Göçü Yönetmek: Dr. Mehmet Köse’yle Söyleşi
Türkiye jeopolitik konumu itibarıyla karma göç dalgalarının merkezi noktalarından biri ve bu durumun ilerleyen yıllarda da böyle seyredeceği ön görülüyor. Bu bağlamda Türkiye’nin göç politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, belirttiğiniz gibi Türkiye jeopolitik konumu nedeniyle insan hareketlilikleriyle sürekli muhatap olmaktadır. Bu süreklilik modern dönemle sınırlı olarak düşünülmemelidir. Coğrafya’nın sahip olduğu özellikler göçlerde ve çeşitli insan hareketlilikleri üzerinde etkilidir. Türkiye’nin tarih boyunca önemli medeniyet gelişim alanlarının merkezinde yer alması da bununla bağlantılıdır. Göç hareketlerini sadece coğrafi özellikle ilişkili ifade etmek tabii ki yeterince açıklayıcı olmaz. Siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmeler de bu insan hareketliliklerinde belirleyicidir. Yani bir ülke siyasi istikrar, ekonomik gelişme, kültürel zenginlikler ve bilimsel dinamizme sahip olduğu takdirde insanları çeker. Örneğin, Avrupa ülkeleri son yüzyılda göç alan ülkeler olarak karşımıza çıkmaktadır ama bu ülkeler önceki yüzyıllarda sürekli göç vermiştir. Sadece on altıncı yüzyıl ile yirminci yüzyıl arası döneme bakarsanız Afrika, Asya, Rusya ve Amerika kıtası Avrupalı göçmenlerin hedef coğrafyaları olmuştur. Mesela Rusya’ya göçlerde, 18. yüzyılda Katerina’nın teşvik politikalarıyla kendi ülkelerindeki dinî ve kültürel baskılar etkili olmuştur. Bu dönem kitlesel göçlerde başı çeken Almanya bugün en geniş diasporaya sahip olan ülkelerin başında gelmektedir. On dokuzuncu yüzyıldaki Güney ve Kuzey Amerika’ya yönelen İtalyan göçleri de siyasal ve toplumsal krizlerin etkisinden kaçmak, toprağa ve ekonomik fırsatlara erişmek amacıyla gerçekleşmiştir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren göç trendi tersine dönmüştür. Savaşların ve bağnazlığın sınırlanması, siyasal istikrarın ve ekonomik ilerlemenin yaşanması Avrupa’yı insan hareketliliklerinde tercih edilen bölge haline getirmiştir.
Benzer tecrübeler bizim coğrafyamızda da yaşanmıştır. Ekonomik, siyasi ve dinî saiklerle Anadolu’ya yerleşen Türk toplumu, burada kaynaşarak medeniyet inşa etmiştir. Geliştikçe yeni insan hareketlilikleriyle muhatap olmuş, hatta göçü teşvik etmiştir. Türkiye’nin sadece yakın dönemdeki göç hareketlerine bakarsanız yine benzer tecrübeleri göreceksiniz. Kitlesel dış göçün başladığı 1960’lı yıllar, ülkenin ekonomik olarak güç durumda olduğu, aktif işgücü nüfusunun dörtte üçünün açık ve gizli işsiz olduğu bir dönemdir. Kamu finansman yapısının dış yardıma muhtaç olduğu o yıllarda yatırım ve istihdam oluşturucu kaynaklar da henüz oluşmamıştı. Bu nedenle vasıflı ve vasıfsız yoğun dış göçler Türkiye’nin uzun dönem siyasi ve ekonomik olarak gündeminde yer almıştır.
