Postkolonyal Etik Çerçevesinde Çevre Etiğini Yeniden Düşünmek
Myanmar'daki Theravada Budizmi*, dünya elitlerini yönlendiren Siyonizm ideolojisi veya Hindistan'da hızla yayılan Hindutva hareketinin ortaya koyduğu şiddet, dünya gündemini yeterince işgal etmese de apaçık ortadadır. Bazıları tarafından modern dönem öncesi din geleneklerinin yeniden canlandırılması evrensel barışla uyumlu bir yaklaşım olarak görülse de laiklik, dini korumaya alan taahhüdüne rağmen aslında pek çok dinî şiddetin müsebbibidir. Bu iddianın özellikle etrafımızda dolaşan çeşitli çevrecilik akımları arasında daha ayrıntılı şekilde araştırılması gerekmektedir. Çevre dostu, yenilenebilir enerji kaynakları, derin ekoloji, ekosistemler, biyoçeşitlilik, yeşil ekoloji, sürdürülebilir su yönetim planları, çevresel belirleyicilik gibi saymakla bitmeyecek kadar çok olan bu terimler artık hemen hemen hepimiz tarafından -doğal olarak- içselleştirilmiş durumda. Ancak, bu terimleri yeşil postkolonyalizm, postkolonyal yeşil, yeşil suç teorisi, çevresel siyaset, Filistin Nakba’sının yeşil siyaseti gibi ifadelerle karşılaştırdığımızda, çevre ve etik alana dair sorgulamalarımızın derinleşmesi gerekir.
Tarih boyunca birçok “greenwashing” örneği olmasına rağmen, çevrecilik söylemlerinin bu alanlarda nasıl etkiler yarattığını görmek için üç çağdaş alanı incelemek gerekiyor. Çevrecilikle ilgili bakış açımızı derinleştirmek için birtakım soruların sorulması bu konuda büyük önem arz etmektedir. Gerçekten çevrecilik mi, yoksa sadece bir gösteri mi; çevrecilik mi, yoksa çevresel soykırım mı; postkolonyal etik mi, yoksa yalnızca bir söylem ve retorik mi? Bunun yanında sorulması gereken bir diğer soru yerel halka, yaşamlarına, mülklerine, yaşam alanlarına ve hayvan varlıklarına yöneltilen korkunç eylemlerin sadece tesadüfi olarak Müslüman topluluğuna yönelik gerçekleşip gerçekleşmediğidir.
Gerçekten çevrecilik mi, yoksa sadece bir gösteri mi; çevrecilik mi, yoksa çevresel soykırım mı; postkolonyal etik mi, yoksa yalnızca bir söylem ve retorik mi?
Buradan hareketle çevrecilik ve çevre etiği arasındaki farkı anlamak için, iddia ettiğim gibi, bu iki terim arasındaki temel farkı kavramamız gerekmektedir. Basitçe ifade etmek gerekirse, çevrecilik çevreyi koruma amacına yönelik bir hassasiyeti ifade eder. Daha geniş anlamıyla, bir kişinin veya grubun gelişiminde etki eden asıl unsurun çevre olduğu bir teoriyi temsil eder.
İşte bu ikinci anlayış, çevrenin insan gelişimini nasıl şekillendirdiği konusunda daha geniş bir hassasiyeti içerir ve sadece birkaç örnek vermek gerekirse Rakhine, Filistin veya Keşmir'deki soykırımcı dalgaları gördüğümüzde, çevrecilik teriminin alışılagelmiş söylemlerini yeniden değerlendirmek zorunda kalırız. Bahsi geçen üç ülkede de ağaçların kesildiğini veya yerel halkın yaşam alanlarının yakıldığını ve yıkıldığını açık seçik ortadayken, bu durum kimsede gerçek bir çevresel endişe uyandırmaz. Tam da bu sebeple insanlığa ve ayrım gözetmeksizin hizmet edecek bütüncül bir çevrecilik anlayışına ihtiyacımız var.
Çevremizde neler olup bittiğini kuşatan kapsayıcı bir anlayış için, çevre etiği terimini öneriyorum. Çevre etiği temelde tarihle beslenen bir çevrecilik anlayışının etik bir ifadesidir ve yeryüzündeki tüm varoluş biçimlerinin dengeli ve sürdürülebilir bir geleceği olmasını amaçlar (Aamir 2023).
