerel düzenin bir unsuru olarak görülüyordu. Bu nedenle Rusya, Müslüman toplumları bastırmak yerine onları “evcilleştirme” yoluna gitti. Kazan, Orenburg, Ufa gibi merkezlerde Müslüman din adamlarına maaş verilmesi, imamların devlet onayıyla atanması gibi uygulamalar, bu politikanın bir parçasıydı. Fakat bu durum, İslam’ın toplumsal hayattaki etkisini ortadan kaldırmadı aksine Müslüman kimlik, resmiyet ile halk dindarlığı arasında ikili bir yapıya dönüştü.
Bu süreçte Müslüman toplulukların kimliği, dini bağlılığın yanı sıra kültürel dayanışma ve ekonomik ilişkilerle de şekillendi. Özellikle Tatar tüccarları, İslam dünyasının farklı bölgeleriyle ticari bağlar kurarak hem maddi refah hem de kültürel etkileşim sağladılar. Bu ağlar, Rusya Müslümanlarının Osmanlı İmparatorluğu ve Orta Asya’daki ulema çevreleriyle entelektüel temaslarını da sürdürmelerine imkan tanıdı. Böylece 19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde Rusya’daki Müslümanlar hem imparatorluk sistemine eklemlenmiş hem de kendi iç dayanıklılığını koruyan bir kimlik formu geliştirmişti.
Sovyet Dönemi: Ateizm, Dil Politikaları ve Gizli Dindarlık
1917 Ekim Devrimi, Müslüman topluluklar açısından hem umut hem de yıkım getirdi. Lenin yönetimi, ilk yıllarda ulusların kendi kaderini tayin hakkını ve din özgürlüğünü tanıdı. Bu dönemde kısa bir süre için İslami kurumların yeniden örgütlenmesine izin verildi. Ancak bu özgürlük uzun sürmedi. 1920’lerin sonlarından itibaren Stalin dönemiyle birlikte devletin din karşıtı politikaları sertleşti; camiler kapatıldı, vakıflar dağıtıldı, din adamları sürgün edildi veya idam edildi. Dini eğitim yasaklandı, çocuklara ateizm zorunlu olarak öğretildi.
Sovyet yönetimi açısından din, “eski düzenin kalıntısı” olarak görülüyordu. Ateizm yalnızca ideolojik bir tercih değil, aynı zamanda toplumu dönüştürmenin bir aracıydı. Bu dönemde Müslüman kimlik, kamusal alandan özel alana çekilmek zorunda kaldı. Dini ritüeller aile içinde, kırsal bölgelerde veya gizli topluluklar halinde yaşatıldı. Halk arasında bayramlar, düğünler ve cenazeler gibi kültürel pratikler, dini kimliğin taşınmasında önemli rol oynadı.
Dil ve eğitim politikaları da Müslüman toplulukların kimliğini derinden etkiledi. Rusça, kamusal hayatın ve eğitimin zorunlu dili haline getirildi. Tatar, Başkurt ve diğer yerel diller, sınırlı ölçüde kullanılabildi. Bu durum, dini metinlerin ve geleneksel bilgi aktarımının zayıflamasına yol açtı. Ancak buna rağmen, özellikle Tataristan ve Orta Asya bölgelerinde “sessiz direniş” biçimleri gelişti. Halk, dini bilgiyi sözlü gelenek yoluyla aktarmaya devam etti.
Sovyet döneminde Müslüman kimlik bütünüyle ortadan kalkmadı, fakat derin bir dönüşüm geçirdi. Devlet kontrolündeki “resmi İslam” kurumları (örneğin Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Ruhani İdaresi gibi) dinin sadece şeklen yaşatılmasına izin veriyordu. Buna karşılık halkın büyük kısmı, dinini özel alanlarda gizlice yaşamayı sürdürdü. Bu durum, Sovyet sonrası dönemde yaşanacak olan dini canlanmanın temelini oluşturdu.
1980’lerin sonunda Gorbaçov’un “glasnost” ve “perestroyka” politikalarıyla birlikte, bastırılmış kimlikler yeniden kamusal alana çıkmaya başladı. Müslüman topluluklar için bu, tarihsel bir hafızanın yeniden canlanması anlamına geliyordu. Camiler yeniden açıldı, dini yayınlar basıldı, Arap alfabesi ve İslam tarihi üzerine çalışmalar başladı. Bu uyanış, Sovyet sonrasında İslam’ın Rusya’daki sosyal ve kültürel varlığını yeniden tanımlayacak zemini hazırladı.
Post-Sovyet Dönem: Yeniden Canlanış, Çeşitlilik ve Devletle Yeni İlişkiler
1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması, Müslüman topluluklar açısından yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bu dönem, dini ve kültürel kimliğin yeniden inşasıyla karakterize edildi. Tataristan, Dağıstan ve Çeçenistan gibi bölgelerde camiler hızla çoğaldı, medreseler ve İslami yayınevleri kuruldu. 1989’da Rusya genelinde sadece 300 civarında cami varken, 2000’lerin ortasına gelindiğinde bu sayı 5000’i aştı. Bu artış hem dini özgürleşmeyi hem de kimlik bilincinin yeniden güçlenmesini simgeliyordu.
