Kamerayı Vurmasınlar
Bu yazı, belgesel özeti sunmak niyetinde olan bir yazı olmanın yerine; Filistin halkının, parçalanmış ülkelerinde bambaşka hayatlar sürerken sahip oldukları ortak bir özellikle alakalı: direniş ahlakı. Filistin halkının birkaç nesildir içine doğduğu durum onları acı çekmeye ve buna karşı bir duruş geliştirmeye zorlamış. Bu yüzden hatırlatmakta fayda var: Filistinliler için kendilerini var etmenin tek yolu, doğdukları topraklarda ölmek. Dolayısıyla neredeyse bir asra yaklaşmış olan işgal karşısında pek çok hikâye var. Evet işgal karşısında hikâye. Görüyoruz ki İsrail, tankları tüfekleri ve bombalarıyla konuşurken Filistinliler hikâye anlatmış, destan yazmış. Bunun tanktan tüfekten daha etkili olduğundan bahsetmeyeceğim; çünkü gözlerini gaz bombası ve moloz kokusunun arasında açan çocuklar bunu bilmiyor. Hikâyelerini onların ağzından anlatan antropolog bir yönetmen Stefano Savona’nın filmi “Samouni Road” ve el kendi kamerasıylabölgesinde yaşananları kayda alan Emad Burnat’ın bir yönetmenletanışması neticesinde çektiklerini bir belgesel haline getirdiği “5 Broken Cameras” belgeselleri Gazze’de ve Batı Şeria’da yaşananlara odaklanıyor. İkisi de bambaşka insanlar tarafından çekilmiş. Ama çok benzer.
Bir direniş yolu olarak aile
Samouni Road, 2008-2009 kışında binlerce kişinin hayatını kaybettiği ve yaralandığı İsrail'in Dökme Kurşun Operasyonu’ndan etkilenen çifti bir aileye odaklanan 2018 yapımı belgesel. Gazze’nin sakin bir köyünde, 29 Filistinli çiftçinin ailesinin katledilmesi; İtalyan belgesel yapımcısı Stefano Savona tarafından insanı allak bullak eden bir biçimde anlatılıyor. Belgesel festival müdavimlerinin şiirselliği ile tanıdığı Simone Massi’nin animasyonlarıyla birleşiyor. Animasyon sekansları filmi çok katmanlı bir biçime getiriyor. Massi'nin basit, titrek çizgileri, köyü, hayatın 150 yıllık bir çınar ağacının etrafında geliştiği dönemdeki hâline geri getiriyor. Çevresindeki evlerde, sahip oldukları toprağa bağlı geniş, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir aile olan Ateya Samouni ve üç erkek kardeşi yaşıyor.
“İnsanı hayvanlardan ayıran, anlatabilme yeteneğidir.”
Samouni ailesi, malum operasyondan sonraki ilk şölenleri olacak bir düğüne hazırlanıyor. Filmin aldatıcı bir sessizlikle açılan ilk sahnesinde her savaşın kurbanları olan çocukları görüyoruz. Aynı zamanda da saflığın ve geleceğin bir simgesi olan çocukların hatıraları üzerinden izlemeye devam ediyoruz. Amal de o çocuklardan biri. Hâlâfiziksel ve zihinsel yaralarıyla mücadele eden “Nasıl hikaye anlatılacağını bilmiyorum.” diyen bir çocuk. Eskiden Hint İnciri dedikleri bir ağacın olduğu şimdi ise bomboş olan bir yerde öylece kameraya doğru, elinde çubukla toprağa bir şeyler çiziktirerek, kaybettiği babası ve kardeşinden bahsediyor.
Amal, annesinin anlattığına göre günlerce enkaz altında ölüme terk edilmiş ve hâlâkafasının içinde bir şarapnel parçasıyla yaşayan bir kız. İzleyici olarak karakterlere dair bu gibi ayrıntıları öğrenebileceğiniz en empatik şekilde öğreniyorsunuz. Hikâye, tüm aile bireylerinin abluka yüzünden her geçen gün kötüleşen gündelik hayatları üzerinden anlatılıyor. Ailenin günlük rutini akarken, animasyonlar sayesinde izleyicinin geçmişe giderek operasyonun detayları hakkında bilgilenme imkanı oluyor.
Bence bu belgeseli özel kılan şeylerden biri yönetmenin antropolog kimliği. İsrail’in çatışmalar sırasında ne kadar acımasız olduğunu, Filistinlilerin kültürlerini, merhametini ve direniş duygularını, ölüm yası tutmalarının bile ne kadar zor olduğunu, sivil halkın doğar doğmaz nasıl politize olduğunu izliyoruz. Ve tüm bu anlatı bir babanın çocuklarıyla kurduğu iletişim üzerinden aktarılıyor. Baba, Kur’an’dan hikâyeler anlatan harika bir hikâye anlatıcısı; insanları hayvanlardan ayıran şeyin bu olduğunu söylüyor ve film, hikâye anlatmanın tam olarak eski neslin ölümüyle kaybedilen şey olduğuna da dikkat çekiyor.
İsrail’in çatışmalar sırasında ne kadar acımasız olduğunu, Filistinlilerin kültürlerini, merhametini ve direniş duygularını, ölüm yası tutmalarının bile ne kadar zor olduğunu, sivil halkın doğar doğmaz nasıl politize olduğunu izliyoruz.
