
Dalga Dalga Umut: Madleen Gemisi
İsrail’in yıllardır Gazze’ye uyguladığı ablukaya karşı Uluslararası Özgürlük Filosu, insani yardım amacıyla Madleen gemisini yola çıkardı. Geminin uluslararası sularda İsrail tarafından hukuksuz şekilde durdurulması, uluslararası hukuk ihlallerini gözler önüne serdi. Madleen, sessiz kalan devletlere karşı vicdanın sesi oldu.
“Eli kalem tutanlar bu davayı yazsın. Hitabeti güçlü olanlar bu davayı konuşsun. Herkes bir şey yapsın; ama sakın sessiz kalmayalım. Çünkü sessizlik öldürür.”
Abdullah Galib Bergusi
İsrail, Şubat 2006’da yapılan Filistin seçimlerinin ardından, Gazze’ye siyasi ve ekonomik yaptırım uygulamaya başladı. 2007’den itibaren bu yaptırımları daha da artırarak Gazze’yi havadan, karadan ve denizden tam bir ablukaya aldı. Altı uluslararası sivil toplum örgütü bir araya gelerek altı bin tonluk insani yardımı Gazze’ye ulaştırmak ve ablukanın hukuka aykırılığını tüm dünyaya duyurmak için Gazze Özgürlük Filosunu kurduğunda, takvimler 2010 yılının mayıs ayını gösteriyordu.[1] Yedi gemiden oluşan filoya Türkiye’den Mavi Marmara Gemisi de katıldı. 29 Mayıs 2010 tarihinde yola çıkan filoya İsrail kuvvetleri tarafından saldırılar başladı. Filonun yola çıkmasından yalnızca bir gün sonra, 30 Mayıs’ta Mavi Marmara gönüllülerinden on kişi şehit düşmüştü.
Mavi Marmara katliamının üzerinden 15 yıl ve İsrail’in insanlık dışı ablukasının uygulanmaya başlamasından 18 yıl sonra Uluslararası Özgürlük Filosu Koalisyonu (FFC) Gazze’ye uygulanan ablukayı kırmak ve yeni bir insani yardım koridoru kurabilmek için harekete geçti. 7 Ekim 2023’te başlayan saldırılarla birlikte İsrail, zaten tam bir abluka altına almış olduğu Gazze’ye, abluka hukukunun da dışına çıkarak -yakıt ve elektrik de dahil olmak üzere- insani yardım girişini tamamen engelledi. Bu durum Uluslararası Özgürlük Filosu Koalisyonunun harekete geçmesinin en büyük nedeniydi. Nitekim Koalisyon, 7 Ekim saldırılarından 1 yıl sonra, Nisan 2024’te Gazze kuşatmasına meydan okumak üzere yeni bir deniz filosu organize etti. Filo içerisinde yer alan gemilerden yalnızca Vicdan gemisi uluslararası sulara yelken açabilmişti. Ancak 2 Mayıs 2025 sabahının erken saatlerinde Gazze’ye gönderilmek üzere yola çıkan ve insani yardım taşıyan Vicdan gemisinin Malta kıyılarındaki uluslararası sularda insansız hava araçları tarafından saldırıya uğramasının ardından Koalisyon yeni bir gemiyi organize etmek üzere harekete geçti: Madleen gemisi.
Adım Adım Madleen
Uluslararası Özgürlük Filosu Koalisyonu, Vicdan gemisinin saldırıya uğramasının ardından, ilk adı “Barcarole” olan ve Birleşik Krallık bayrağı taşıyan Madleen gemisini organize etti. Bu gemi, adını Gazze’nin ilk ve tek kadın balıkçısı olan Madleen Kullab’dan alıyordu. 7 Ekim 2023’te başlayan İsrail saldırılarında babasını kaybeden ve teknesi tahrip edilen Madleen, Gazze’nin tek kadın balıkçısı olarak verdiği yaşam mücadelesiyle Filistin halkının direncini ve cesaretini temsil ediyordu. Bu nedenle yalnızca insani yardım ulaştırmayı değil; aynı zamanda İsrail’in Gazze’ye ulaştırılmak istenen insani yardımları engellediğini de tüm dünyaya göstermeyi amaç edinen Madleen gemisi, bu direncin ve başkaldırının sembolü olacaktı.
