
Global March to Gaza: Vicdanın Ayak Sesleri
Global March to Gaza, Gazze ablukasına karşı uluslararası vicdanı harekete geçirmeyi amaçlayan bir sivil yürüyüştür. Haziran 2025’te Mısır’ın çok katmanlı engellemeleriyle fiziksel olarak bastırılsa da, farklı coğrafyalardan katılımcılarla kurulan dayanışma, yarattığı politik etki ve görünürlükle güçlü bir etik protestoya dönüşmüştür.
Giriş
Haziran 2025’te Gazze’ye yönelik devam eden ablukayı uluslararası kamuoyunun gündemine yeniden taşımayı amaçlayan “Global March to Gaza” isimli bir sivil yürüyüş organize edildi. Fakat her ne kadar yürüyüş, Gazze’ye yönelik ablukayı görünür kılmayı ve bölgesel hükümetleri harekete geçmeye zorlamayı amaçlasa da Mısır güvenlik güçlerinin çok katmanlı engellemeleriyle fiziksel olarak gerçekleştirilemeden bastırıldı. Farklı coğrafyalardan yüzlerce katılımcının Mısır’da buluşarak Refah Sınır Kapısı’na doğru yürümeyi hedeflediği bu girişim, yalnızca sembolik bir protesto olmanın ötesinde, sivil toplumun sınır ötesi dayanışma kapasitesini test eden önemli bir örnek olarak değerlendirilebilir.
Bu analizde, söz konusu yürüyüşün ortaya çıkardığı uluslararası dayanışma kapasitesi, İsrail ve destekçi aktörler nezdinde oluşturduğu baskı potansiyeli, Mısır yönetiminin yürüyüşe yönelik refleksinin politik bağlamı ve yürüyüşün genel hedeflerine ulaşıp ulaşamadığı değerlendirilecektir. Ayrıca, sahada doğrudan bulunulmuş bir deneyime dayanarak, bu tür girişimlerin yöntemsel imkân ve sınırları tartışılacaktır.
Uluslararası Dayanışma ve Siyasal Etki Potansiyeli
Global March to Gaza yürüyüşü, farklı kıtalardan gelen yüzlerce katılımcının ortak bir siyasi mesele etrafında bir araya gelmesi bakımından dikkate değer bir uluslararası dayanışma örneği olarak değerlendirilebilir. Eyleme Avrupa, Latin Amerika, Güneydoğu Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan çok çeşitli ideolojik, etnik ve mesleki geçmişe sahip bireylerin katılımı, yürüyüşün küresel boyutunu ortaya koymuş ki bu durum meşruiyetini ve görünürlüğünü artırmıştır.[1]
Katılımcılar arasında dinî liderlerden insan hakları aktivistlerine, akademisyenlerden siyasetçilere kadar farklı aktörlerin bulunması, yürüyüşün söylemsel zeminini güçlendirmiştir. Öte yandan bu tür bir eylemin uluslararası kamuoyu oluşturma açısından en önemli işlevlerinden biri, konuya dair “görünürlük” yaratmak ve anaakım medyada yer bulamayan krizleri yeniden tartışmaya açmaktır. Yürüyüş sürecinde sosyal medya üzerinden yapılan canlı yayınlar, uluslararası medya kuruluşlarına verilen demeçler ve protesto görüntüleri aracılığıyla Filistin meselesi yeniden kamuoyunun gündemine taşınmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, yürüyüş yalnızca fiziksel bir hareketlilik değil; aynı zamanda sembolik bir söylem ve farkındalık üretme çabası olarak da değerlendirilmeyi hak etmektedir.
Eylem süresince gözlemlenen bir diğer önemli husus ise, dayanışmanın yalnızca Filistin halkına yönelik değil, aynı zamanda eyleme katılan farklı toplumsal kesimler arasında da inşa edilmiş olmasıdır. Ortak hedef etrafında buluşan bu çeşitlilik, ulus-aşırı bir “vicdan topluluğu” oluşturmuş ve uluslararası sivil toplumun, devletler üstü düzeyde politik pozisyon alma potansiyelini gözler önüne sermiştir. Bu açıdan yürüyüş, sivil toplumun salt yardım ve kampanya faaliyetlerinin ötesine geçerek, doğrudan politik eylem üretme kapasitesine dair önemli bir örnek sunmuştur.
