Müslüman toplumların gıda ile ilişkisi düşünülünce en temel ve önemli husus kuşkusuz “helal gıda” olmaktadır. Ancak Müslümanların gıda ile kurduğu ilişki yalnızca helal gıda tüketimi-üretimi çerçevesinde kalamaz çünkü yemek ve sofra pratikleri aynı zamanda kültürel bileşenleri de ihtiva eder. Zira dünya üzerindeki milyonlarca Müslümanın yeme-içme pratiklerindeki ayrım, çoğu zaman dini kurallardan ziyade kültürel kodlar tarafından şekillenir.
Dünya geneline baktığımızda da dini inançlara ek olarak kültürün yemek/beslenme tutumlarındaki belirleyici rolünün görünür olduğunu fark ederiz. Toplumların temel besin ürünlerindeki farklılaşma, gıdaların sınıflandırılması (lezzetli/lezzetsiz, faydalı/faydasız vb.), yiyecek-içeceklerin üretim-tüketim biçimleri, saklanma koşulları, yeme-içme etrafında şekillenen ritüeller gibi pek çok alanda kültürel hafızanın izlerini görürüz. Hatta bazı araştırmacılar, kültürlerin neyin yenilebilir veya yenilemez olduğunu belirleme noktasındaki bu etkisini “besinlerin tabu haline gelmesi” olarak tanımlar (Haksöz, 2018).
Yıllar içinde tecrübe edilen toplumsal değişme süreçlerine paralel olarak, toplumların/bireylerin yemeğe yükledikleri anlamlar da dönüşür. Küresel ölçekte hem Müslümanların hem de diğer toplumların sofra pratiklerini dönüştüren en büyük kırılmalardan biri sanayileşme ve modernleşme süreci olmuştur. İstanbul, Kahire, Kazablanka, Dakar ve Kuala Lumpur gibi çoğunluğu Müslüman olan ve hızlı kentleşen metropollerde dar konutlar, ev-işyeri arasındaki uzak mesafe, yoğun çalışma saatleri ve kadının işgücüne artan katılımı ile değişen aile düzeni gibi faktörler günlük yeme-içme pratiklerini yeniden tanımlamıştır. Sanayileşmenin aile ve çalışma hayatına getirdiği dönüşüm neticesinde, kalabalık aile sofraları gündelik rutin yerine özel günler veya hafta sonlarının bir parçası olmuş; sıcak tencere yemekleri ise zamanla yerini hızlı ve pratik yiyeceklere bırakmıştır.
Fransız toplumu bağlamındaki yapısalcı çalışmaları ile yemek sosyolojisi kuramlarına katkı sağlayan Claude Fischler’in, Émile Durkheim’ın “anomi” kavramından hareketle, “gastro-anomi” olarak tanımladığı bu yeni toplumsal düzende, modern bireyler sahip oldukları “beslenme aklını” kullanmayı bırakmış; yemek, geleneksel ve kutsal özelliklerini yitirerek salt bir kültürel tüketim metası haline gelmiştir (Fischler, 1979).
Bu süreçte hazır gıda, fast-food tüketimi ve dışarda yemek kültüründe de ciddi artış yaşanmıştır. Kentli yaşamın temsili mekânlarından biri olarak Fransa’da ortaya çıkıp dünyaya yayılan restoranlar gerek zorunluluk gerekse keyif amaçlı vazgeçilmez toplumsallaşma alanlarına dönüşmüştür (Akarçay & Suğur, 2015). Sadece Türkiye’de değil, Endonezya ve Malezya’da genç kuşak, ev yemeği yerine kafe kültürünü benimserken; Mısır’da kadınların işgücüne katılımının artması, uzun hazırlık süreci gerektiren yemeklerin yerini daha pratik seçeneklere bırakmasına yol açmıştır (El-Aswad, 2019).