İsrail askerleri, Batı Şeria’da tarlada çalışan çiftçilere müdahale ediyor.
Middle East Eye.
Filistin, Hindistan kontrolündeki Keşmir ve Myanmar'daki Rohingya örneklerini göz önünde bulundurursak çevrecilikle ilgili yaygın genellemeler görülebilir. Ancak bu tür çevrecilik, ırkçılığı, dar bir ulusal düşüncenin kültüne dönüşebilen ulusalcılığı ön plana çıkarmayı amaçlar ve tarihi aşma veya tarihi bastırma eğilimindedir. Bilgi üretiminin karmaşıklaştığı bu dönemde yer değiştirme, kozmopolitlik ve tarih kökeni karışık durumları göz ardı etmeyen bilinçli bir çevrecilik veya çevresel etiği (benim önerim) gündemimize almanın zamanı gelmiştir.
Bu üç bölge kolonyal sürelerden geçmiş bölgeler olduğundan bu durumu aynı zamanda postkolonyalizm, çevrecilik ve etik boyutlarını inceleyen bir kavram olan postkolonyal çevre etiği olarak adlandırabiliriz. Alternatif olarak, bunun yerine postkolonyal mekânda yerli haklarını veya çevresel adaleti savunan “ekolojik postkolonyal adalet” kavramı da kullanılabilir. Hak, adalet gibi boyutların açıkça görmezden gelinmesi, zarar temelli bir yaklaşıma sahip olan “yeşil suç teorisine” (green criminology) neden olur. Bu yeşil suç teorisi, çoğu "yasal" olarak kabul edilen faaliyetlere izin verir ki bunlar, Damien Short'ın işaret ettiği gibi, yasa dışı kabul edilen eylemlerden daha fazla insan ve insan dışı canlılara zarar verebilir.
Theravada Budizminin Myanmar'ın güneybatısındaki Rakhine eyaletinde Rohingya halkına yaptığı soykırımlar, Filistin'in demografisini değiştiren Siyonist ideoloji veya Hindutva ideolojisi yeşil suç teorisinin temelindeki zarar odaklı yaklaşımların örnekleridir. Ancak uluslararası kamuoyu mevcut durumu pasifçe kabul ederek bu duruma ortak olmuş görünüyor. Robbins'ın ifade ettiği ve benim de savunduğum gibi, üç örnek için veya dünyanın herhangi bir yerinde benzer sorunlara karşı çevre etiği, insanlığı harekete geçirme amacı taşıyan bir ahlaki felsefeyi harekete geçiriyor.
1960'ların başından itibaren Rohingya Müslümanlarının etnik azınlığına yönelik devam eden zulmü gördüğümüzde; Kudüs çevresindeki zorla yerinden etmeleri, 1948'den itibaren İsrail içinde ve dışında Filistinlilere yönelik süregelen taciz, sindirme, korkutma, terör ve kötü muameleleri düşündüğümüzde; Hindistan’ın Keşmir’de ve diğer coğrafyalarda Müslümanlara yaptığı muameleler uluslararası arenada aslında mağdurların suçlu olduğuna inandırmaya çalıştığını gösteriyor. Oysa bizler bu insanların yaşamları, toprakları ve mülkleri için gösterdikleri direniş etiğini anlamak zorundayız. İşte bu sebeple bu veya benzer bölgeler için statükoyu sorgulamakla yükümlüyüz. Bunu başarabilmek için çevresel adaleti, sosyal ve ekonomik adaletten ayırmadan aynı bütünün parçaları olarak ele alan bir çevre etiği anlayışı ortaya koymamız gerekmektedir. Aslında bu konuda tarihe geçmiş bu tür modellerimiz yok değil. Örneğin tüm zayıflıklarına, iç çatlaklarına rağmen İslami bir yönetişim modeline sahiptik.
Çevresel adaleti, sosyal ve ekonomik adaletten ayırmadan aynı bütünün parçaları olarak ele alan bir çevre etiği anlayışı ortaya koymamız gerekmektedir.