1 Haziran’da İtalya’nın Sicilya Adası’ndaki Catania Limanı’ndan kalkan Madleen gemisi, Gazze’ye temel tıbbi yardım, gıda ve bebek malzemeleri ulaştırmak için on iki insan hakları aktivisti ile uluslararası sulara yelken açtı. Koalisyon, Forensic Architecture ile ortaklaşa olarak Madleen’i gelişmiş bir izleme sistemiyle donatmıştı. Bu teknoloji sayesinde gemideki aktivistlerin güvenliği sağlanacak, geminin konumu hakkında bilgi edinilecek ve potansiyel saldırganlar eylemlerinden uluslararası normlar çerçevesinde sorumlu tutulabilecekti.[2] Nitekim gemi seyir halinde olduğu sekiz gün boyunca tüm dünya tarafından anbean takip edildi. Ayrıca gemide bulunan aktivistlerin arasında Avrupa Parlementosu üyesi Rima Hassan ve iklim aktivisti Greta Thunberg gibi dünyaca tanınmış simaların yer alması, geminin medyada geniş yer edinmesinde ve dünya kamuoyuna duyurulmasında önemli bir rol oynadı.
Madleen’in yola çıkmasından bir gün sonra, 2 Haziran’da BM uzmanları, Gazze halkının hayatta kalmak için acilen yardıma ihtiyacı olduğunu vurgulayarak geminin güvenli bir şekilde Gazze’ye geçişi için İsrail’e açık çağrıda bulundu.[3] Bu çağrının ardında yatan temel neden İsrail’in insan hakları savunucularına, BM ve sivil insani yardım hareketlerine yönelik tekrarlanan şiddetli ve hukuk tanımaz saldırılarıydı. Ancak BM uzmanları tarafından yapılan açık çağrılara ve dünya kamuoyuna rağmen, İsrail işgal güçleri Madleen gemisine gözdağı vermekte gecikmedi. 3 Haziran’da gemi, uluslararası sularda seyir halindeyken bir insansız hava aracıyla izlendi, 4 Haziran’da ise iki drone, 20 dakika boyunca geminin üzerinde dolaştı. Bunun üzerine uluslararası toplumdan gemiye yönelik güvenlik talepleri artmaya başladı. Koalisyon, Birleşik Krallık bayrağı taşıyan gemiye müdahale edilmemesi çağrısı yaparak Birleşik Krallık hükümetinden aktif diplomatik koruma talep etti. Bununla birlikte insan hakları örgütleri ve bazı hükümetler, gemideki aktivistlerin korunma taleplerini dile getirirken, onların silahsız ve sivil olduklarını vurgulayarak bu duruma özellikle dikkat çektiler.
8 Haziran’da Gazze’ye 170 mil kala, İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, geminin Gazze’ye ulaşamaması için gerekli müdahale talimatını verdiğini açıklayarak ablukayı delmeye ve Gazze’ye yardım etmeye yönelik her türlü girişimi önleyeceklerini duyurdu.[4] Nitekim çok geçmeden, 9 Haziran gecesi, İsrail askerleri gemiye çıkarak mürettebata el koydu ve böylece gemi ile tüm iletişim kesildi. İletişimin kesilmesinin ardından aktivistlerin, İsrail askerleri tarafından zorla alıkonulduktan sonra nereye götürüldükleri ancak İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklama ve sınırlı bilgi paylaşımı neticesinde öğrenilebildi.
İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından aynı gece yapılan açıklamada geminin alıkonularak Aşdod Limanı’na çekildiği öğrenildi.[5] İsrail’in daha önceki uluslararası hukuka aykırı eylemleri ve Gazze’ye insani yardım ulaştırmak isteyen filolara yönelik saldırıları nedeniyle mürettebatın güvenliğine yönelik endişeler artmıştı. Ancak İsrail bir “hukuk devleti” imajı yaratmak ve kamuoyunun tepkisini azaltmak amacıyla gönüllülere sandviç ve su uzattığı görüntüleri basına servis etti. Bu çabalar, uluslararası toplumun endişelerinin “aşırı ve yersiz” olduğu, İsrail’in ise “ılımlı ve mağdur” pozisyonunda olduğu algısını yerleştirmeyi hedeflese de İsrail’in sicili, bu durumu lehine çeviremeyecek ve itibarını düzeltemeyecek kadar kabarıktı.