İsrail ve Destekçileri Nezdindeki Baskı Alanları
Global March to Gaza, İsrail açısından doğrudan fiziksel bir tehdit oluşturmamakla birlikte, ablukanın sürdürülebilirliğine yönelik sembolik bir sorgulama teşkil etmesi bakımından ciddi bir politik baskı potansiyeli taşımaktadır. Eylemin İsrail topraklarında değil; Mısır sınırları içinde gerçekleştirilmesi, bu baskının doğrudan bir çatışma biçimi değil, dolaylı bir meşruiyet krizi yaratma stratejisi üzerinden kurgulandığını göstermektedir. Bu yönüyle yürüyüş, askeri değil; ahlaki ve politik bir meydan okuma olarak okunmalıdır.
Katılımcıların farklı ülkelerden geliyor oluşu, yürüyüşü yalnızca “Filistin yanlısı” değil, aynı zamanda “insan hakları merkezli” bir inisiyatif olarak konumlandırmıştır. Böylece eylemin hedef kitlesi yalnızca İsrail değil, aynı zamanda İsrail’in işgal ve abluka politikalarını koşulsuz destekleyen uluslararası aktörler olmuştur. Eyleme yönelik müdahalelerin büyük ölçüde Mısır üzerinden gerçekleşmesi de İsrail’in doğrudan müdahil olmadan eylemi bastırma imkânına kavuştuğunu göstermektedir.
Bu noktada, Mısır’ın uyguladığı baskının doğrudan İsrail lehine sonuçlar doğurduğu gözlemlenmiştir. Yürüyüşün başından itibaren artan düzeyde izlenen ve giderek daralan bir hareket alanı söz konusu olmuştur. Türkiye delegasyonuna, yürüyüş sabahı herhangi bir bayrak, mat, çadır veya sembolik eşya taşınmaması yönünde uyarı yapılması; havalimanı dönüşleri ve otel baskınlarına dair gelen haberler, eylemin görünürlüğünü azaltmak ve etkisini kırmak yönünde sistematik bir baskı stratejisinin varlığını düşündürmektedir. Tüm bu müdahalelere rağmen, eylemin uluslararası kamuoyunda yarattığı etki azımsanamaz düzeydedir. Özellikle sosyal medya platformlarında paylaşılan görüntüler, eylemcilere yönelik baskılar, gözaltılar ve geri gönderme pratikleri; eylemin taleplerinden çok, bu taleplerin bastırılma biçimlerinin konuşulmasına yol açmıştır. Bu bağlamda, İsrail’in doğrudan müdahil olmadığı bir süreçte dahi, baskıcı reflekslerin görünür hâle gelmesi, eylemin hedefine ulaşma yollarından biri olarak değerlendirilebilir.
Mısır’ın Engellemeleri ve Politik Okuması
Global March to Gaza'nın doğrudan karşılaştığı en sert müdahale, yürüyüşün gerçekleştiği alanın ev sahibi olan Mısır devleti tarafından uygulanmıştır. Katılımcıların Refah Sınır Kapısı’na ulaşmalarını engellemek amacıyla gözaltı, sınır dışı, otel baskınları ve yoğun pasaport kontrollerini içeren çok katmanlı bir güvenlik politikası devreye sokulmuştur. Bu müdahalelerin yalnızca bir güvenlik refleksi değil, aynı zamanda siyasi pozisyon alış biçimi olduğu anlaşılmaktadır.