2000’li yıllardan önce insani ve doğal krizlerle sınırlı göçler bu dönemde çeşitlenmiştir. Entelektüeller, bilim adamları, siyaset ve devlet adamları, yatırımcı ve girişimcilerle çeşitlenen bir profil Türkiye’yi tercih etmiştir. Genç beyinlere bakarsak, 30-40 yıl öncesinde 5-10 bin olan uluslararası öğrenci sayısı 300 bini geçmiştir. Siyasi istikrar ve ekonomik gelişme Türkiye’nin dünyadaki algısını ve bölgemizdeki konumunu önemli ölçüde iyileştirmiştir. Sosyo-kültürel dinamizm, bilim ve teknolojik gelişmeler yine bu dönemde hızla artmıştır. Tabii bununla beraber çevre ülkelerde yaşanan krizler dolayısıyla zorunlu nedenlerle yaşanan sığınmacı göçü de Türkiye’de önemli orandadır. Bu dönem aynı zamanda özellikle turizm, eğitim ve ticari alanlarda Türk toplumunun da uluslararasılaşma ivmesinin arttığı yıllardır. Bazen bu gelişmeler arasından sadece ekonomik fırsatlar göçmen çeker. Ancak bu örnekteki ülkelere yönelen göçler, çok büyük oranda sadece mevsimlik/dönemlik iş gücü hareketliliği olarak görülmektedir. Dikkat edilirse bu kategoride değerlendirilebilecek ülkeler daha çok rantiyer ekonomiler ve sosyal sınıfların kapalı ve mesafeli olduğu ülkelerdir. Körfez ülkelerini bu kategoride değerlendirebiliriz. Bu ülkeler ihtiyaç duyduğu nitelikli göçü çekebilmek için çok ciddi ekonomik imkanlar sunmakta ancak bu şekilde nitelikli göçmen ihtiyacını karşılayabilmektedir.
Özetlersek jeopolitik konum insan hareketliliklerinde önemli bir etkendir. Ancak tek başına yeterli değildir. Jeopolitik konum transit göçe muhatap olur veya krizler dolayısıyla sığınmacı göçüyle ilintilidir. Göçmen çekebilmek ise ancak pozitif gelişmelerle sağlanabilir. Bu bağlamda Türkiye’nin son yıllarda aldığı göçler ülkede 2000’li yıllarda yaşanan siyasi ve ekonomik iyileşmelerle bağlantılıdır. Suriye’deki kriz dolayısıyla yaşanan sığınmacı göçü üzerinden Türkiye’deki göç hareketliliğini okumak yanlış olacaktır. Türkiye benzer şekildeki sığınmacı göçünü son 300 yıldır yaşamaktadır. Bu da ülkemizin tarihi ve kültürel geçmişi ve toplumsal bağlarıyla çok yakından ilişkilidir. Yaşanan bu kitlesel göçler ister Balkanlar’dan ister Kafkasya’dan isterse Orta Doğu’dan olsun Türkiye’nin tarihi ve toplumsal bağlarıyla yakından ilgilidir.
Bu ifadeleriniz göç hareketliliklerini olumlu gelişmeler olarak kabul ettiğinizi mi gösteriyor?
Aslına bakarsanız evet. Tabii burada zorunlu nedenlere dayalı göç hareketlerini ayrıştırmamız lazım. İnsanlar hayati tehlike ile karşı karşıya kaldıklarında hemen en yakınlarındaki ülkeye sığınırlar, burada önemli faktör tehditlerden bir an önce uzaklaşmadır. Bangladeş’e sığınmak zorunda kalan Arakanlılar, Mısır ve çevre ülkelere giden Sudanlılar gibi çok örnek sayabiliriz.
