IGMG Başkanı Kemal Ergün: Avrupa Artık Müslümanların Vatanı Olmuştur
İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) üniversiteli birkaç gencin kurduğu bir kampüs mescidi olarak ortaya çıkmış. Eğitim ve öğretim, IGMG’nin kuruluş aşamasında önemli bir yerde duruyor. Bugün bütün Avrupa’da yaygın ve etkin bir teşkilat olan IGMG Avrupa’da eğitime katılımda nasıl bir rol oynuyor? Müslüman topluluklar için belli dezavantajların telafi edilmesini nasıl sağlıyor?
Sadece Avrupa’da değil, Balkanlarda, İskandinav ülkelerinde, Japonya’da, Kanada’da, Avustralya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde insanlarımıza hayatın terkibinde ne varsa hepsini kuşatmaya çalışan, çeşitli hizmetler sunmanın gayreti içerisindeyiz. Bu zikretmiş olduğum coğrafyalarda cemiyetlerimiz, eğitim kurumlarımız, okullarımız, enstitülerimiz ile insanlarımıza hayat boyu eşlik eden bir hizmet yelpazesine sahibiz. İnsanlarımızla anaokulundan başlayan, ortaöğretimde ve üniversite hayatında devam eden bu birliktelik hayatın diğer alanlarında da devam ediyor. Yetişkin eğitiminden, engelli kardeşlerimize sunulan hizmetlere varıncaya kadar kapsamlı ve derinlikli hizmetler sunma gayretindeyiz.
İslam’ın ahlaki değerlerini bireysel ve toplumsal düzeyde yaşayan ve yaşatan, bu değerleri gelecek nesillere güzel örnekliklerle miras bırakmayı hedefleyen nesillerin yetişmesi en büyük gayemiz. Bu hususta cemiyetlerimiz ve kurumlarımız önemli işlevler görüyor. Almanya gibi ülkelerdeki istatistik verilerinin de gösterdiği gibi, gençlerin kriminalize olup tehlikeli akımlara kendilerini kaptırması önünde en büyük engel ve güvence cemiyet ve kurumlarımızdır. Veriler bunu doğruluyor. Zira gençlerimiz başta olmak üzere insanlarımıza itidalli bir yol ve yaşam tarzı çiziyor ve Müslümanca bir perspektif kazanmalarına olanak sağlıyoruz.
IGMG göçmenlerin kurduğu bir teşkilat ancak zamanla artık bulunduğu toplumla bütünleşen bir hüviyete büründü. Avrupa toplumunda IGMG’nin yerelleşen kimliği hem Avrupa hem Müslümanlar içinde ne gibi zorluklar ve fırsatlar ortaya çıkardı?
Avrupa’ya misafir işçi olarak gelen bir topluluğun misafirlik psikolojisinden sıyrılıp yerli ve asli unsur olma psikolojisine bürünmesi uzun ve çetin bir süreçle oldu. Çok boyutlu bu süreç tamamlanmış da değil. İnsanlık tarihi böylesi göç örnekleriyle doludur. Birçok göç hikâyesinin kalıcılıkla sonuçlandığını görüyoruz. Yarım asırlık bir maziye sahip olan camiamızda özellikle 90’lı yılların sonu itibarıyla belirgin bir dönüşüm süreci başlamıştır. Kendini misafir veya gurbetçi olarak görenlerin oranı gittikçe azalıyor. İnsanımız sadece söz düzeyinde değil toplumsal hayatın her alanında yer alarak içinde yaşadıkları toplumların asli unsurları olduklarını gösteriyorlar. 90’lı yıllarda gelinen yer bir kırılma noktasıydı ve elbette birtakım zorlukları ve tartışmaları beraberinde getiren bir süreçti. Ancak burada yaşayan milyonlarca insanımızın çocukları artık bu coğrafyada kalıcıdır ve bu coğrafya artık onların vatanı olmuştur.
Burada yaşayan insanlarımız için gurbetçi tabiri doğru bir tanımlama olmaktan çıkmıştır. Vatan bilinen bu yeni coğrafyalarda insanlarımızın dilini ve dinini muhafaza ederek gelecek nesillere aktarabilmeleri için atılacak adımları planlamak ve hayata geçirmek teşkilatımızın temel görevlerindendir. Zira 2011 yılı itibarıyla başlattığımız yıllık İnfak Kampanyaları ile bulunduğumuz ülkelerde külliye, yurt, eğitim merkezi, okul veya Müslüman mezarlığı gibi yüzlerce müessese inşa ettik ve etmeye devam ediyoruz. İslami kimliğin bu topraklarda kurumsallaşarak kökleşmesi ve kalıcı hâle gelmesi için bu adımları atıyoruz. Buraları vatan edinmeden misafir psikolojisi ile bunları başarmak asla mümkün değil. Sizler de görüyorsunuz, defin için Türkiye’yi değil bu yeni vatanları tercih edenlerin sayısı artıyor. Bu önemli bir göstergedir.