Yürüyüşe katılan Türkiye delegasyonuna, planlanan hareket gününde sembolik eylem malzemelerini taşımamaları yönünde uyarı yapılmıştır. Bayrak, flama, mat, çadır gibi materyallerin çantalarda bulunması bile geri gönderilme sebebi sayılabilmiştir. Turistik görünüm altında yürütülmeye çalışılan bu kolektif hareket, daha ülkeye girişten itibaren Mısır güvenlik birimlerinin dikkatli takibi altına alınmıştır. Kahire’ye ulaşan ekipler, başlangıçta topluca Al Ariş’e geçmeyi planlamış; ancak Kahire dışına çıkışların engellenmesi ihtimali nedeniyle strateji değiştirilmiştir. Eylemcilerin küçük gruplar hâlinde önce İsmailiye’ye, oradan da Al Ariş’e geçmeleri planlanmış; fakat bu rota üzerinde kurulan kontrol noktalarında yabancı pasaport taşıyan katılımcıların çoğu engellenmiştir. Bazı ekipler şehirler arası geçişlerde durdurulmuş, büyük kısmı ise doğrudan geri dönmeye zorlanmıştır.
Mısır’ın yürüyüşe karşı sergilediği sert tutum, yalnızca Gazze’deki abluka politikasını değil, bu ablukaya karşı geliştirilen sivil dayanışma biçimlerinin de nasıl bastırıldığını gözler önüne sermiştir. Bu yönüyle yürüyüş, doğrudan hedefe ulaşamamış olsa da engellenme biçimiyle dahi gündem oluşturmuştur.
Bu engellemeler karşısında, bulundukları bölgelerde eylem başlatan gruplar, yürüyüşün fiziksel olarak gerçekleştirilemeyeceğini fark ederek oturma eylemine geçmiştir. Özellikle İsmailiye’ye daha yakın kontrol noktasında bu eylemler daha görünür hâle gelmiştir. Ancak bu noktada yeni bir müdahale yöntemi devreye sokulmuştur: Polis nezaretinde sahaya sürülen, yüzleri örtülü sivil gruplar (baltacılar) eylemcilere sözlü ve fiziksel saldırılarda bulunmuştur. Bu sivil şiddet biçiminin devlet denetiminde ama resmi kayıt dışı şekilde gerçekleşmesi, Mısır’ın hesap verilebilirlikten kaçınma stratejisini açıkça ortaya koymuştur. Polis güçlerinin doğrudan müdahalede bulunmaksızın saldırganlara alan açması, devletin şiddeti dolaylı biçimde örgütleme kapasitesine işaret etmektedir. Oturma eylemine katılanlar, saldırıların ardından otobüs ve minibüslerle Kahire’ye veya yol kenarlarına taşınmış, herhangi bir yasal işlem yapılmaksızın ülkelerine geri dönmeye zorlanmıştır. Bu durum, Mısır’ın uluslararası tepkileri minimize etmeye çalıştığını ve doğrudan hukuki süreçler yerine denetimsiz yöntemleri tercih ettiğini göstermektedir.
Yaşananlar, yalnızca bir eylemin bastırılmasına değil, aynı zamanda bir güvensizlik ortamının inşasına işaret etmektedir. Sivil görünümlü aktörlerin doğrudan devlet himayesinde devreye sokulması, sadece eylemciler için değil, uluslararası kamuoyu için de ciddi bir güven bunalımına yol açmıştır.
Eylemin Başarısı ve Yöntemsel Değerlendirme
Global March to Gaza, Refah Sınır Kapısı’na ulaşmayı ve Gazze’ye yönelik ablukaya karşı uluslararası bir vicdan tepkisi oluşturmayı amaçlamıştır. Bu fiziksel hedefe ulaşılamamış olsa da eylemin süreç boyunca yarattığı görünürlük ve ortaya çıkardığı siyasal etki, farklı bir etki biçimini gündeme getirmiştir.
Yürüyüş boyunca sosyal medyada paylaşılan görüntüler, açıklamalar ve engelleme anlarına dair kayıtlar, eylemin uluslararası kamuoyunda tartışılmasına katkı sunmuştur. Mısır’ın yürüyüşe karşı sergilediği sert tutum, yalnızca Gazze’deki abluka politikasını değil, bu ablukaya karşı geliştirilen sivil dayanışma biçimlerinin de nasıl bastırıldığını gözler önüne sermiştir. Bu yönüyle yürüyüş, doğrudan hedefe ulaşamamış olsa da engellenme biçimiyle dahi gündem oluşturmuştur.[2]
Organizasyonel açıdan bakıldığında, yürüyüş spontane gelişmeler karşısında stratejik esneklik göstermiştir. Katılımcıların turist kimliğiyle ülkeye giriş yapmaları, küçük gruplar hâlinde hareket etmeleri ve rotaların sürekli güncellenmesi, mevcut koşullara göre uyarlanmış pratiklerdir. Ancak Mısır güvenlik birimlerinin bu esnekliği öngördüğü ve sınırlar boyunca yaygın kontrol noktaları kurarak geçişleri engellediği görülmüştür.