Gelişmek isteyen ya da gelişmesini sürdürmek isteyen her ülke bütüncül göç yönetimine sahip olmak zorundadır. Bugün Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerin yarıdan fazlasının göç yönetimine sahip olduğunu görürsünüz. İhtiyaç duyulan insan kaynağını çekmek için ülkeler arasında rekabet gittikçe artmaktadır. Göç yönetimlerinin detaylarına indiğinizde hedef kitlelerde ve süreçlerde motivasyon farklılıklarına mutlaka rastlarsınız. Popülist yaklaşımlardan uzak durabilen ya da bu tarz baskıları yönetebilen her ülke göç yönetimine yatırım yapmaktadır. Ukrayna’da yaşanan savaş sonrası Batı ülkelerinin zaman kaybetmeden her türlü imkânı seferber ederek Ukraynalı göçmenleri çekmek için rekabete girmesini sadece sosyo-kültürel yakınlıkları olan Ukraynalılarla dayanışma olarak okumak yetersiz kalacaktır. Gelişmelerini sürdürebilmek ve demografik daralmanın üstesinden gelmek için toplumlarına anlatmakta zorluk yaşamayacakları bir göçmen profili ile karşılaştıkları için bu fırsata dört elle sarılmışlardır.
Popülist yaklaşımlardan uzak durabilen ya da bu tarz baskıları yönetebilen her ülke göç yönetimine yatırım yapmaktadır.
Burada esas olan göç yönetimine sahip olmaktır. Düzensiz göçü engellemek de göçün risklerini en aza indirmek de pro-aktif göç yönetimine sahip olmayı gerektirir. Düzensiz göçü kontrol altına almak da göç yönetiminin temel başlıklarından birisidir. Duvar inşa etmek ya da kapıları kapatmak göç yönetimi olarak ifade edilemez.
Göç yönetimini biraz açar mısınız? Göç yönetiminden ne anlamalıyız?
Göç yönetimi, göç politikası geliştirmeyi, göç stratejilerini belirlemeyi, düzensiz göç ve kitlesel göç hareketlerini kontrol altına almayı ve yönetmeyi, göçmen failliğini gözetmeyi, sosyo-ekonomik ve hukuki entegrasyonla toplumsal kaynaşma adımlarını etkin şekilde planlamayı içeren çok geniş alandaki sorumlulukları içermektedir. Sadece vize ve sınır dışı işlemleri ile sınırlı görülen ya da düzensiz göçü engellemeye odaklı göç yönetimi başarı sağlayamadığı gibi ülkeye siyasi, diplomatik ve ekonomik maliyet oluşturur. Göç yönetimi bu anlamıyla bütüncül bir yaklaşımı gerektirir.
Göç yönetiminin birinci basamağı doğal olarak göç politikasına sahip olmaktır. Göç politikası, göç yönetiminin kritik bileşenidir ve başarılı bir göç yönetimi için kuşatıcı, dinamik ve katılımcı olmalıdır. Göç politikasının oluşturulması ve düzenli olarak revize edilmesi veri ve bilgi esasında olmalıdır. Bu bağlamda detaylı ve sağlıklı veri geliştirilmesine yatırım yapılması zorunludur. Esasında kamu yönetiminin verimliliği veri sisteminizin düzgün ve şeffaf olmasına bağlıdır. Göç politikasına girdi oluşturacak veriler; doğum oranları, yaşlanma ve işgücü ihtiyacı gibi demografik istatistikler, ekonomi sektörleriyle ilgili veriler, Türkiye ve çevre ülkelerindeki düzenli ve düzensiz insan hareketlilikleri gibi istatistikler hem göç ihtiyacını hem de kontrol dışı göç hareketlilikleriyle ilgili yol haritasını belirlemek için elzemdir. Türkiye’de bugün doğum oranı %1,5 oranına düşmüş durumla. Normal de olması gereken %2,1 iken buraya düşen doğum oranı Türkiye için alarmdır. Siyasi, sosyal ve ekonomik sektörlerin görüşlerinin de yer aldığı katılımcı süreçler göç yönetiminde sahiplenmeyi getirir. Göç, insana dair olduğu için durağan politikalarla yönetilemez, periyodik olarak politikaların revizesine ihtiyaç duymaktadır.
Göç, insana dair olduğu için durağan politikalarla yönetilemez, periyodik olarak politikaların revizesine ihtiyaç duymaktadır.