Millî Görüş ifadesinin başında yer alan “İslam Toplumu” ne ifade ediyor? İslam Toplumu ifadesinde IGMG’nin kapsayıcılık ve çoğulculuk ilkelerini bulabilir miyiz?
Biz İslam ümmetinin ve insanlığın dertleriyle dertlenmeyi temel esas edinmiş olan bir teşkilatız. Temel esaslarımızın başında ümmete hizmet etmek gelir. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor: “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Bu muhteşem hadis-i şerif teşkilatımızın varlık sebebini özetliyor. Dünyanın hangi coğrafyası olursa olsun, Müslüman kardeşlerimizin sorunları ve sıkıntıları bizim sıkıntılarımızdır. Zira Müslümanlık bizim ana kimliğimizdir. İnsanları etnik kökenine, ten rengine veya diline göre asla kategorize etmeyiz. İsmimizdeki İslam Toplumu ibaresi bunu ifade ediyor. Camiamız bundan dolayı sadece bulunduğu ülkelerdeki insanlara değil, kıtalar ötesindeki kardeşlerine de elini uzatmayı en temel vazife biliyor.
Teşkilat olarak birkaç yıl evvel Arakan’da Müslümanların yaşadığı soykırımın durması için dünyanın sayılı akademisyenlerini ve siyasilerini Köln’de bir araya getirdik ve Arakan Konferansı’nı düzenledik. Arakan’daki Müslümanların uluslararası mahkemelerde haklarını arama konusunda en büyük destekçileri olduk. Geçtiğimiz yılın kasım ayında Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda Uygur Türklerinin maruz kaldığı soykırımı dünya gündemine taşımak üzere Uluslararası Uygur Forumu’nu düzenledik. Dünyanın önemli siyasileri ve akademisyenleriyle iki gün süren bu forumda Uygur Türklerine karşı uygulanan bu insanlık suçunu durdurmaya yönelik bir eylem planı çıkardık. Tüm bu bunları hangi saiklerle yapıyoruz? Efendimiz (s.a.v.)’in o hadis-i şerifinde tarif ettiği mümin vasfına erişmek ve Allah’ın rızasını kazanmak için yapıyoruz. Dünya mazlumlarının yanında olmak ve onlara elimizi uzatmak bizim için cihad ibadetidir. Ümmete hizmet gayreti ve cihad anlayışımız temel esaslarımızın başında gelmektedir.
Almanya’dan İskandinav ülkelerine, Amerika’dan Japonya ve Avustralya’ya kadar geniş bir bölgede teşkilatlanmanız mevcut. Bu geniş coğrafyada, yerleşik toplumsal hayata ve siyasi temsil makamlarına en zor katılım nerelerde yaşanıyor?
Yaşadığımız toplumlarda dine dair olumsuz yaklaşım çok yaygın değilse, din-devlet ilişkilerine dair oturmuş bir gelenek varsa, dinî kurumların sosyal alanda, eğitim, bakım, sağlık alanlarında katılımı mümkünse ve teamüller oluşmuşsa, o vakit bizim camilerimizin ve kuruluşlarımızın o toplumda katılım sağlamaları diğer yerlere nispeten daha kolay olabiliyor. Bu anayasal, yapısal ve tarihî faktörlerin kendi başına yeterli olmadığı durumlar da olabiliyor. Mesela İslam düşmanlığının yaygın olduğu yerlerde veya zamanlarda anayasal katılım hakları ve din-devlet ilişkilerindeki oturmuş gelenek bizim katılım haklarımızı koruyamayabiliyor.
