Bir Amerikan üniversitesinin kampüsünde ana yoldan aşağı doğru yürürken öğrenci stantlarının yolun her iki tarafında dağıldığı görülebilir. Öğrenci gruplarının kah bir etkinliğe davet eden kah siyasi bir meseleye katılıma çağıran stantlarıdır bunlar. Bu stantlar arasında yürüyen Amerikalı Müslüman bir öğrenci bir tarafta kendisine hoşgörüyle yaklaşan solcu öğrencilerin söz gelimi “trans çocuklara” destek olmaya çağıran standını, onun hemen karşısında da buna karşı duran ama kendisinin Müslüman kimliğine de şüpheyle bakan beyaz muhafazakar öğrencileri görebilir. Bu noktada söz konusu Müslüman öğrencinin yaşayabileceği ikilem ve karmaşa, aslında anlık bireysel bir tecrübenin ötesinde Amerikalı Müslümanları bir kimlik grubu olarak da ilgilendiren bir siyasal anlama sahip.
Tabii ki öğrenci burada herhangi bir gruba dahil olmak zorunda değildir. Yine bu öğrenci muhafazakar veya dindar olmak zorunda da değildir. Tüm bunlar bireysel düzlemde değişkenlik gösterebilecek hususlar. Ancak geldiğimiz noktada Amerikalı Müslümanların bir topluluk olarak siyasal ve toplumsal varlığı ve karşılaştıkları dilemmalar bireysel tercihlerin de ötesinde kolektif olarak ele alınması gereken bir olgu. Çünkü Amerika’da Müslümanlar kamusal alana çıktıklarında bu kimliklerini ön plana çıkarıp çıkarmamalarından bağımsız şekilde diğerlerinin gözünde ister istemez “bir Müslüman” olarak çıkmış oluyorlar. Bu nedenle söyleyip ettikleri de bir grubu temsil hüviyeti taşıyor.
Bunun en son örneği New York belediye başkanlığı seçimlerini kazanan Zohran Mamdani örneğinde görülebilir. Mamdani’nin yaşam tarzı ve dinin kişisel hayatındaki konumundan bağımsız şekilde Müslüman olması kampanya sürecinde rakipleri için de destekçileri için de hep özel önem teşkil etti. Yine kendisinin kampanyası ve seçim zaferi Amerika’daki Müslümanların siyasal temsili ve görünürlüğünün geleceği açısından önemli tartışmaları beraberinde getiriyor. Benzeri durum, başta Temsilciler Meclisi üyeleri olan Ilhan Omar ve Rashida Tlaib olmak üzere tüm Amerikalı Müslüman siyasetçiler için de geçerli.
Bir Toplumsal Grup Olarak Amerikalı Müslümanlar
Amerika’da Müslümanların siyasal temsil ve katılımına ilişkin tartışmalara geçmeden önce birkaç hususu belirtmekte fayda var. Öncelikle Amerika’da Müslümanlara monolitik ve homojen bir kitle olarak bakmamak lazım. Örneğin Arap-Müslümanlarla, Güney Asyalı-Müslümanlar veya Afrikalı Müslümanlarla İranlı-Müslümanlar arasında çeşitli farklar olduğunu söylemek gerekiyor. Dahası, örnek vermek gerekirse Arap Müslümanlar arasında Mağriplilerle Levant bölgesinden gelenler bile farklı özellikler gösterebilir. Yine bu grupların birinci, ikinci ve üçüncü jenerasyon üyeleri arasında da farklar bulunabilir. Diğer taraftan Amerika’daki bütün Müslümanlar dindar ve muhafazakar bir yaşam biçimine de sahip değil. Bu sadece bireysel düzlemde değil alt grup düzleminde de geçerli. Özellikle seküler İran diasporası bu hususta bilinen bir örnektir.
Kuşkusuz bütün bu örnekler çoğaltılabilir. Fakat bir grubu adeta atomize edip alt kategorilere ayırmak da bir noktadan sonra sağlıklı analiz yapmayı zorlaştıracaktır. Bu noktada, söz konusu farkları akılda tutarak, Müslüman Amerikalı diye ortak bir üst kimliğin mümkün olduğunu söylemek lazım. Bu siyaset bilimi ve sosyoloji metodolojisinin yanı sıra zaten İslam dinin de elverdiği bir şey. Diğer taraftan Müslümanların nüfusu düşünüldüğünde, İslam dini Amerika’da bir “azınlık dini” olduğu için Müslümanlık ister seküler ister dindar olsun kişinin kimliğinin bir parçası haline geliyor.