Göç yönetimin en kritik aşaması ülke sınırları içerisine girdikten sonra başlayan süreçtir. Bu süreci insan ve toplum faydasını esas alarak yürütmek toplumsal kaynaşmanın sağlanması, göçün faydasını maksimize ederken risklerini minimize etmenin şartı olarak görülmelidir. Bu bağlamda çalışma hayatına erişim, kabiliyet ve mesleklerini icra edebilecekleri altyapının oluşturulması, fırsatların sağlanması göçmenlerin hem faydasını hem de toplumsal kaynaşmasını temin edecektir. Bu çerçeveden baktığınız zaman meslek icrası ve çalışma hayatına dahil olunmasında ikamet esasına göre yasal düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Türkiye’nin kalkınma planlarında, hükümet programlarında ve stratejilerinde vurguladığı nitelikli göçü teşvik etme politikasının başarısızlığı meslek icrası ve çalışma hayatının kapalı olmasıyla alakalıdır. Göç yönetiminde başarılı ülkelerin hepsinde çalışma hayatına dahil olmada vatandaşlık değil ikamet esastır. Hatta bazı ülkelerde vergi verme esastır, ikametin yasallığı bile sonra gelir. Nitelikli göçü ülkeye çekebilmek için turkuaz kart çıkarılmıştır fakat bu politikanın başarılı olabilmesi nitelikli kişilerin niteliğine uygun istihdam kapısının açık olmasını gerektirmektedir. Ayrıca, turkuaz kart uygulamasının yasal düzenlemeleri neredeyse 10 yıl önce yapılmış olmasına rağmen program duyurulmadığı için neredeyse yok gibi davranılmaktadır ve bugüne kadar sadece bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kişi idari kararla bu uygulamadan yararlanabilmiştir. Değerlendirme sürecinin başlayabilmesi için uygulamanın başvuruya açılması gerekir. Bugün geldiğimiz noktada sürecin akamete uğraması nedeniyle alanında gayet başarılı bir akademisyen üniversitede öğretim üyesi veya bölüm başkanı olamamakta. Ülkeye nitelikli göçmen olarak gelmiş, ikamet almış, örneğin Harvard’da bölüm başkanlığı veya dekanlık yapmış bir kişi Türkiye’deki üniversitelerde ancak birer yıllık sözleşmeli olarak çalışabilmektedir. YÖK uygulamasına göre göçmen akademisyenlerin oranı toplam öğretim personelinin %2’sini geçmemelidir. Halbuki Oxford üniversitesinin hocalarının üçte birinden fazlası yabancı uyrukludur. Birçok önde gelen üniversite de benzer oranlara sahiptir. Birçok meslek dalında da aynı durum söz konusudur, çalışma izni alınırken meslek yasalarından kaynaklı sorunlar yaşanmaktadır. Diğer taraftan çalışma yasalarındaki “bağımlı çalışma izni” de bu açıdan sorunludur. Genel uygulamanın “bağımsız çalışma izni” olması gerekmektedir. Göçmen politikasında esas, göçmenlere bağımsız çalışma izni verilmesi ve iş piyasasında en uygun yerlere başvurabilmesinin önünün açılmasıdır. Dünyada bağımlı çalışma izni sektör bazlı ve yerleşim bölgeleri esaslı teşvik edilmektedir, genel kural olarak uygulanmamaktadır.
Türkiye’nin kalkınma planlarında, hükümet programlarında ve stratejilerinde vurguladığı nitelikli göçü teşvik etme politikasının başarısızlığı meslek icrası ve çalışma hayatının kapalı olmasıyla alakalıdır.