Aktivistler, İsrail işgal kuvvetleri tarafından “İsrail sularına izinsiz girdikleri” iddiasıyla suçlanarak sorguya alındı. Gerçekte olan ise aktivistlerin uluslararası sularda zorla alıkonulması ve rızaları olmaksızın İsrail sınırlarına götürülerek hukuka aykırı bir şekilde gözaltına alınmış olmalarıydı. İsrail’in gemiye müdahale ederek mürettebatı zorla alıkoymasının ardından, yedi farklı ülke vatandaşı olan on iki aktivistin serbest bırakılması için devletler resmî açıklamalar yayınlayarak İsrail’e uyarılarda bulundu. Yasa dışı bir şekilde tutulan on iki aktivistten dördü 9 Haziran’da sınır dışı edildi[6], kalanlar ise 10 Haziran’da mahkemeye çıkarıldı. Sonuç olarak tüm aktivistler 16 Haziran’da sınır dışı edildi ve her birine 100 yıllık giriş yasağı tesis edildi.[7]
İsrail’in aktivistleri serbest bırakmasında ve gemiyi batırmak yerine aktivistlere giriş yasağı tesis etmesinde, aktivistlerin Avrupalı beyazlar olmasının yeri yadsınamayacak kadar fazladır. Başka bir ifadeyle, İsrail’in uluslararası sularda sivil gemilere yönelik müdahale biçimi, gemide bulunan kişilerin kimlikleriyle doğrudan bağlantılıdır. Keza İsrail tarafından Madleen gemisine yapılan müdahale ile 2010 yılında gerçekleştirilen Mavi Marmara saldırısı kıyaslandığında bu bağlantı daha da belirginleşmektedir. Zira Mavi Marmara gemisinde yer alan aktivistlerin büyük çoğunluğunun Türk ve Müslüman kimliğine sahip olması, İsrail’in gemiye yönelik müdahalesinin sertliğini doğrudan etkilemiş ve müdahale ölümle sonuçlanmıştı. Oysa Madleen gemisinde bulunan aktivistlerin Avrupalı, beyaz ve Batılı kimlikleri, İsrail'in müdahale biçimini dikkatle sınırlandırmasına yol açtı. İsrail orantısız şiddet yerine sınır dışı etme, giriş yasağı koyma ve medyaya kontrollü görüntüler servis etme yöntemlerini tercih etti ve böylece uluslararası itibarı ve meşruiyeti açısından farklı kimlik gruplarına göre temkinli davrandığını da ortaya koymuş oldu.
Madleen Gemisine Yönelik İsrail Müdahalesinin Hukuki Niteliği
Silahlardan arınmış ve tamamen deniz hukuku kurallarına uygun şekilde hareket eden mürettebatın uluslararası sularda durdurularak İsrail güçleri tarafından göz altına alınması; BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (UNCLOS), Cenevre sözleşmelerine ve Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) kararlarına aykırıdır. Zira UNCLOS’un 87. maddesine göre; açık denizler, sahili bulunsun veya bulunmasın bütün devletlere açıktır ve tüm devletlere seyrüsefer serbestisi tanımaktadır. Bu serbesti UNCLOS’un 90. maddesiyle de ayrıca hüküm altına alınmış olup bu madde, sahili bulunsun veya bulunmasın her devletin açık denizlerde kendi bayrağını taşıyan gemileri seyrettirme hakkına sahip olduğunu ileri sürmektedir. Bu gemilerin hukuki statüsü ise UNCLOS m. 92’de açıklanmıştır. İlgili maddeye göre gemiler tek bir bayrağın altında seyredecekler ve uluslararası anlaşmalarda ve UNCLOS’da açıkça belirtilen istisnalar dışında, açık denizlerde o devletin münhasır yetkisine tabi olacaklardır. UNCLOS’un 97. Maddesinde ise bayrak yetkilileri dışında hiçbir makam tarafından soruşturma amacıyla da olsa gemiye el konulması veya geminin seferden alıkonulmasının emredilemeyeceği de ayrıca hüküm altına alınmıştır.[8]