11 Eylül Sonrası Dönemde Amerikalı Müslümanların Siyasal ve Toplumsal Durumu
Amerika’daki Müslümanların siyasi ve toplumsal rollerine ilişkin önemli dönüm noktalarından birini 11 Eylül saldırıları oluşturuyor. Bu anlamda 11 Eylül, Amerikalı Müslümanlar açısından büyük bir darbe oldu. Dinamizmi ve çeşitliliği oldukça yüksek olan bir sosyal grubun kolektif özgüveni saldırıları takip eden süreçte büyük zarar gördü. Amerikan pop-kültüründe Müslümanlar, “sakallı ve bir yerleri patlatan insanlar” olarak resmedildi. Azımsanmayacak sayıdaki beyaz Amerikalının kafasında Müslüman imajı bu şekilde yerleşti. Bu da Müslüman kimliğinin toplumsal ve siyasal alandaki temsilini güçleştirdi. Bu durum son yıllarda yeni yeni aşılıyor. Artık Müslümanlar yerel ve ulusal düzeyde siyasi pozisyonlara Müslüman kimliklerini de açıkça ifade ederek aday olabiliyorlar.
Dolayısıyla “Amerika’da bir Müslüman kamusal pozisyonlara aday olabilir mi?” sorusuna günümüzde kolaylıkla evet cevabı verebiliriz. Ama asıl soru şu: Değerlerinden ne kadar feragat ederek? Bu durum, Amerika’nın hararetli kimlik tartışmalarının içinde Amerikalı Müslümanların bir grup olarak her geçen gün daha fazla tecrübe ettikleri bir soru. Bunun Amerikalı Müslümanların ideolojik yönelimi ve parti tercihleri bağlamında siyasal davranışlarını etkileyen sonuçları olduğu da söylemek lazım.
İdeoloji ve Partizanlık: Demokrat Parti Seçmeni Olarak Müslümanlar
Siyasal davranış konusunda seçmenlerin ideolojik tutumları ve parti tercihleri arasında fark olabilir. Örneğin Amerika’da siyahi nüfus ideolojik spektrumda muhafazakar-sağ ve liberal-sol olarak kabaca yarı yarıya dengeli olarak dağılmıştır. Ancak partizan destek anlamında siyahilerde Demokrat Parti’ye destek oldukça yüksektir. Tarihsel olarak sağcı-beyaz kesimlerden gördükleri ırkçılık bu durumun en büyük sebebi olarak kabul edilebilir. Siyahilerin meselelerine bu anlamda Demokrat Parti sahip çıkagelmiştir.
Benzeri bir durumun son yıllarda Müslümanlar arasında da olabileceğine ilişkin çalışmalardan bahsedilebilir. Muhafazakar değerleri benimseyen ancak bunu doğal olarak İslami referanslarla yapan Amerikalı Müslümanlar henüz Cumhuriyetçi Parti’ye kitlesel olarak yönelmiş değil. Demokrat Parti’de yer ve söz bulabilmek mevcut durumda daha kolay. Özellikle 11 Eylül sonrası dönemde onları “terörist” olarak gören sağ-muhafazakar kesime karşı Müslümanların Demokrat Parti’yi desteklemeleri şaşırtıcı değil. Ancak bu durum artık değişmeye başlıyor. Müslümanlar artık Demokrat Parti ile kendilerini daha az özdeşleştiriyorlar. Ne var ki 7 Ekim sonrası dönemde Joe Biden ve Kamala Harris’in İsrail’i durdurma noktasında yeterince cesur davranmaması birçok Müslümanı Demokratlara oy vermemeye itti. Fakat bu durum konjonktürel bir tepki olarak okunmaktan ziyade 7 Ekim bağlamının da ötesinde kökleri olan bir sosyal mesele aslında.
Gelinen noktada Demokrat Parti’de güçlenen “progressive sol” veya “woke culture” gibi etiketlerle tasvir edilen damarın “kimlik siyaseti” altında güttüğü siyaset Müslümanları da Demokrat Parti’ye destek noktasında yeniden sorgulamalara itiyor. Özellikle aile, cinsellik ve cinsiyet gibi konularda Amerikan solunun “özgürleşme” adı altında geldiği nokta Amerikan Müslümanları için de çelişkiler ve tutarsızlıklar taşıyor. Bu durumun etkileri yeni nesillerde daha fazla görülebiliyor. Müslüman ailelerin çocukları da artık üniversitelerde, medyada, iş dünyasının üst basamaklarında yer almaya başlıyorlar. Buralardaki hakim liberal-sol kültür nedeniyle ister istemez sosyalizasyonun da etkisiyle bu değerleri benimsemeye daha yatkın hale gelebiliyorlar.