Bu tür gelişmelere dair son yıllar için Avusturya’dan örnek verebilirim. Avusturya din-devlet ilişkileri konusunda uzun yıllar önce yerleşmiş ve özellikle Müslümanların katılımını destekleyen çok iyi yasal ve tarihî şartlara sahip. Hatta Avrupa’da bu konuda en olumlu şartlara sahip ülke olduğunu söyleyebiliriz. 2000’li yılların başlarına kadar Avusturya’da Müslümanların katılım şartları diğer Avrupa ülkelerine nispeten çok daha iyiydi. Avusturya’yı birçok yerde örnek gösteriyorduk. Ancak 2000’li yılların başlarından itibaren yaygınlaşmaya başlayan İslam düşmanlığı ve İslam ve Müslümanlara dair mesafeli yaklaşım bu ülkede Müslümanların yaşamını ciddi bir şekilde zorlaştırdı. 20 yıl önce Müslümanlar için en yaşanabilir bir ülke olan Avusturya 10-15 yıl gibi kısa bir sürede bu olumlu imajının çok ama çok gerisine düştü.
Tabii madalyonun bir de öbür yüzü var. Bizler tüm coğrafyalarda aynı şekilde, güçte, içerikte, yaygınlıkta iletişim, katılım programları ve eylemleri sergileyemiyoruz. 50 yıl öncesine baktığımızda çok büyük mesafeler kat edildi. Ancak yeterli değil. Azimle çalışmaya devam ediyoruz.
IGMG içinde gençlik ve kadın faaliyetleri ayrı bir yerde duruyor. Gençleri ve kadın çalışmalarını önemsemenizin temel sebepleri nelerdir? Batı medyası tarafından “haklarından yoksun” gibi lanse edilen imajına karşı sizler Avrupa’da nasıl bir Müslüman kadın profili görüyorsunuz? Müslüman kadınlar Avrupa’da sosyal hayata giderek daha çok katılabiliyor mu?
Müslüman kadınların güçlenmesi ve toplum içerisinde bağımsız bireyler olarak yer almaları teşkilatımız içerisinde senelerdir yerleşik olan bir vizyon. Kadınların teşkilatımız içerisindeki yeri de bu vizyondan hareketle şekillenmiş durumda. Kadınlar Teşkilatımız ve Kadınlar Gençlik Teşkilatımız, aynı Ana Teşkilatımız ve Gençlik Teşkilatımız gibi bu teşkilatı bugüne getiren esas unsurlardan ikisi. Camilerimizin her kademesinde genç ve yetişkin kadınların ortaya koyduğu artı değeri daha da parlatmak, onların temsil imkânlarını güçlendirmek bizim için hem bir toplumsal sorumluluk hem de bu yaklaşım bizim dinî anlayışımızdan ve istişare geleneğimizden besleniyor.
Bugün Avrupa’da bulunan yüzlerce camimizin hepsinde, erkeklerin olduğu kadar kadınların da ilmek ilmek emeği vardır. Genelde görünmeyen bu emek, takdire ve kendisinden sıkça bahsedilmeye layıktır. Teşkilatımızın aktif olduğu ülkelerin birçoğunda Müslüman kadına yönelik genellemeci ve yanlış hükümler, ne yazık ki köklü tarihsel arka planlara dayanıyor. Müslüman kadınlar bir yanda bu yargılayıcı yaklaşımlarla mücadele ederken ve her gün başörtüleri ya da dinî kimlikleri nedeniyle çeşitli ithamlarla, zaman zaman saldırılarla karşılaşırken, diğer yanda bizlerin Müslüman kadınların kendilerini gerçekleştirebilecekleri, İslami kimliğin herhangi bir kınama ya da dışlamaya maruz kalmadan sırtlanılabileceği alanlar oluşturmamız gerekiyor.
Teşkilatımızın özellikle (genç) kadınlara bu alanları sunan, onları eğitim, iş, sivil toplum çalışmaları ve siyaset alanında destekleyen bir yapıda olması bizim için çok önemli. Aynı şekilde gençlere yönelik bakışımız da gençliğin “atlatılması gereken bir ara dönem” olduğu kabulüne dayanmıyor. Bizim teşkilatımızda gençler, kendi teşkilat yapılanmalarına sahiptir. Sorumluluk alırlar, proje geliştirir ve uygularlar. Toplumda pozitif dönüşümün öncüsü olurlar. Bizim görevimiz de onların kanatlarını kavileştirmek, onlara alan açmak, tökezledikleri yerlerde önlerindeki engelleri ortadan kaldırmaktır.