Göç yönetiminde başarının bir diğer esas unsuru eğitim politikalarıdır. Eğitim politikalarında iki yönlü eylem gerekir: Yalnızca ülkeye yeni gelen nüfusun uyumu değil aynı zamanda yerleşik toplumun anlayışını ve kabul kültürünü de zenginleştirecek şekilde paradigma inşası gereklidir. Eğitim sistemi, özünü tanıyan ve dünyayı anlayan insan yetiştirmeyi hedef alacak, kültürel çeşitliliği okul ortamına yansıtacak, toplumdaki sosyal grupların temsil edildiği ve kapsayıcı müfredata sahip ve bu anlayışı içselleştirmiş ve buna göre yetişmiş öğretmenlerle donatıldığı takdirde göç yönetimi toplumsal zenginleşmeyi sağlar. Türk toplumunun göçlerle harmanlanarak oluştuğunu göz önüne alırsak eğitim müfredatı ve öğretisi Gümülcine’yi, Kırcaali’yi, Üsküp’ü, Yeni Pazar’ı, Akmescit’i, Mohaçkale’yi, Hive'yi, Buhara'yı, Semerkant’ı, Musul’u, Kerkük’ü Erbil’i, Şam’ı, Halep’i ve diğer coğrafyaları edebiyatıyla, tarihiyle, kültürüyle içermesi lazım ki çocuklarımız, toplumumuz bu coğrafyaları, kültürünü ve insanlarını tanısınlar. Daha da ötesi bu coğrafyalardan ister toprak kayıplarıyla Anadolu’ya gelmiş ister zorunlu göçlerle yakın dönemde yerleşmiş isterse gönüllü olarak yerleşmiş kişiler olsun kendilerinin de bu toplumun ortak değerleri içerisinde yer aldığını görmeleri gerekmektedir. Tarihini, kültürünü ve çevresini tanımayan toplum birbirine yabancılaşmakta ve düşman olmaktadır. Bugün Türkiye’ye zorunlu ya da gönüllü yönelen göç profili çok büyük oranda tarihi ve kültürel coğrafyamızdan gelmektedir.
Bakın hepimiz yazın memleketlerine tatile gelen yurt dışında yerleşik Türk toplumu, yani Türk diasporasıyla ilgili farklı algılarla muhatap olmaktayız. Medya’daki dilde, sokaktaki tavırda, esnaftaki yaklaşımda sorunlar olduğunu kabul etmeliyiz. Bunun nedeni, hepimizin yakını ve akrabası olan bu insanlara ders kitaplarında ve eğitim müfredatında hayat bilgisinden, sosyal bilgilere, edebiyattan diğer alanlara kadar toplumun bir parçası olarak yeterince yer verilmemesidir. Diasporamızı bütün yönleriyle tanımamız ve bu ülkeye yaptıkları katkıların farkında olmamamız olumsuz davranışları beslemektedir. Tüm kamu kurumlarının sorumluluk alanlarında stratejileri ve çalışma programları belirlenirken ülke sınırlarındaki tüm nüfusu dikkate alarak hareket edilmeli, ikamet esaslı bir yaklaşıma sahip olunmalıdır. Dünyada genel eğilim, kamu hizmetlerinin vatandaşlık esasından ikamet esasına kayması noktasındadır.
Göç yönetimi güvenlik perspektifi ve kolluk kuvveti ile sınırlı bir anlayış ile başarılı şekilde uygulanamaz. Evet bir parçasıdır ancak göç yönetiminin toplumsal boyutunun kritik iki bileşeni eğitim sisteminde ve çalışma hayatında atılacak adımlardır. Bu iki alanın vizyoner, kuşatıcı ve dinamik politikalarla güncellenmesi başarılı bir göç yönetiminin olmazsa olmazıdır.
Irkçılık ve yabancı düşmanlığının İslamofobi kaynaklı olduğu söylenebilir mi?
