Gazze 2023: Bugünden Yarına Filistin
Fotoğraf: Hani Alsahaer, Anadolu Ajansı
***
İLKE Agenda kapsamında "Gaza 2023: A Glimpse into the Future of Palestine" başlıklı seminer Doç. Dr. Ebubekir Ceylan moderatörlüğünde Dr. Azzam Tamimi, Doç. Dr. Abdallah Marouf ve Sami Hamdi'nin katılımıyla düzenlendi. Programda Aksa Tufanı'nın detayları ve Gazze'deki mevcut durumun geleceği konuşuldu.
İsrail ve Batı medyası Hamas'ı bir terör örgütü olarak göstermeye çalışıyor. Netanyahu da Hamas'ın adını IŞİD gibi terör örgütleriyle birlikte kullanmaya oldukça dikkat ediyor. Bize Hamas hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Hamas nedir ve bu örgütün temel motivasyonları nelerdir?
Azzam Tamimi: Batı'nın aynı fikirde olmadığı ya da hoşlanmadığı grupları ya da bireyleri terörist olarak tanımlaması pek de alışılmadık bir durum değil. Tarihiyle ilgili soruya cevap vermek gerekirse Hamas, Müslüman Kardeşler’in Filistin kanadından doğdu. Bu, İntifada olarak bilinen Filistin ayaklanmasının Aralık 1987'de patlak vermesiyle aynı dönemde gerçekleşti. Bundan önce ve muhtemelen Müslüman Kardeşler'in Filistin için savaşmak üzere gönüllüler gönderdiği 1948 Nekbesinden beri Müslüman Kardeşler, genel olarak ve özellikle de Filistin'de, Filistin meselesinin kendilerini aştığına ve Filistin'i özgürleştirmenin ümmet için bir proje olduğuna ve ümmetin şanlı günlerine geri dönmesi gerektiğine inanarak eğitim, sosyal refah ve nefis terbiyesine odaklı bir politika benimsemiştir. Dolayısıyla, bunun önünü açmak için bireyin, ailenin ve toplumun yeniden şekillendirilmesi gerektiği fikrini ön plana çıkarıyordu. Ancak 1987 yılına gelindiğinde, işgal altındaki topraklarda hem Batı Şeria'da hem de Gazze'de durum o kadar kötüye gidiyordu ki Müslüman Kardeşler'in tabanı, liderlerine daha proaktif bir tutum benimsemeleri ve cihada katılmaları yönünde baskı yapıyordu; çünkü diğer bazı Filistinli gruplar, özellikle de Fethi Şikaki ve Abdulaziz Avde gibi Müslüman Kardeşler'in bazı muhalif üyeleri tarafından kurulan İslami Cihad zaten direnişe katılıyordu. Böylece 9 Aralık 1987'de Gazze'deki Hamas liderleri bir araya gelerek (Arapçada Hareket'ül Mukavemeti'l İslâmiyye’nin kısaltması olan Hamas’ı) İslami Direniş Hareketini kurmaya karar verdiler.
Hamas'ın temsil ettiği şey, aslında bütün ümmetin temsil ettiği şeydir.
Hamas'ın temsil ettiği şey, aslında bütün ümmetin temsil ettiği şeydir. Filistin ümmetin bir parçasıdır; işgalciler tarafından gasp edilmiş ve bölgede gayrimeşru bir şekilde sömürgeci bir ileri karakol oluşturulmuştur. İsrail’in mülksüzleştirdiği Filistin halkı, hakları için mücadele etmeye devam ediyor; bu nedenle Hamas, tüm Filistin'i özgürleştirmek için çabalıyor. Çünkü Hamas, Siyonizm'in İslam dünyasının herhangi bir yerinde var olmaya hakkının olduğuna inanmıyor. Burada açıkça belirtmek gerekir ki Hamas sonraki yıllarda kendisine ve amaçlarına yönelik daha net bir gündem ortaya koydu. 2017'de yayımlanan belgede de gördüğümüz gibi Hamas; Siyonizm ile Yahudilik arasında ve Siyonistler ile Yahudiler arasında net bir ayrım yapıyor ve açıkça Yahudilerle bir sorunlarının olmadığını söylüyor. Sadece onları işgal eden, onlara saldıran ve evlerini ellerinden alanlarla bir sorunlarının olduğunu belirtiyor.