Avrupa’da yaşayan Müslümanlar hâlâ İslamofobi ve çeşitli ayrımcılıklara maruz kalıyor. Ancak bunun yanında Avrupa’nın İslamlaşmasına yönelik izlenimler de mevcut. Müslümanların sosyo-politik ve ekonomik hayata katılımlarını göz önüne aldığımızda Avrupa’da Müslümanların potansiyelini nasıl görüyorsunuz? Müslümanların Avrupa’nın daha adil ve ilkeli bir geleceğine yönelik ne gibi katkıları olabilir?
Allah (c.c.) âlemlerin rabbidir. Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v)’i de âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Yani Allah sadece Müslümanların rabbi, Efendimiz de sadece Müslümanlara gönderilmiş bir elçi değildir. Biz Müslümanlara düşen her işte, her alanda, her zaman bu bilinçle duymak, düşünmek ve eylemektir. Her insan teki mukaddestir. Rabbimizin üflediği ruh her insandadır.
Bu açıdan baktığımızda soruyu “Müslümanların potansiyeli” değil de “insandaki potansiyeli” merkeze alarak sorduğumuzda muhteşem bir tablo ortaya çıkar. Dünyanın neresinde olursa olsun insanda muhteşem bir potansiyel var. Bizler bu nimet içindeyken tüm insanlara bu potansiyele sahip olmaları sebebiyle hürmet ve hizmet etmek ile şükrümüzü yerine getirmeye çalışıyoruz. Ayrımlar, ayrımcılıklar, hukuksuzluklar bu zaviyeden bakınca mücadele şevkimizi artırıyor. İnsan ile İslam arasındaki harici ya da dahili engellerin kaldırılması, yanlışların tashih edilmesi için tüm gayretimiz.
İnsan onuruna yakışır haller için bizlerin her alanda güzel örnekler olarak toplumda yer alması ve görünür olması gerekir. Ancak bu dedemizin geldiği köyün âdetlerini yaşatmak, bunlarda ısrar etmek gibi asabiyet içeren, sığı tutumlarla değil tüm insanlığı kuşatan Peygamber Efendimiz’in güzel örnekliğinden ilhamla bugünü, anı yaşamaya çalışan, zamanın gerisine düşmemiş, geleceğin kaygılarına boyun eğmemiş, laf cambazlığından medet ummayan, söz üreten, iş üreten Müslümanlarla mümkündür. Biz bu niyetle çalışıyoruz. Yaşadığımız toplumun ürettiği değerleri, tarihsel tecrübesini anlamaya çalışan, değerlendirebilen bir perspektife sahibiz.
Avrupa’nın İslamlaşması ya da topluma katılımı hangi veriler ve göstergeler üzerinden takip ediyor ve okuyoruz? Bunların tekrar tekrar düşünülmeye ihtiyacı var. İstatistikleri, sayıları, propaganda girdabına kapılmış yüzeysel, ayrıştırıcı ya da hamasi söylemleri, popülist siyasal gündemi iyi inceleyip insanın kıymeti, değerlerimiz ve ahlak zemininde kesintisiz bir tefekkür eylemiyle tüm toplumla, toplumun tüm katmanlarıyla sağlıklı bir iletişim kurmalı, yardımlaşarak, üreterek, bölüşerek ve düşünerek yaşamalıyız.
IGMG olarak doğrudan politik hedefleriniz olmadığı gibi İslam dininin kamusal hayattan dışlanmasına da karşısınız. Avrupa Müslümanları ve genel olarak tüm Müslüman toplumların siyasete katılımda, karar alma mekanizmalarına etki etmek için mutedil davranış kalıpları neler olmalı?
Her şeyden önce kişi kendisini o toplumun bir parçası olarak görmeli ve gurbetçi psikolojisini aşmalı. Evet, biz Müslümanız ve azınlığız. Dinî konularda ve günlük yaşamda ayrıştığımız konular var. Ama aynı zamanda bileştiğimiz çok sayıda konu da var: İnsan hakları veya ırkçılıkla mücadele gibi. Bu şunu getiriyor: Kendimizi dinî ve kültürel farklılıklarımızla birlikte o toplumun tabii bir parçası olarak görmez, kendimizi hâlâ gurbetçi veya diaspora olarak daraltıcı, sınırlayıcı, bir göç sürecinin içinde sıkışıp kalmış bir pozisyonda görürsek, bu bizim katılım konusunda ve kamusal alanda var olma konusundaki motivasyonumuza ve azmimize olumsuz anlamda yansıyacaktır.