Sahada yaşananlar, sivil toplum aktörlerinin yalnızca örgütlü değil, aynı zamanda dayanıklı ve hızlı uyum sağlayan yapılar kurması gerektiğini ortaya koymuştur. Gece yarısı bir yol kenarına bırakılan eylemciler, devletin görünmez baskı yöntemleriyle nasıl bir belirsizlik ortamı ürettiğine doğrudan tanıklık etmiştir. Bu durum, şiddetin yalnızca fiziksel değil; aynı zamanda psikolojik ve yapısal formlarda da kendini gösterebildiğini ortaya koymaktadır.
Yürüyüşün bastırılmasına rağmen herhangi bir yasal işlem ya da gözaltı sürecinin başlatılmamış olması da dikkate değerdir. Mısır’ın, uluslararası kamuoyu tepkisini gözeterek hukuki süreç işletmekten imtina ettiği, bunun yerine fiilî yollarla eylemi sonlandırmayı tercih ettiği anlaşılmaktadır. Sonuçta, yürüyüş, doğrudan fiziksel başarıdan ziyade, politik teşhir gücü üzerinden etkili olmuş hem Gazze ablukasına hem de bu ablukanın uluslararası destekçilerine karşı güçlü bir etik söylem üretmiştir.
Sonuç ve Genel Değerlendirme
Global March to Gaza, ulaşılmak istenen sınıra fiziksel olarak erişemese de bu engellemenin biçimi ve yarattığı yankı, onu yalnızca bir eylem değil, aynı zamanda uluslararası vicdanın sınır-aşan bir ifadesi hâline getirmiştir. Mısır’ın yürüyüşe karşı uyguladığı müdahaleler; gözaltı yerine fiilî geri göndermeler, polis nezaretinde sivil şiddet ve hesap verilebilirliğin bilinçli biçimde dışına itilen bir baskı mimarisi ile gerçekleştirilmiştir. Bu yöntemler, klasik devlet şiddetinden çok daha belirsiz ancak etkisi büyük bir hibrit bastırma stratejisine işaret etmektedir.
Bu baskı biçimi, yürüyüşün etkisini zayıflatmak yerine çoğaltmış; Refah’ta sınırlandırılan hareketlilik, başka alanlarda yeni biçimlerde ortaya çıkmıştır. Öncesinde, haziran ayının ikinci yarısında Türkiye merkezli sivil oluşumlar tarafından organize edilen Vicdan gemisi, Uluslararası Özgürlük Filosu Koalisyonu çatısı altında Akdeniz’e açılmıştır. Küçük ölçekli olmasına rağmen simgesel anlamı büyük olan bu gemi, 19 Haziran 2025 itibarıyla denize açılmış; taşıdığı insani yardım malzemeleri ve barış yanlısı aktivistlerle birlikte bölgesel dayanışmanın önemli bir halkasını temsil etmiştir.[3] Kuzey Afrika’da başlatılan Sumud Konvoyu, Libya’nın Sirte kentinde engellense de kara yoluyla Filistin’e ulaşma iradesinin başka bir coğrafyada yeniden kurulduğunun göstergesi olmuştur.[4] Benzer şekilde, Haziran 2025’te Norveç merkezli bir inisiyatif tarafından yola çıkarılan Madleen gemisi, Gazze’ye insani yardım ulaştırmak üzere Akdeniz’de ilerlerken uluslararası sularda İsrail tarafından durdurulmuş ve içindeki aktivistler gözaltına alınmıştır.[5] Bu müdahalenin hemen ardından, Uluslararası Özgürlük Filosu Koalisyonu bünyesinde Handala gemisi Avrupa limanlarından Gazze’ye doğru yola çıkmış; yolculuğu boyunca dayanışma etkinlikleriyle desteklenmiştir.[6] Tüm bu deniz girişimleri, Refah’ta engellenen kara yürüyüşünün yeni bir biçime bürünerek denizde devam ettiğini ve Gazze’ye ulaşma iradesinin uluslararası düzeyde canlılığını koruduğunu göstermektedir.