Daha önce de belirtildiği üzere, Madleen gemisi Birleşik Krallık bayrağı taşımaktadır. Bu nedenle gemi, açık denizlerde seyir halinde olduğu süre boyunca Birleşik Krallık hükümetinin münhasır yetkisine tabi sayılmaktadır. İşgalci İsrail güçleri tarafından gemiye saldırılar başladığında gemi, İsrail sularına 170 mil uzaklıkta, uluslararası sularda seyir halindeydi. Geminin münhasır yetki sahibi olan Birleşik Krallık hükümetinin emri veya açıkça isteği olmamasına rağmen işgalci İsrail güçleri gemiye el koyarak mürettebatı zorla alıkoydu. Ancak geminin insani yardım amacıyla yola çıktığı, gıda ve tıbbi yardım taşıdığı, silahsız olduğu göz önünde bulundurulduğunda UNCLOS’un Madleen gemisine ziyaret hakkı tanıdığı, böylece gemiye İsrail tarafından uluslararası sularda müdahale edilmesinin yasak olduğu açıktır. Zira m. 110 ile hüküm altına alınmış olan “ziyaret hakkı”, sözleşmede tahdidi olarak sayılan korsanlık, köle ticareti ve izinsiz yayın yapıldığına ilişkin makul şüphe ile geminin tabiiyetsiz olması veya savaş gemisiyle aynı tabiiyette olması gibi ciddi nedenler dışında açık denizdeki bir geminin durdurulup denetlenmesini yasaklamaktadır. Diğer bir deyişle, açık denizlerde seyreden bir gemiye, bayrak devleti dışındaki başka bir devlet tarafından müdahale edilebilmesi ancak sayılan nedenlere yönelik makul bir şüphenin varlığı halinde mümkündür. Tüm bu maddeler dikkate alınarak Madleen gemisinin insani yardım taşıdığı ve bir devletin tabiiyetinde olduğu göz önünde bulundurulduğunda; İşgalci İsrail’in UNCLOS’un ilgili maddelerine aykırı davrandığı, Madleen gemisine hukuksuz müdahalede bulunduğu açıkça söylenebilmektedir. Gemi henüz İsrail sularına girmeden, İsrail Savunma Bakanı’nın geminin Gazze kıyılarına ulaşmasını engellemek için her türlü tedbiri alacaklarına yönelik açık ilanı, söz konusu müdahalenin uluslararası hukukun kasten hiçe sayılarak yapıldığını göstermektedir.[9] Diğer yandan IV. Cenevre Sözleşmesi’nin 23, 55 ve 56. maddeleri de insani yardımların serbestçe geçişine izin verme yükümlülüğü getirerek bu girişimlere yönelik herhangi bir müdahalede bulunulmasını yasaklamaktadır.[10] Dolayısıyla İsrail’in gemiye yönelik müdahalesi Cenevre Sözleşmesi’nin ilgili maddelerine de açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Öte yandan Uluslararası Adalet Divanı, Gazze hakkında iki önemli karara hükmetmiştir. Bunlardan ilki, Mayıs 2024’te verilen ihtiyati tedbir kararıdır. Bu kararda Divan, İsrail’in Refah sınır kapısını insani yardımlara açmasına hükmederek İsrail’den Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmasını talep etmiştir. Bir diğeri ise Temmuz 2024’te “Doğu Kudüs de dahil olmak üzere İşgal Altındaki Filistin Topraklarında İsrail'in Politikaları ve Uygulamalarından Kaynaklanan Hukuki Sonuçlar” hakkında açıklanan istişari görüştür. Bu görüşte ise Divan, İsrail’in Filistin topraklarında hukuka aykırı bir şekilde varlık gösterdiğini kabul ederek bu hukuka aykırı eylemin bir an önce sonlandırılması ve Filistin halkına verilen zararın tazmin edilmesi gerektiğini açıklamıştır. Ayrıca halihazırda süregelen İsrail saldırılarının derhal sonlandırılması ve bölgede kalıcı bir barışın tesis edilmesi gerektiğini ileri süren Divan, İsrail’in politika ve uygulamalarının uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve başta abluka olmak üzere süregelen uygulamalarının haksız fiil teşkil ettiğini vurgulamıştır.[11] Divan tarafından verilen bu iki önemli karar, İsrail’in işlediği suçların hukuken tanınması ve tüm dünyaya duyurulması açısından önem arz etmektedir. Bununla birlikte, İsrail’in Gazze’ye yönelik tam abluka uygulamasının -orantısız ve kolektif cezalandırma içermesinden hareketle- başlı başına hukuksuzluğu uluslararası mevzuatlar ve kararlar ışığında da bir kez daha ortaya konulmuşken, İsrail’in Madleen gemisine yönelik müdahalesinin de açık biçimde hukuka aykırı olduğu söylenebilecektir.