Bununla birlikte ikinci bir sorumluluk alanı da doğuyor: Kamusal alanda varlık göstereceksek, bunu sadece Müslümanları ilgilendiren konularla sınırlı bırakmamak gerekiyor. Yani katılımımız sadece helal tüketim, cami inşaatı için izin alma tartışmaları veya başörtüsü tartışmalarına katılım ve kamusal alanda bu konular üzerinden varlık göstermekle sınırlı olmamalı. Ülke ekonomisi, ülkedeki sağlık sistemi, ülkenin emeklilik sistemi, çevrecilik konularında da aynı şekilde kamusal alanda bir görüş sahibi olduğumuzu gösterebilmemiz gerekiyor. Sadece kendi işine gelince söz alan bir aktör, toplum içindeki konumunu sorgulatır. Sadece çoğulcu toplum sorgulamaz, bir zaman sonra bunu kendi cemaatin de yapmaya başlar.
Bir diğer husus da şu: Her ne kadar bulunduğumuz ülkelerde azınlık durumunda olsak da bu ülkelerdeki anayasal katılım imkânları büyük bir çeşitlilik sunuyor. Katılım sadece meclisteki oylamayla sınırlı değil. Sırf bununla sınırlı kalsaydı, işimiz çok zor olurdu. Seçimlerde veya meclis içi bir oylamada bir azınlık ne kadar etki kurabilir ki? Ondan çok daha önce ve ondan sonra da farklı alanlarda katılım sağlayabileceğimiz, kendi meramımıza dikkat çekebileceğimiz alanlar ve imkânlar var. Bunların farkında olup bu alanlarda etkin olmaya çalışmalıyız.
Müslümanlar kendileri siyasi parti kursa azınlık olduklarından dolayı bu parti hiçbir alanda rekabet edemez durumda olur. Müslümanlar sendika kursa, bu da Müslüman çalışanların haklarını yeterince savunabilecek durumda olmayacaktır. Zira diğer sendikalara nazaran daha zayıf bir potansiyele sahip olacaktır. Müslümanlar hukukçu, doktor, mühendis gibi meslek gurupları kursalar, bunlar çoğulcu toplumun meslek grupları ile aynı etkiye sahip olamayacaktır. Müslümanların kuracağı bir futbol kulübü uzun vadede dahi Bayern Münih, Barcelona veya Arsenal gibi güçlü olamayacaktır. Bunlar olmasın demiyoruz, ama etkileri hep sınırlı kalacaktır. Bunun bilincinde olarak ve bu etki alanını kabul ederek bu tür teşebbüslerde bulunulabilir.
Eğer kamusal alanda varlık göstermek ve bunu toplumu ilgilendiren çok farklı alanlarda yapmak istiyorsak bunu en verimli şekilde mevcut yapılara dâhil olup oralarda varlık göstererek, oralarda Müslümanların meramlarına dikkat çekebileceğimiz pozisyonlara gelerek yapabiliriz. Yani mevcut partilerde aktif olarak, mevcut sendikalara katılım sağlayarak, mevcut meslek gruplarına girerek bunu başarabiliriz. Bu da dinî konularda sağlam bir bilinç alt yapısına sahip olmanın yanında bu ortamlarda diğer insanların beklentilerine dair bir farkındalık, onlarla yakınlık, partnerlik anlayışını, ortak noktalar bulunamadığında ise yapıcı bir tenkit anlayışını gerektiriyor.
IGMG’nin misyonunu “Biz ümmetin ve insanlığın dertleriyle ilgilenen bir teşkilatız.” şeklinde tanımlıyorsunuz. Müslüman toplulukların ümmet genelinde siyasi ve sosyal katılımını yeterli buluyor musunuz? Ne yapmak gerekiyor?
Hayır, yeterli bulduğumuzu söylememiz mümkün değil. Bulunduğumuz ülkelerde ülke ekonomisi, ülkedeki eğitim sistemi, sosyal meseleler ve çevrecilik gibi konulara dâhil olup perspektif çizen bir noktaya erişmemiz lazım. Edebiyat ve sanat alanında ortaya bir tasavvur koyma yetisini kazanmamız lazım. Yeryüzünde yaşanan ve yüzleşmekte olduğumuz iklim krizi karşısında Müslümanlar olarak insanlığa ne vadediyoruz? Küresel kapitalist sistemi en ağır şekilde eleştirdiğimiz kadar, çözüm hususunda insanlığa ne sunabiliyoruz? Sorunuzda dile getirdiğiniz siyasi ve sosyal katılımdan önce siyasi ve sosyal bir perspektif geliştirmemiz gerekiyor.