Küresel anlamda sofra pratiklerini etkileyen ikinci büyük kırılma 1980’li yıllarda yükselişe geçen neoliberal politikalar neticesinde yaşanmıştır. Türkiye bağlamında çok uluslu gıda şirketlerinin yatırımları, fast-food zincirlerinin ülke pazarına girişi, kırdan kente artan göçler, süper market (veya hiper/mega market) zincirleri gibi faktörler gıdaya erişim biçimlerini etkilemiş ve ithal sermaye akışı ön plana çıkmıştır. Buna paralel olarak kültürel alanda etkisini sürdüren “Batılı modern” toplumlara benzeme iştiyakı neticesinde yeme-içme pratikleri bir McDonaldlaşma (Ritzer, 1998) ve metalaşma düzeni ile iç içe geçmiştir (Ahıska ve Yenal, 2006).
Modern yeme-içme pratiklerinin dönüşümündeki üçüncü büyük kırılma noktası da 2000’ler sonrası sosyal medyanın yaygınlaşması ve dijitalleşme süreci ile yaşanmıştır. Sosyal medya ve dijitalleşmenin etkisiyle gündelik hayatın kendisi bir sahneye ve gösteri dünyasına dönüşmüştür. Örneğin, dışarda yemek için bir kafeye veya restorana gidince yemeklerin lezzetinden veya sohbet etmekten ziyade sunumun ve çekilen fotoğrafların önemsenmesi, her fotoğrafın sosyal medyada takipçilerin beğenisine sunulması gibi davranışlar bugün hemen hemen her yerde karışımıza çıkmaktadır. Sadece dışarda yemek yerken değil, ev ortamında dahi gerek aile özelinde gerek misafir ağırlarken her anın kurgulandığı ve dijital dünyada belgelendiği bir beğeni furyası oluşmuş durumdadır. Bir anlamda Claude Fischler’in öne sürdüğü gastro-anomi, istisna olmaktan çıkarak kurala dönüşmüş ve beslenme aklının yerini gösteriş aklı almıştır.
Bu son dönemde geleneksel toplumlarda besinlerin tabu veya totem olarak dinsel sembolik anlamlar yüklenmesine benzer biçimde, yiyecek-içeceklerin kimlik veya toplumsal statü belirleyici özelliği daha çok dikkatimizi çekmektedir. Sözgelimi, temelde sağlıklı beslenme ile sağlıklı birey arasındaki ilişkiye dair ortaya atılan ve günümüzde epey popüler olan “ne yersen o’sun” fikri, beden ve kimlik ile yemek arasında varoluşsal bir bağ inşa ederek yediğimiz içtiğimiz şeyler ile varoluş biçimlerimiz arasında birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün olmayan bir bütünlük fikrini savunmaktadır. “Ne yersen o’sun” fikri, içinde aynı zamanda sınıfsal bir nitelik de barındırmakta; zira yemek tercihleri ve damak tatları, hayat tarzlarının ve toplumsal statünün bir göstergesi olarak üst, orta ve alt sınıfları birbirinden ayıran mekanizmalar olarak işlev görmektedir. Bourdieu’nün (2015) “beğenilerin hiyerarşisi” olarak adlandırdığı bu düzlemde sınırları belirleyen otorite figürleri hem kültürel hem ekonomik sermaye sahibi üst sınıfa mensup elitler olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, yeme-içme edimleri, sadece kültürün değil kimliğin ve statünün de göstergesi olma görevini üstlenir. Fakat yemek ve kimlik arasında kurulan bu varoluşsal ilişki, kültürlerin ve kimliklerin aşırı kaygan zeminlere oturduğu modernite düzlemi içerisinde çeşitli sorunlar doğurabilmektedir. Zira modern toplumlarda, geleneksel beslenme kurallarının çöküşü, bireyleri sonsuz ve çelişkili beslenme seçenekleriyle baş başa bırakmaktadır (Fischler, 1988).