Ancak bu süreç her bölgede aynı şekilde gelişmedi. Tataristan, İslam’ı modernleşme ve kültürel özerklikle uyumlu biçimde yorumladı. Kazan’daki din adamları ve aydınlar, “geleneksel İslam” vurgusuyla devletle iş birliği içinde bir denge politikası izlediler. Bu yaklaşım, Tatar kimliğini hem Rusya Federasyonu içinde korumaya hem de uluslararası alanda “ılımlı İslam” modeli olarak sunmaya yardımcı oldu.
Kuzey Kafkasya’da ise durum çok daha karmaşık bir biçim aldı. Çeçenistan, 1990’ların savaşlarıyla birlikte hem siyasi hem de dini kimliğini yeniden tanımladı. Savaş sonrası Kadirov yönetimi, dinin devlet kontrolünde yeniden inşa edilmesini sağladı. İslam, burada hem meşruiyetin hem de toplumsal düzenin bir unsuru haline geldi. Ancak bu model, devletin dini alan üzerindeki hakimiyetini pekiştirirken toplumsal dindarlığın çeşitliliğini sınırlandırdı. Dağıstan, İnguşetya ve Kabardey-Balkar gibi bölgelerde ise tarikat geleneği ve cemaat yapısı sayesinde daha yerel ve halk temelli bir İslam anlayışı varlığını korudu.
Bu dönemde küreselleşme ve dijital iletişim, Rusya Müslümanlarının kimlik algısını derinden etkiledi. İnternet ve sosyal medya, dini bilginin yayılmasında yeni bir alan açtı. Genç kuşaklar, artık dini bilgiye yalnızca yerel müftülüklerden değil, Türkiye, Orta Doğu veya Avrupa’daki dini çevrelerden de erişebiliyor. Bu durum, geleneksel otoritelerin etkisini azalttı ve bireysel, sorgulayıcı bir dindarlığın doğmasına yol açtı. Aynı zamanda diaspora ilişkileri de güçlendi; Rusya’daki Müslüman öğrenciler ve işçiler, dış dünyayla çok daha yoğun bir etkileşim içine girdi.
Öte yandan Rusya devleti, bu dönüşümü dikkatle izlemekte ve dini alanı “ulusal güvenlik” perspektifiyle yönetmektedir. Kremlin, “geleneksel İslam” kavramını kullanarak, radikal eğilimleri bastırmak ve devlete sadık bir dini temsil inşa etmek istemektedir. Bu politika, bir yandan toplumsal istikrarı koruma amacını taşırken, diğer yandan dini çoğulculuğu sınırlamaktadır.
Günümüzde Rusya’daki Müslüman topluluklar hem devletin iç politikaları hem de küresel İslam dünyasındaki gelişmelerin etkisi altındadır. Ukrayna savaşı sonrası oluşan jeopolitik ortam, Müslüman kimliğin yeni sınavlarını da beraberinde getirmiştir. Bir yanda devletin merkezileşme eğilimi artarken, diğer yanda Müslüman bölgelerde kültürel özerklik talepleri daha temkinli bir şekilde dile getirilmektedir.
Bu tabloya rağmen, Rusya’daki Müslüman toplulukların varlığı ve kimliği güçlü bir tarihsel hafızaya dayanmaktadır. Bu hafıza, İmparatorluk’tan Sovyetler’e, oradan günümüze uzanan üç yüzyıllık bir direniş, uyum ve yeniden doğuş hikayesidir.
Sonuç
Rusya Müslümanlarının tarihine bakıldığında üç temel dinamik öne çıkmaktadır.
Birincisi sürekliliktir: Çarlık, Sovyet ve post-Sovyet dönemlerinde kimliğin tamamen kaybolmaması, derin tarihsel bir dayanıklılığa işaret eder.
İkincisi uyarlamadır: Müslüman topluluklar, baskı dönemlerinde bile dini kimliği yeniden tanımlayarak varlığını sürdürmüştür.
Üçüncüsü ise sessiz direniştir: Bu topluluklar, kültürel ve manevi bağımsızlıklarını koruma yönünde sürekli bir direnç hattı geliştirmiştir.
Bugün Rusya Müslümanları hem yerel geleneklerine hem de küresel İslam dünyasına bağlı çift yönlü bir kimlik taşımaktadır. Bu kimlik, baskı ve fırsat arasındaki gerilim içinde sürekli yeniden şekillenmektedir. Eğer Rusya gelecekte çok kültürlü yapısını barışçıl biçimde sürdürebilmek istiyorsa, Müslüman toplulukların bu tarihsel deneyimini bir tehdit değil, toplumsal uyumun kaynağı olarak görmesi gerekecektir.
Kaynakça
1) Yarlıkapov, A. ve Adiyev, A. (2021). İslam na Severnom Kavkaze: Reislamizatsiya, Mozaizatsiya, Problema Traditsionnosti (Kuzey Kafkasya’da İslam: Yeniden İslamlaşma, Parçalanma ve Geleneksellik Sorunu).
2) Crews, RD. (2006). For Prophet and Tsar: Islam and Empire in Russia and Central Asia. Harvard University Press.
3) Rorlich, A. (1986). The Volga Tatars: A Profile in National Resilience. Hoover Institution Press Publication.
4) Malashenko, A. (2007). İslam v Rossii (Rusya’da İslam). Aspekt Press Yayınları.
5) Tuna, M. (2023). Rusya İmparatorluğu’nun Müslümanları: İslam, İmparatorluk ve Avrupa Modernitesi (1788-1914). İstanbul: Küre Yayınları.