Tüm bunları bir kenarda tutarak belirtmek gerekir ki Madleen gemisi her şeyden önce İsrail’in soykırımına ve Gazze’ye yönelik insanlık dışı ablukasına karşı meydan okumaya çalışan, devletlerin sessizliğine karşı bir ses olmak için yola çıkan bir sivil inisiyatif hareketidir. Devletlerin İsrail’e doğrudan müdahale etmekteki pasifliği, Uluslararası Özgürlük Filosu Koalisyonu gibi halk tabanlı çalışmaların artmasına ve halkın vicdani sorumlulukla hareket ederek insani sorunlara direkt müdahale etmesine neden olmuştur. Böylece, Madleen gemisi devletlerin sessiz kaldığı, yavaş hareket ettiği ya da siyasi çekincelerle engel koyduğu alanlarda bir boşluğu doldurmayı amaçlamıştır. Gemi her ne kadar İsrail tarafından zorla alıkonulmuş ve Gazze’ye insani yardım ulaştırılamamış olsa da Gazze’deki hukuk dışı abluka ile Gazzelilerin maruz bırakıldığı açlık soykırımı ve sair şiddetler tüm dünyaya bir kez daha duyurulmuştur. Nitekim Madleen gemisi yalnızca Gazze’ye insani yardım taşıyan bir gemi değil, aynı zamanda uluslararası hukuka, vicdana ve sivil direnişin evrensel çağrısına yöneltilmiş sessiz ama güçlü bir başkaldırıdır. Tıpkı Abdullah Galib Bergusi gibi hikayesi Filistin’den, incirden ve zeytinden uzak bir yerde başlayan bu gemi, Gazze’deki her yorgun, bitkin ve çaresiz insanın sesi olmuştur. Ve Madleen Kullab’ın da dediği gibi “Onların asil mesajı iletildi: İnsanlığın mesajı dünyaya ulaştı.”
[1] Bkz. https://ihh.org.tr/mavi-marmara
[2] Bkz. https://freedomflotilla.org/ffc-tracker/
[3] Bkz. https://www.ohchr.org/en/press-releases/2025/06/gaza-un-experts-demand-safe-passage-freedom-flotilla-coalition
[4] Bkz. https://x.com/Israel_katz/status/1931679051657175188
[5] Bkz. https://x.com/israelmfa/status/1932151038699508006?s=46
[6] Bkz. https://freedomflotilla.org/2025/06/10/our-deported-eight-detained-israel-holds-madleen-group-illegally/
[7] Bkz. https://freedomflotilla.org/2025/06/10/adalah-update/
[8] Aydoğan Özman, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, İstanbul: İstanbul Deniz Ticaret Odası Yayınları, 1984.
[9] Bkz. https://x.com/Israel_katz/status/1931679051657175188
[10] Bkz. https://freedomflotilla.org/legal-analysis/
[11] Bkz. https://www.tihek.gov.tr/uluslararasi-adalet-divaninin-19-temmuz-2024-tarihli-istisari-gorusune-iliskin-basin-aciklamasi-?utm_source=chatgpt.com
Habibe Aydoğmuş
2022 yılında Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde PDR bölümünü tamamladı. 2023 yılında aynı üniversitenin Hukuk bölümünden mezun oldu. Mezuniyetin akabinde Erasmus+ projesiyle Almanya’da bir hukuk bürosunda çalıştı ve dernek faaliyetlerinde yer...