Akademide Müslüman Kadın Olmak
İnsanların kendilerini ne olarak tanımladıklarına göre hayatlarında neyi nereye koydukları da bir nebze ortaya çıkıyor olsa gerektir. Örneğin ben her şeyden önce kendimi bir insan olarak tanımlıyorum, yaratıcı öyle yarattığı için. Müslüman bir fıtratla yarattığı ve devamında da o fıtratı korumamızı arzu ettiği için ikinci temel kimliğim olarak da bunu görüyorum. Sonraki sırada ise cinsiyetim geliyor. Yaratıcının benim için hikmetle karar verdiği cinsiyetim… Dolayısıyla yukarıdan aşağıya doğru gidecek olursak, kendimi sırasıyla insan, ama Müslüman bir insan ve en nihayetinde Müslüman bir kadın olarak tanımlayabilirim. Bu yazıda bu son iki kimliğimle akademide ve özellikle İslam iktisadı alanında edindiğim tecrübeden hareketle bu alanlarda Müslüman kadın olarak var olmaktan bahsedeceğim.
Temel Problemler
Öncelikle, malum olunan sosyo-politik sebeplerle bu ülkede uzunca bir dönem Müslüman kadın kimliğiyle -özellikle buna ilişkin şeairler kişide mevcut ise- akademi sahnesinde boy göstermek çok imkân dahilinde olamadı. Bu durum genel itibariyle hem eğitim alan hem de eğitim verenler için geçerliydi. Genel anlamda Türkiye’de Müslüman kadın kimliğiyle rahat bir şekilde akademisyenlik yapılabilmesi henüz oldukça yeni bir olgudur denebilir. Yukarıdaki girizgahtan da anlaşılacağı üzere akademide kadın olmanın temel sıkıntılarından bir tanesi görünür bir Müslüman kimliğe sahip olmaktı. Bunun halihazırda her yerde aynı düzeyde düzelmiş olup olmadığına dair net bir bilgim yok. Fakat en azından kendi kişisel tecrübem açısından, şükür ki, mevcutta bu problemin aşılmış olduğunu söyleyebilirim.
Diğer iş kollarında da geçerli olduğunu düşündüğüm şekilde akademide de Müslüman kadın kimliğine sahip olmak, o kimliğe karşı duruş sergileyenler için sorun olabildiği gibi o kimlikle doğrudan bir sorunu olmayanlar için de problem teşkil edebiliyor. Tabii burada problemin mahiyeti değişiyor. Buradaki problemin temel odağı, genel itibariyle kadının çalışıp çalışmaması mevzusu oluyor. Yazı bununla ilgili olmadığı için burada bu mevzunun detayına girmeyeceğim. Bu noktada kadın olarak sizinle aynı akademik pozisyona başvurma ihtimali olan bütün erkek rakiplerinizden çok daha iyi olduğunuzu göstermeniz ayrıca bir ehemmiyet arz edebiliyor. Burada ilave bir parantez açarak, aynı pozisyon için yapılan başvurularda kendisinden daha iyi olduğu halde bir erkeğin yerine sırf kadın olduğu için bir kadının tercih edilmesini de tersini de uygun bulmuyorum. Tercih sebebinin cinsiyet değil, liyakat olması gerektiği görüşündeyim. Eğer işin özelliğinden ve/veya çalışma şartlarından, ortamından dolayı özellikle tercih edilen bir cinsiyet yoksa. Parantezden önceki mevzuya dönecek olursak, unutulmaması gereken önemli bir noktayı şöyle belirtmek isterim; bazen çeşitli sebeplerden kadınların tek başına ev geçindirip yakınlarına bakmaları gerekebilir ve bu durumda işe alımların zorlaştırılması ya da tümden önlenmesi ciddi problemlere yol açabilir. Özellikle böylesi durumların mevcudiyetinin olup olmadığının ayrıca incelenmesi, işe alanlar için önemli olmalı diye düşünüyorum.