Bu gelişmeler, yürüyüşün başarı kriterlerini yalnızca hedefe varmakla sınırlı tutmamayı gerektirmektedir. Refah’a yürümek bir yöntemdi; ama yürüyüşün kendisi, esas olarak küresel vicdanın harekete geçirilmesiydi. Limanlardan yükselen açıklamalar, sosyal medyada yayılan dayanışma mesajları, sivil toplumun eylemlerine eşlik eden kamuoyu desteği, eylemin sembolik gücünü büyütmüş ve sürekliliğini sağlamıştır. Farklı ülkelerden gelen çağrılar, hükümetlerin ve uluslararası kurumların sessizliğini sorgularken, dayanışmanın sınır tanımadığını göstermiştir.
Bugün Filistin ile dayanışma, yalnızca Refah'ta bekleyen otobüslerin, denizde yol alan teknelerin ya da gönderilen yardımların toplamı değildir. Bu dayanışma; devlet sınırlarını, güvenlik politikalarını ve diplomatik sessizlikleri aşarak şekillenen, uluslararası hukuku ve insan haklarını esas alan bir sivil iradenin sürekliliği olarak okunmalıdır. Global March to Gaza, bu iradenin belirli bir anda somutlaşmış güçlü bir ifadesi olmuş; fiziksel olarak engellenmiş olsa dahi, biçim değiştirerek varlığını sürdürmüş ve yeni dayanışma formlarına evrilmiştir.
[1] Bkz. https://www.aljazeera.com/news/2025/6/10/explainer-what-is-the-global-march-for-gaza-all-about
[2] Örneğin, Reuters’in Mısır’daki uygulamalara dair haberi, katılımcıların uçaklardan bavullarına kadar kontrollere tabi tutulduğunu ve onlarca kişinin sınır dışı edildiğini belgelemiştir. Aynı şekilde, AP News eylemcilerin Kahire yakınlarında oturma eylemi yapmak isteyenlere karşı güvenlik güçlerinin müdahale ettiğini kaydetmiş; bu müdahale görüntüleri sosyal medyada hızla yayılmıştır. Bkz. https://www.reuters.com/world/middle-east/egypt-deports-dozens-more-foreign-nationals-heading-march-gaza-2025-06-13/ & https://apnews.com/article/917954d224c95b12f2550f5bde7f92af
[3] Bkz. https://serbestiyet.com/featured/gazze-ablukasini-kirmak-icin-yola-cikan-yardim-gemisini-israil-malta-aciklarinda-drone-ile-vurdu-30-aktivistin-oldugu-gemi-batabilir-206182/
[4] Bkz. https://www.aljazeera.com/news/2025/6/13/egypt-libya-stop-activists-gathering-for-march-to-gaza-organisers-say
[5] Bkz. https://www.aa.com.tr/en/middle-east/israeli-forces-kidnap-volunteers-on-gaza-bound-ship-madleen-freedom-flotilla-coalition/3591944 & https://www.reuters.com/world/middle-east/freedom-flotilla-coalition-says-alarm-sounded-its-gaza-bound-ship-2025-06-08/
[6] Bkz. https://www.middleeasteye.net/live-blog/live-blog-update/handala-ship-sail-towards-gaza-sunday
Vildan Kadıoğlu Sarıyaşar
Vildan Kadıoğlu Sarıyaşar, lisans eğitimine İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji (İngilizce) bölümünde başlamış, bu süreçte Hukuk Fakültesi’nde çift anadal programına kabul edilmiştir. Sosyoloji bölümünü aynı üniversitede tamamlamış, üniversitenin k...