Konunun detaylarına burada giremesem de çevre etiği seçeneğini değerlendirmenin insanlığa büyük yararlar getireceği kanaatindeyim çünkü bu, modern ve postmodern dünya öncesinde tarihte var olan ancak şimdilerde kaybolmuş evrensel düşünceyi canlandırabilir. İslam'ın sunmuş olduğu çevre etiği modelini (hatta hipotetik olarak bile) düşünmek yararlı olabilir. Çok ayrıntıya girmeden, burada kısaca Hz. Muhammed’e (s.a.v) peygamberlik verildiğinde, rehberlik için kitap ehline başvurduğunu hatırlatmak istiyorum. Söz konusu bilgiye sahip bir rahip olan Varaka bin Nevfel, Hz. Muhammed’in (s.a.v) peygamberliğini tasdik etti, Allah da Kur’an-ı Kerim'de şöyle belirtir: "Kitabı kendilerine verdiklerimiz, onu kendi çocukları gibi tanır." (6:20). Ayrıca, İslam'da daha önceki Eski ve Yeni Ahit yazıtlarından gelen birçok kanunun korunduğu gerçeğini takdir edersek, yukarıda bahsi geçen durumları çevre etiği anlayışına uygun buluruz. Evrensel çevre etiği düşüncesi, bu nedenle, çevreciliğin sınırlandırılıp yalnızca belirli toplumlara hasredilmesinin arkasında yatan samimiyetsizliği görebilmek açısından önemlidir.
Bu eleştirel bir alan çalışmasıdır ve postkolonyal alanlardaki tutarsızlıkları okumak için uygun bir bakış açısı sağlayabilir. Aynı şekilde, çevrecilik adı altında çevreci endişelerle seçici davranıp bütüncül sorunların ayrıştırılıp bazılarının dışlanmasını da engeller. "Etik" kavramı ayrıca sosyal, ekonomik ve çevresel adalet için bir ara mekân oluşturan kozmopolitizmi anlamamıza yardımcı olur. Böylece çevre etiği/postkolonyal ekolojik etik tartışmalarında "direniş etiği"ne bir alan yaratır. Çevre etiği kavramını içselleştirmeli ve uygulanmaya koymalıyız, aksi halde yaşadığımız dünyada ekolojik bir felaketle karşılaşma riskiyle karşı karşıyayız, çünkü Martin Luther'in dediği gibi: "Ahlaki evrenin kavisli yayı büyük olsa da, adalet yönüne eğilir."
* Theravada Budizmi, Hinayana’nın on sekiz kolundan günümüze gelen tek eski Budizm şeklidir. Ayrıntılı bilgi için bkz.: https://islamansiklopedisi.org.tr/budizm
Kaynakça
Başarmak, H. I. B. ve Görmez, K. (2019). Sürdürülebilir kalkınma vs. ekolojik düşünce. OPUS International Journal of Society Researches, 10(17), 2299-2323.
Boğaziçi Üniversitesi (t.y.). Sürdürülebilir kalkınma raporu 2021. Erişim adresi: http://unsdsn.boun.edu.tr/sdr2021/
Demirci, H. (2023). Müslüman dünyanın gündemi: 2022 genel görünümü. İLKE İlim Kültür Eğitim Vakfı. Erişim adresi: https://ilke.org.tr/musluman-dunyanin-gundemi-2022-genel-gorunumu
İnsel, A. (2000). Özgürlük etiği karşısında iktisat kuramı: Amartya Sen’in etik iktisat önerisi. Toplum ve Bilim, 86, 7-21.
SDG Index (t.y.). SDG Dizini ve Gösterge Tabloları Bölüm 2. Erişim adresi: https://bit.ly/47DCeAZ
Sen, A. (2004). Özgürlükle kalkınma. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Torgerson, D. (1995). The uncertain quest for sustainability: public discourse and the politics of environmentalism. Fischer, F., Black, M. (ed.) Greening Environmental Policy içinde. New York: Palgrave Macmillan.
Uğur, M. S. (2017). Amartya Sen’in kapasite yaklaşımı ve insan merkezli bir kalkınma anlayışı. Sosyoekonomi, 25(1).
United Nations (UN) (1987). Report of the World Commission on Environment and Development “Our Common Future”.
Rabia Aamir
Dr., Faculty of Arts & Humanities, National University of Modern Languages...