Akademide Kadın Kimliği
Akademisyenliğe girişten sonra kadınlar, özellikle de Müslüman kimlikle iş yapan kadınlar ne gibi zorluklar yaşayabiliyor? Bu sorunun cevabı yine yukarıdaki iki paragrafla ilgili olacak. Çünkü ilk paragrafta bahsi geçen problemin devamı olarak Müslüman kadın kimliğinden dolayı mobbing gibi uygulamalar söz konusu olabiliyor. Akademik ortam bunu bir nebze daha üste çekiyor olabilir çünkü hem mobbingi yapanların kendilerini “daha eğitimli” sayması, hem de mobbinge uğrayanın eğitimli olsa bile buna maruz kaldığını düşünmesi durumu daha ağırlaştırmaktadır. İkinci paragraftaki problemle bağlantılı olarak kadın akademisyenlerin, özellikle görece gençseler, kendilerinden daha ileri yaşlı, “daha kıdemli” erkeklerin çoğunlukta olduğu sınıflara ya da gruplara ders, seminer vb. vermeleri -ki bu daha çok master ve doktora seviyesindekiler için geçerli oluyor- daha baştan altından kalkamayacakları bir vazife gibi görülebiliyor. Buradaki kişisel tecrübemden de hareketle şunu söyleyebilirim; genel davranış hususunda belli bir seviyeyi tutturduğunuz müddetçe bilgi seviyeniz ne kadar yüksekse ve bunu ne kadar yansıtabilirseniz bu ağır gibi görünen yükün altından kalkmanız da o kadar kolay oluyor. Neticede iyi niyet, samimiyet ve bilginin gün sonunda takdir edilmesi, ön yargılardan çok daha baskın bir unsur oluyor.
Bir önceki meseleyle bağlantılı olmak üzere ortaya çıkabilecek olan bir başka problem ise sürekli daha iyi ve bilgili olmaya olan odaklılığın dozunun fazla kaçırılıp hem kadın akademisyende hem de onunla irtibat halindeki kişilerde şöyle bir algıyı doğurması: en iyi ihtimalle cinsiyetsiz, en kötü ihtimalle erkeksi bir kadın figürü. Bunlardan cinsiyetsizleştirme farklı formlarda gerçekleşebiliyor. Örneğin, kültürün “abla, kardeş, büyük, anne” gibi terimlere yüklediği anlamlar üzerinden olduğu gibi. Böylece yaşı tam uygun olsun ya da olmasın kadın akademisyenin kolayca kadın olduğu unutulup herkesin ablası, büyüğü ya da anaç annesi formuna indirgenebiliyor. Bu indirgeme herkes ve her ortam için problemli olacak diye bir şey elbette söz konusu değil fakat genel itibariyle uygun olmadığı da pek çok durum olabiliyor. Bu uygunsuzluğun temel sebepleri de, kanaatimce, Allah’ın kadın fıtratına sunduğu özelliklerin gerektiği şekilde yansıtılamaması, değerlendirilememesi, anlaşılamaması ya da takdir edilememesi olmuş oluyor. İkinci sorun yani erkeksi bir kadın akademisyen profili ortaya çıkması durumu ise uç bir örnek olsa da Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak romanındaki gibi garabet haller doğurabiliyor.
Bu noktada bir başka uç olarak -tıpkı diğer iş kollarında olduğu gibi- kadınsılığın aşırı vurgulanması ihtimali de söz konusu edilebilir. Lakin özellikle Müslüman kimliğe sahip olmak isteyen bir kadın akademisyeni her şeyden önce din olgusu haklar, sınırlar ve yükümlülükler hususunda yönlendirmektedir ya da yönlendirmelidir diyebilirim.
Diğer iş kollarından daha ziyade olmak üzere -en azından ben böyle olduğunu düşünüyorum- kadınların özellikle akademide yaşadığını düşündüğüm bir zorluk da unvan ve konumdan dolayı doğrudan bir “üstünlük” açısından düşünülmesi. Cinsiyet bazlı ilişki dinamikleri göz önüne alındığında bunun problem edilebilmesi söz konusu oluyor. Her halükârda insanların birbirlerine karşı davranışlarının seyrini dünyalık, geçici unvan, makam-mevki, şöhret gibi unsurlar üzerinden kurması çok çeşitli sorunlar ortaya çıkarıyor.