Günümüz dünyasında beğenilerin hiyerarşisini belirleyen sermaye gruplarına üçüncü bir unsur olarak dijital sermaye (takipçi sayısı, reklam geliri, görünürlük vb.) de eklenmektedir. Gıdaların sağlıklı-sağlıksız olup olmadığı veya hangi yiyecek-içeceklerin popüler ve/veya yüksek prestijli olduğuna ilişkin birden fazla birbiriyle çatışan dijital otorite bulunmakta; bu durum çok katmanlı bir bilgi karmaşasına neden olmaktadır. Bireyler içinde yaşadıkları coğrafyaya, mevsim ve geleneklere uyumlanarak kurulan bir sofra düzeninden ziyade, beslenmeyle ilgili çelişkili bilgilerin, manipülatif pazarlama mesajlarının ve dijital beğenilerin dalgalandırdığı bir okyanus içinde yüzmektedir. Üstelik bu dönemde beslenme eksenli kurulan organik sosyal bağların yerini de dijital ağlar doldurmaktadır. “Sağlıklı ve dengeli beslenme” kavramı, doğal olarak aktarılan kültürel bir bilgi olmaktan ziyade, kalıcı bir entelektüel bulmaca haline gelmektedir. Bu gastro-anomi, özellikle ergenleri ve genç yetişkinleri etkilemekte, hatta birçoğu gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan anoreksiya, bulimiya vb. çeşitli yeme bozukluklarına zemin hazırlamaktadır (Alliel, 2025).
Sofranın bireyselleşmesi ve dijitalleşmesi, yalnızca yeme biçimlerini değil; aynı zamanda toplumsal dayanışma, misafirlik ve paylaşım gibi kolektif pratiklerin zayıflamasını da beraberinde getirmektedir. Bu durum Müslüman toplumlar özelinde farklı ahlaki tartışmaları da gündeme taşır. Modern tüketim kültürü ve sosyal medyada görünür olma çabası, özellikle Instagram ve TikTok, yemek sunumlarını gösteriş unsuru hâline getirmiş; kusursuz davet sofraları, abartılı düğün yemekleri ve “instagramlanabilir” tatlar yeni bir statü göstergesine dönüşmüştür.
İslam’ın israfı yasaklaması göz önüne alındığında, özellikle Ramazan ayında oluşan yüzlerce kilogramlık yemek atığı, birçok ülkede dini otoriteler ve sivil toplum tarafından eleştirilmektedir (Moufakkir and Auzun, 2024). Söz gelimi, Malezya’da “influencer iftarları”, Türkiye’de sosyal medya aracılığıyla yayılan şatafatlı sofralar ve lüks restoranların dudak uçuklatan iftar menü fiyatları, Körfez ülkelerinde düğün yemeklerinde veya Kuala Lumpur’daki AVM iftarlarında yaşanan devasa israf modern tüketim kültürünün dine ve ahlaka dair yeni gerilimler ürettiği alanlardan bazıları olarak karşımıza çıkmaktadır (Wahab et al., 2023; Elshaer et al., 2021; Yıldırım et al. 2016). Bu durum hem dini ritüellerin ticarileşmesine hem de dini değer taşıyan yeme-içme pratiklerinin aile içinde değil, kamusal bir tüketim etkinliği olarak ev dışında yeniden kurgulanmasına işaret etmektedir. Bu süreçte lüks ve helal tüketim endüstrisi aynı zamanda İslami kimliği bir yaşam tarzı markasına dönüştürmektedir. Helal turizm, helal kozmetik, organik helal gıda ürünleri ve lüks helal restoranları, dindarlığı tüketim kalıpları üzerinden yeniden tanımlamaktadır (Fischer, 2011).