Hamas, liderleri 2006 yılında siyasi olarak seçilen ve başbakan olan bir harekettir. Son 17 yıldır Hamas bölgede siyasi otorite. Böyle baktığımızda Hamas hareketinin temel motivasyonu Mescid-i Aksa'yı özgür kılmak, öyle değil mi?
Azzam Tamimi: Mescid-i Aksa elbette önemli çünkü İslam dininde ve Müslümanlar nezdinde özel bir konuma sahip ama Hamas’ın motivasyonu sadece Mescid-i Aksa değil, tüm Filistin. 2006 seçimleri de Filistin mücadelesinde önemli bir dönüm noktasıydı; çünkü Batı dünyasının ikiyüzlülüğünü açık ve net bir şekilde ortaya koydu. Batı dünyası, demokrasi istiyordu ama demokrasinin ortaya çıkardığı sonucu istemiyordu. Böylece Hamas, İsrail eski Başbakanı Ehud Olmert tarafından ortaya atılan ve daha sonra ABD, BM, Rusya ve Avrupa Birliği dörtlüsü adına uluslararası bir talebe dönüşen üç koşulla karşılaştı. Bu üç koşul şunlardır: Birincisi, İsrail'in varlığı tanınacak; ikincisi, şiddetten vazgeçilecek ve silahsızlanılacak ve üçüncüsü, Oslo Anlaşması ve diğer süregelen anlaşmalar gibi Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) tarafından imzalanan tüm anlaşma ve sözleşmeler kabul edilecek. Bunlar gerçekleştirilene kadar Hamas'la görüşmeyecekler ya da seçimdeki galibiyetini tanımayacaklardı.
Aksa Tufanı operasyonu İsrail halkı için gerçekten büyük bir sürpriz oldu. Peki Hamas'ın bu son saldırısının temel özellikleri nelerdir? Ayrıca bu operasyonu önceki operasyonlardan ayıran nokta nedir?
Sami Hamdi: Bu saldırı gerçekleşmeden bir hafta önce Netanyahu, Birleşmiş Milletlerde elinde Filistin'i bölgeden tamamen silindiğini gösteren bir harita tutuyordu. Aynı zamanda Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesinin Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana en büyük anlaşma olacağını söylüyordu. Suudi Arabistan'la normalleşmenin Arapların Filistin'i tamamen terk etmesi anlamına geldiğinin farkında oldukları için ne yapacaklarını da çok iyi biliyorlardı. Aynı zamanda, Netanyahu her yere Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile otururken çekilmiş fotoğrafını koyuyor ve Türkiye Cumhurbaşkanı'nın Benjamin Netanyahu ile ilk kez bir araya geldiği bu görüşme üzerinden Filistinlilerle alay ediyordu. BAE Büyükelçisi Yusuf el-Uteybe ise bir düşünce kuruluşunda Filistinliler için herhangi bir taviz elde edemediklerini ve normalleşmenin bu konuda başarısız olduğunu; şimdi Filistinliler hakkında konuşmanın normalleşecek diğer devletlere düştüğünü söylüyordu. Ardından Netanyahu Birleşmiş Milletlerden Tel Aviv'e döndüğünde Filistin davasının artık bittiğine ve gücünün kalmadığına kesinlikle ikna olmuştu. Batı Şeria'yı ilhak etmesi ve Filistinlileri yenmesine çok az kalmıştı çünkü herkes Filistinlilerin artık hiçbir etkinliğinin kalmadığı bir dönemden bahsediyordu. İsrail'e yönelik en büyük saldırının, daha doğrusu İsrail'e yönelik en güçlü saldırının, herkesin Filistinlilerin en zayıf döneminde olduklarına inandığı bir zamanda gerçekleşmesi bu yüzden önemlidir. Filistinliler, 1948'den bu yana ilk kez bu İsrail yerleşim yerlerine girerek İsraillilerden geçici olarak toprak geri almışlardı. Netanyahu'nun savaş ilan etmesinin nedeni de buydu; çünkü bu, 1973'ten ve hatta belki de 1948'den bu yana İsrail'e yapılan en güçlü saldırıydı. 