Son olarak, bir sonraki bölümde bahsedeceğim üzere her ne kadar akademinin kadınların ev hayatıyla beraber yürütmesine oldukça uygun bir meslek kolu olduğunu düşünsem de çeşitli sebeplerle bu alanda yani akademi ve ev yaşantısını beraber götürme hususunda zorluk çeken kadınlar da mevcut olabilir. Bu noktada resmî anlamda sırasıyla bölüm, fakülte, üniversite ve yükseköğretim kurumunun kadınların doğum izni, okul içerisinde çocuklara kreş imkânı sunulması, ücretsiz izin imkanları, yarı zamanlı ya da esnek çalışma gibi hususlarda iyileştirmelere gitmesi -fakat diğer şartları kötüleştirmeden- gündeme getirilebilir.
Akademisyenliğin Kadın için Avantajları
Öncelikle şunu belirtmekte yarar görüyorum; ne erkek ne kadın için yapılacak işlerin sadece ve hatta temelde avantajlar üzerinden seçilmesini yani konuya dair pragmatik bir bakış açısını çok uygun görmüyorum. Esnek mesai saatleri, unvan gibi avantajlı durumlara odaklanıp pragmatik bir tercih yapmanın hem akademinin olası dezavantajlarını, zorluklarını göz ardı ettirdiğini, hem de temelde kişinin yetenek ve ilgisinden bağımsız bir işe yönelime yol açtığını düşünüyorum. Ki bu da neticede uygun iş-uygun çalışan denklemini bozduğu için etkinsizliği doğurmuş oluyor. Bu notu düşerek akademinin özellikle kadınlar için avantajlı noktalarına odaklanabilirim.
Avantajlardan bir tanesi kesinlikle esnek çalışma saatleri. Esnek çalışma mevzusu emek açısından son dönemlerde, özellikle Covid salgını sonrası dönemde daha sıkça gündeme getirilen bir olgu. Esnek çalışma imkânı, akademisyen kadınların ders programlarını kendilerine göre ayarlayabilmeleri açısından önem arz ediyor. Bu da aileyle daha çok vakit geçirebilme imkânı tanıyor. İlaveten, esnek mesai saatleri akademisyenliğe daha az stresli ve daha üretken olma imkânı sunuyor.
Akademisyenliğin bir kadın için bence en önemli avantajı, özellikle okuma-yazma, anlatma, araştırma yapma gibi etkinlikleri sevenler için biçilmiş bir kaftan oluşu. Akademisyenliğin, özel sektörün daha yırtıcı, çalkantılı, stresli, hareketli, değişken iş ortamlarından ziyade daha kendi hâlinde kalınabilen, daha stabil bir çalışma atmosferi sunduğunu düşünüyorum.
İslam İktisadı Alanında Kadın Akademisyen Olmak
İslam iktisadı alanında Malezya ve Endonezyalı kadın İslam iktisatçıları ya da alandaki lisansüstü öğrenciler oldukça fazla diyebilirim. Fakat mevzu Türkiye olunca durum değişiyor. Bunun çeşitli sebepleri var elbette; siyasi ve sosyal konjonktür dolayısıyla sadece kadınların değil fakat erkek akademisyenlerin dahi uzun süre çekimser kaldığı bir alan olması, kadın akademisyenlerle ilgili yazının başında zikrettiğim ilave siyasi konjonktür etkisi, alana dair lisansüstü eğitimin görece geç yaygınlaşıp geç mezun verilmesi, yeni neslin giderek akademisyenliği ağır bir iş olarak görmesi, alanda yetişen kız öğrencilerin çeşitli sebeplerle akademisyenliğe devam etmekte zorlanması gibi sebeplerden dolayı Türkiye genelinde ilgili alanda akademisyenlik yapan yani bir üniversite dahilinde ders verip akademik çalışmalar yürüten kadın sayısı neredeyse hiç yok.
Yazının başında düştüğüm notu bir kere daha düşüp temel amacın akademisyenliğe belirli cinsiyette insanları yığmak olmaması gerektiğini, dolayısıyla işe alımların liyakate dayanması gerektiğini düşünüyorum. Fakat özellikle İslam iktisadı alanındaki kadın akademisyen azlığı temelde lisans bölümlerindeki ağırlıklı kız öğrenci nüfusuna yeterince ulaşamama sorununa yol açabiliyor.
Zeyneb Hafsa Orhan
Doç. Dr. Zeyneb Hafsa Orhan İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'nde İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi'nde İslam İktisadı ve Finans Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görevini sürdürmektedir....