Ayrımcılık, nefret, ırkçılık ve İslamofobik davranışların artmasının engellenmesi de eğitim politikasıyla birebir alakalıdır. Maalesef bugün Türkiye’de ister siyasi ister toplumun bazı kesimlerinden gelenler olsun, yabancı düşmanlığının ötesinde İslamofobi kaynaklı nefret davranışları görmekteyiz. İslam ve Müslüman düşmanlığı medya ve kamuoyu dilinde İslamofobi olarak yer almaktadır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının (AGİT) yapmış olduğu tanıma bakarsanız Türkiye’de bazı kesimlerin nefretinin kaynağının bu olduğunu göreceksiniz. Genel olarak yabancı düşmanlığının yöneldiği profile baktığımızda hedefin tarihi ve kültürel coğrafyamızdan gelen Müslüman göçmenler olduğu görülecektir.
Bu yaklaşımlar toplumsal barış ve gelişmeyi tehdit ettiği gibi Türkiye’nin yakın bölgesiyle kurduğu ekonomik, siyasi ve güvenlik ilişkilerini de tehdit etmektedir. Türk yatırımlarını, projelerini olumsuz etkilemekte, hizmet sektörü ihracını zora sokmakta ve siyasi maliyetler de oluşmakta. Sağlık turizminin en büyük müşteri kitlesini Orta Doğu, Afrika ve Orta Asya dahil Müslüman coğrafyalardan gelen müşteriler oluşturmakta. Artık yeni destinasyonlara kaymanın başladığı görülmekte. Türkiye’ye yönelen ticari vize başvurularında da benzer düşüşler olmaktadır. Bu yönden bakıldığında iyi yönetilmesi durumunda olumlu olacakken negatif yaklaşımların ve söylemlerin hâkim olduğu göç olgusu Türkiye’nin menfaatlerine de zarar vermektedir.
Tabii fayda merkezli yaklaşıma sahip olarak insani değerlerden bahsedemeyiz. Bunları ifade etmemiz nedeni insani ve insan merkezli anlayışın dışına çıkıldığında bunun sadece değerlerinizi ve insanlığınızı olumsuz etkilemekle sınırlı kalmayacağı ekonomik, siyasi ve stratejik maliyetinin olacağını vurgulamak içindir.
Mevcut tablonun düzensiz göç ve kitlesel göçten kaynaklı olduğu söylenmektedir. Sizce düzensiz göçler durdurulursa ve kitlesel göç kaynaklı akınların tersine dönmesi durumu değiştirecek midir?
Göç yönetimi bir bütündür. Düzensizi de, sığınmacı akını da, beyaz yakalı yabancı çalışanlar da aynı yönetim anlayışının muhatabıdır. Türkiye düzensiz göç ve sığınmacı akınlarıyla dönem dönem muhatap olmaktadır. Bu hem jeopolitik kaynaklıdır hem de kaynaklarına bakıldığında tarihî ve kültürel bağların olduğu toplumlardan gelmektedir.
Düzensiz göç yönetiminin esası dinamik ve esnek göç yönetimidir. Çalışma yasalarının kapalı ve kısıtlayıcı olması aslında bugünkü düzensiz göçü oluşturmaktadır. Hizmet sektörü, tarım ve hayvancılık sektörü, bilişim ve teknik alandaki ihtiyaç herkesin malumudur. Bugün hizmet ve tarım sektöründeki düzensiz göçmenleri gönderdiğiniz anda bu sektörler çökecektir. Bu herkes tarafından bilinir. Burada yapılacak olan yukarıda da ifade ettiğimiz üzere düzenli olarak üretilen verilere dayanarak ihtiyaç duyulan alanlarda göç politikası belirlemektir. Hangi sektörde açık varsa o sektöre yönelik göçmen alımı, vize/ikamet düzenlemeleri ve çalışma yasalarında güncellemeler yapıldığı takdirde hızla bu stok eriyecektir. Kimse hayati risk alarak, gayri insani muamelelere muhatap alarak düzensiz şekilde ülkeye girmeye çalışmayacak, bu girişimler minimize olacaktır. Daha da önemlisi kayıt dışı çalışma azalacak, vergiler ödenecektir. Böylece tüm tarafların kazandığı bir durum oluşacaktır.