Sonuç olarak, modernite geleneksel yemek kültürlerini ortadan kaldırmaktan ziyade onları dönüştürmekte ve yeniden anlamlandırmaktadır. Kuşaklararası aktarım ve kolektif deneyimle şekillenen “beslenme aklı”, günümüzde giderek görünürlük, performans ve beğeniye dayalı bir “gösteriş aklı”na evrilirken, sofra yalnızca beslenmenin değil kimlik, statü ve ahlaki müzakerelerin yürütüldüğü merkezi bir toplumsal alana dönüşmektedir. Özellikle sosyal medyanın etkisiyle yemeğin dijitalleştirilmesi ve bireyselleştirilmesi, paylaşım, ölçülülük ve israf karşıtlığı gibi İslami etik ilkelerle modern tüketim kültürü arasında belirgin gerilimler üretmektedir. Bu dönüşüm yemek pratiklerini aynı zamanda toplumsal dayanışmanın ve kolektif hafızanın yeniden tanımlandığı bir zemine taşımaktadır. Bu yönüyle sofra, modern Müslüman toplumlarda yalnızca neyin yenildiğini değil, nasıl bir ahlaki ve kültürel dünya tasavvurunun benimsendiğini görünür kılan güçlü bir toplumsal ve bireysel gösterge hâline gelmiştir.
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Platform Projesi: Müslüman Dünyanın Gündemi’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Kaynakça
Ahıska M. ve Yenal, Z. (2006). Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor?: Türkiye’de Hayat Tarzı Temsilleri 1980-2005. İstanbul: Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi.
Alliel, A. (2025). Integrating Claude Fischler’s Food Anthropology in Eating Disorder Treatment: A Humanistic Approach. Alliel Alexis Alimentation Aimante, https://www.alexis-alliel-dn.fr/en/claude-fischler-food-anthropology-eating-disorders. (Son erişim: 10.12.2025).
Akarçay, E., & Suğur, N. (2015). Dışarıda Yemek: Eskişehir’de Yeni Orta Sınıfın Fast-Food Yeme-İçme Örüntüleri. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 18(1), 1-29. https://doi.org/10.18490/sad.19085.
Bourdieu, P. (2015). Ayrım: Beğeni yargısının toplumsal eleştirisi. Heretik Yayıncılık.
El-Aswad, E. (2019). Food Practices in Muslim Societies: Rituals, Meanings, and Transformations. Anthropology of the Middle East.
Elshaer, I., Sobaih, A. E. E., Alyahya, M., & Abu Elnasr, A. (2021). The Impact of Religiosity and Food Consumption Culture on Food Waste Intention in Saudi Arabia. Sustainability, 13(11), 6473. https://doi.org/10.3390/su13116473.
Fischler, C. (1979). Gastro-nomie et gastro-anomie. Communications, 31, 189-210.
Fischler, C. (1988). Food, self and identity. Social Science Information, 27(2), 275-292. https://doi.org/10.1177/053901888027002005.
Fischer, J. (2011). The Halal Frontier: Muslim Consumers in a Globalized Market. Palgrave Macmillan.
Haksöz, C. (2018). Yemek alışkanlıklarımızı son 10 yıldır kadın programları belirliyor! https://haberler.bogazici.edu.tr/tr/news/akademik/1/yemek-aliskanliklarimizi-son-10-yildir-kadin-/1359.
Moufakkir, O. & Auzun. B. (2024). Leveraging Religion to Reduce Food Waste: Examining Food Waste Through the Lens of Islam and Arab Hospitality. Preprints.org. https://doi.org/10.20944/preprints202409.1659.v1
Ritzer, G. (1998). The McDonaldization thesis: Explorations and extensions. SAGE Publications. http://site.ebrary.com/lib/alltitles/docDetail.action?docID=10369709
Wahab, M. F. A., Talhah, H. F., Zamry, N. N. (2023) Religion, Culture and Food Waste Behavior among Muslim Consumers in Selangor. ESTEEM Journal of Social Sciences and Humanities, Vol 7, 157-171.
Yıldırım, H., Capone, R., Karanlik, A., Bottalico, F., Debs, P., El Bilali, H. (2016). Food Wastage in Turkey: An Exploratory Survey on Household Food Waste. Journal of Food and Nutrition Research. (4) 483-489.





