Yönetmenin dikkat çektiği şeylerden biri de Gazze’deki siyasi partilerin çatışmalar sonrasındaki bazı duruşları. Siyasi partiler cenazesi olan ailelere bizzat gelip, şehitlerini sahiplenmeyi teklif ediyorlar. Grev gibi çeşitli eylem ve gösterilerde, parti eylemlerinde bu şehitlerin adını geçirmek karşılığında ailelerine de cenazeleri için maddi destek sağlıyorlar. Bu da partilerin, şehitleri çıkar için kendilerine mal etmesi şeklinde aksettiriliyor. Çatışmalar sonucunda siyasi partilerin, cenazesi olan vatandaşlarına yardım etmek için karşılık olarak kendi üyesi olmayan birinin ismini kullanması belki de etik değil. Ancak belgeselde gördüğümüz törende partinin pankartında ismi yazılan şehit, gerçekten bu partinin üyesi veya sempatizanı da olabilir, bunu bilmiyoruz. Ayrıca Gazze’deki sivil ve siyasi direniş birbirinden ne kadar kopuk? Ve aklıma düşen bir diğer soru da “Bu gösterilmeseydi Cannes ödülü yine Savona’yı bulur muydu?” sorusu oldu. Bu duruma rağmen Samouni Road izlenmeye değer bir tanıklık.
5 Kırık Kamera filminde ise Samouni Road filminde sürekli zikredilen Hint İnciri ağacının kaderine benzer bir kaderi olan zeytin ağaçlarının yerlerinden sökülme aşamalarını izliyoruz. Ağaçlar, İsrail tarafından topraklarından edilmek istenen Filistinlileri temsil edercesine buldozerler tarafından, kökleriyle beraber sökülüyor. Bu anları kayıt altına alan ise film yönetmeni olma niyetinde olmayan Emad Burnat. Bir şeyleri sürekli kayda almak onun için bir dürtü. Herhangi bir etkinlik veya şölen olduğunda herkes onu arıyor. Batı Şeria’nın Bil bölgesinde yaşayan Filistinli Emad’ın 5 yıl boyunca farklı kameralarla kaydettiği görüntüleri İsrailli yönetmen Guy Davidi’ye ulaştırması ile 2012’de bu film meydana geliyor. Film adını, çatışmalar sırasında kırılan kameralardan alıyor.
Ağaçlar, İsrail tarafından topraklarından edilmek istenen Filistinlileri temsil edercesine buldozerler tarafından, kökleriyle beraber sökülüyor. Bu anları kayıt altına alan ise film yönetmeni olma niyetinde olmayan Emad Burnat. Bir şeyleri sürekli kayda almak onun için bir dürtü.
“5 Broken Cameras” beş sene boyunca Bil köyünde işgalin yayılışını, kameraman Emad’ın çocuklukları farklı geçen dört çocuğunun büyüme hikâyesi üzerinden aktarıyor. Her Filistinli’nin acılarla baş etmek için farklı yöntemleri var. Emad’ın yöntemi ise olanları kayda almak. Bir yerde kendisinin ifade ettiği üzere elinde ekamera varken sanki korunduğunu hissediyor. Bu anı, beni John Berger’in bir Bir Fotoğrafı Anlamak kitabına götürdü. “Izdırap anlarının fotoğraflarının” der Berger, “Dışına çıkıp kendi hayatımıza döndüğümüzde deklanşörün yarattığı kontrastın farkına varmayız. Izdırap görüntülerine duyulan ilgi, yetersizlik duygusuyla ilgilidir. Kendimizi yetersiz hissetmek istemediğimiz için sarsıcı gerçek karşısında gelip geçici öfke ve üzüntü duyarız. O an orada bulunup ölülerin elini tutanlar ise söz konusu anı ekranda göründüğü gibi görmez.” Kamerası kayıttayken Emad’ın kendini korunmuş hissetmesi, Berger’ın bahsettiği kameranın mesafe koyucu etkisinden olsa gerek diye düşündüm. Emad’da bunu bir yanılsama olarak adlandırıyor.
Bu filmde kurgunun sinemayı diğer sanat dallarından ayıran önemli bir araç olduğunu da görüyoruz. Film yapmak niyetinde olmayan Emad’ın tamamen kendi yöntemleriyle yaptığı amatör kayıtların, kendini izlettiren bir belgesele dönüşmesi bu kayıtların art arda dizilişindeki tercihler.
Söz konusu her iki filmde de Filistin halkının ne kadar ümitvar olduğunu, çözüm odaklı yaratıcı direniş yöntemleri geliştirdiklerini, şiddetsiz bir direnişi başardığını görüyoruz. Filistin halkı senelerce silahlı direnişin ötesinde bir direniş göstermiş, her yöntemi denemiş ve savaş meraklısı olmayan bir halk. Tüm medya gücünü elinde bulunduran İsrail ve Batı karşısında inatla, Emad’ın ifadesiyle “iyileşmek için vakti olmayan eski yaraların üstünü yenileri kapatırken film çekerek anıları ayakta tutmak” gerekiyor ve gerekecek.
Tüm medya gücünü elinde bulunduran İsrail ve Batı karşısında inatla, Emad’ın ifadesiyle “iyileşmek için vakti olmayan eski yaraların üstünü yenileri kapatırken film çekerek anıları ayakta tutmak” gerekiyor ve gerekecek.
Sena Omaç
Sena Omaç, 1998 yılında Ankara'da doğdu. Bursa'da büyüdü. Sakarya Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans öğrenimini tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde yüksek lisans yapmak ve sinema sektörüyle tanışmak için İstanbul'a g...