Düzensiz göç yönetiminin esası dinamik ve esnek göç yönetimidir. Çalışma yasalarının kapalı ve kısıtlayıcı olması aslında bugünkü düzensiz göçü oluşturmaktadır.
Diğer önemli politika adımı kaynaktan başlayarak düzensiz göçle mücadele etmektir. Veriler ve araştırmalarla kaynak bölgelerin göçe zorlayan şartlarının iyileştirilmesine yönelik politikalar geliştirilmesi ve bu politikaların ulusal ve uluslararası girişimlerle uygulanmasını temin etmeye çalışmak gerekmektedir. Bu bağlamda dış yardım ve uluslararası kalkınma projeleri, sivil toplumun çalışmaları, güvenlik sektörü iş birlikleri gibi geniş alanda programlar ve projelere ihtiyaç duyulmaktadır. Köken ülkenin kamu hizmetlerinin, sınır yönetiminin ve yerel kalkınma programlarının iyileştirilmesi gibi politikalar yürütülmelidir.
Sonuç olarak toparlarsak, Türkiye son üç yüz yıldır göç politikası uygulamakta. Osmanlı döneminde toprak kayıplarıyla başlayan göçler uluslararası göç olarak görülmez. Ancak olgu itibariyle göç yönetimi olarak ele alınmıştır. Kamu otoritesinin yerleşim planlamasından ekonomik hayata adapte olmasına kadar bütün süreçleri planladığı ve yürüttüğü görülmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren de göçmen çekmeye devam edilmiştir. Bu dönemde nüfus yapısı yetersiz olan ülkenin bu yönüyle zenginleşmesi hedeflenmiştir. Balkanlar başta olmak üzere eski Osmanlı coğrafyasından göçler öncelenmiştir. Tabii burada ulus-devletleşme çabasıyla Müslüman nüfusunu azaltmaya çalışan Balkan ülkelerinin bu nüfusa karşı uyguladıkları olumsuz politikalar da etkili olmuştur. Yugoslavya gibi bazı ülkelerle ikili anlaşma yapılmak suretiyle göçler yönetilmeye çalışılmış. Türkiye uzun dönem önemli bir transit göç rotası olarak da önemini korumaya devam etmiştir.
Bununla birlikte 2013 yılında çıkan yasa ile kurulan Göç İdaresi’ne kadar yabancılar şubesi ve bayındırlık bakanlığı marifetiyle ve zaman zaman da çıkarılan geçici maddelerle göç yönetiliyordu. İlk ciddi adım olarak kabul edilebilecek uygulama 2013’teki Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kabul edilebilir. Kriz esnasında kurulan başkanlık bir taraftan kriz diğer taraftan kuruluş süreçlerini tamamlamak durumunda kalmıştır. Son yıllarda artan nefret söylemleri, manipülatif ve provokatif eylemler sağlıklı, bilgiye ve veriye dayalı göç yönetiminin gelişimini sekteye uğratmıştır.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi göç yönetimi bütüncül olmalıdır. Kabul sürecinden başlayarak bütün aşamalarında politika ve uygulamalar temel yönetim ilkeleriyle uyumlu olmalıdır. Kamu yönetiminin bütün birimleri de benzer şekilde sorumluluk alanları itibariyle göç yönetiminin parçası olarak gerekli adımları atmalıdır. Sivil toplum ve özel sektör ile etkileşim içinde ve süreçlere dahil edilerek ilerlenmesi amaçlanmalıdır.
Önemli alanlardan birisi de araştırma ve politika geliştirmede katkı sağlayacak akademi ve düşünce merkezlerinin olmasıdır. Bu önemli bir ihtiyaç ve gerekliliktir. Ancak geçtiğimiz dönemde meselenin önemiyle doğru orantılı bir şekilde üniversiteler yeterince konuya eğilmemişlerdir.