Burada altı çizilen noktanın Amerikalı Müslüman bireyin kendi iç sorgulamaları veya özel dünyasındaki fikirlerinden ziyade kamusal alandaki temsil ve görünürlüğü olduğunu söylemek lazım. Amerikalı Müslümanlar, 11 Eylül sonrası atmosferin de dağılmasıyla daha görünüyor olmaya başladıklarından Amerikan toplumunun tartışmalı kimlik meseleleriyle daha fazla yüzleşmeye başlıyorlar.
Örneğin bir Amerikalı Müslüman kendi özel hayatında translara karşı olabilir. Ancak bir Amerikalı Müslüman kamusal bir pozisyona aday olduğu zaman bu konu hakkında pozisyon almak zorunda kalacaktır. Büyük olasılıkla Demokrat Parti’den yarışacağı için anti-Lgbt bir söylem belirlediği takdirde bu kesimler tarafından “iyi bir müttefik” olarak görülmeyecek ve kendi partisinde eleştiri ve dışlanmaya maruz kalma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Şu ana kadar gerçekleşen vakalar bize gösteriyor ki Amerikalı Müslüman siyasetçiler bu gibi kimlik meselelerinde Amerikan solundaki söylemle uyumlu hareket ediyorlar. Bu noktada Müslümanlık, Amerikan siyasetinde marjinalleşmiş kimliklerden bir kimlik olmaya mahkum oluyor.
Müslümanların Amerika’da tecrübe ettiği süreç, Amerika’da Hispanik seçmenlerde de görülüyor. Göçmen kökenli olan birinci ve ikinci jenerasyon Hispanik seçmenler de yine onlara karşı ön yargılı ve ırkçı olan Amerikan muhafazakar-sağına karşı Demokratları desteklerdi. Ancak Demokrat Parti’deki “progressive” olarak adlandırılan aşırı sol kesimler, çoğunluğu Katolik olan Hispanikleri de uzaklaştırdı. Çünkü kimlik siyaseti adı altında savunulan şeylerin Katolik inancıyla da ters düştüğü noktalar var. Gelinen noktada Evanjelik Protestanların partisi olarak betimlenen Cumhuriyetçi Parti artık Katolikler için de önemli bir adres.
Elbette Hristiyanlık ortak noktasından hareketle Katoliklerin Cumhuriyetçi Parti’de yer bulabilmesi daha kolay oldu. Bu durum Müslümanlar için pek kolay değil. Bu anlamda son yıllarda Amerika’da “beyaz kimlik siyaseti” bağlamında güçlenen Hristiyan milliyetçisi damar şu an için Cumhuriyetçi Parti’ye destek noktasında Müslümanları caydıran önemli bir faktör.
Sonuç olarak Amerikalı Müslümanlar aslında toplumsal ve siyasal hayatta ciddi ikilemlerle karşı karşıya kalıyorlar. Bir tarafta onları bir kaşık suda boğacak kadar dışlayıcı muhafazakar-sağ siyaset diğer tarafta onları benimsiyormuş gibi görünse de özünde değerlerini asimile eden ve büyük tavizler isteyen liberal-sol çizgi bulunuyor. Günümüzde özellikle yeni nesil Amerikalı Müslümanların toplum ve siyasi alanda var olma mücadelesi verirken içinde hapsoldukları kıskaç bu şekilde özetlenebilir.
Bu anlamda Müslümanlar artık Demokrat Parti’nin “garanti seçmeni” olarak görülmenin ötesine geçmeli. Çünkü bu süreç, mevcut haliyle Amerika’daki Müslümanların “progressive” sol siyasete adapte olup dönüşerek bir tür eklektik “Amerikan İslamı” ortaya çıkarabilir. Fakat uzun ve zorlu olsa da alternatif bir yol ihtimalinin olduğunu da söylemek lazım: Müslümanlar kendi değerlerini koruyup özgürce ifade edebilmelerine izin verecek şekilde kültür, finans, akademi ve medya gibi alanlarda sermaye ve güç elde ederek Amerikan muhafazakarlığı ve liberalizmiyle aynı anda temas kurabilecekleri daha esnek bir pozisyon elde edebilirler. Bu durumda Amerikan siyasetinde her iki kanadın da aşırı uçları arasında sıkışmaktan kurtulmuş olacaklardır.
Kaynakça
1. Muslim Americans share political attitudes with both the Democratic and Republican parties. (2025,21 July). Pew Research Center.https://www.pewresearch.org/short-reads/2025/07/21/muslim-americans-share-political-attitudes-with-both-the-democratic-and-republican-parties/





