1973'te Mısırlılar Sina'daki, Suriyeliler de Golan Tepeleri'ndeki savunma hattını kırmış ama İsrail'e ayrılan yerlere girememişlerdi ancak Aksa Tufanı ile İsrail'in içine kadar girmeyi başardılar. İşte bu yüzden Tufan, eşi benzeri görülmemiş, çok önemli bir operasyon haline geldi. Bu sebeple İsrailliler ve Amerikalılar "Filistinlilerin çok zayıf oldukları ve artık koruyacak bir davalarının kalmadığı düşünülürken bunu nasıl başardılar?" diye sormaktan kendilerini alıkoyamıyorlar.
Filistinlilerin kendilerinin dahi İsrail’e ayrılan topraklarda bu kadar çok ilerleyebileceklerini bilip bilmedikleri konusunda soru işaretleri var. Planın basitçe rehineler almak ve daha sonra bu rehineleri keyfî olarak gözaltına alınan Filistinlilerle takas etmek olduğu yönünde iddialar var. Fakat Filistinliler (Gazze dışındaki) alanlara girip de topraklarının bir kısmını geri aldıklarında bu alanlarda İsrail ordusunu görmeyince oldukça şaşırdı. Ortada bir tür kafa karışıklığı vardı: İleri mi gideceklerdi yoksa geri mi döneceklerdi? Diğer bir deyişle, Gazze dışındaki bölgelere ne kadar nüfuz edebildiklerini görmek pek çok insanı ve hatta Filistinlileri bile şaşırttı. Netanyahu'nun Gazze'yi bu kadar sert vurmasının ve Batı Şeria'ya saldırmaya başlamasının; ideolojik olarak İsraillilerle aynı fikirde olan Blinken’ın herhangi bir ateşkese karşı olmasının ve ateşkes olmaması gerektiği konusunda bu kadar kararlı olmalarının nedeni; korktukları şeyin Gazze'nin kendisi değil, tüm dünyanın Filistin davasında artık yepyeni bir ruh görüyor olmasıdır.
Geçen haftaya kadar Filistin davası özelinde bir umutsuzluk ve depresyon hakimdi ama bugün sosyal medyada dünya Filistin'in adını ve Filistin davasını öylesine haykırıyor ki ana akım medya ortaya koyduğu yetersiz haberler için özür dilemek zorunda kalıyor. Özür dilemelerinin nedeni ise sosyal medyanın baskısı ve kamuoyunun değişiyor olması, aslında Netanyahu'nun Gazze'yi bombalamasının nedeni de bu. Bu sebeple, Gazze’yi de ibret-i alem olsun diye cezalandırıyor çünkü endişelendiği asıl şey, savaş bu noktada biterse herkesin başarısız olanın Netanyahu olduğunu ve İsrail'in en büyük tehdidinin Netanyahu olduğunu söyleyecek olması. Çünkü İsrail’de yürütülen anketler, Netanyahu'nun artık İsrail anlatısını kontrol edemediğini bu sebeple de ordusunun ahlaklı bir ordu gibi görünmediğini; aksine Filistinlilerin artık yaşamak isteyen ve haklarını arayan sıradan insanlar olduğunu ortaya koyuyor. Netanyahu da Gazze'yi ne kadar bombalarsa bombalasın, kamuoyunun yine de kendi lehine olmayacağından korkuyor.
Gazze'de yaşanan felakete baktığınızda dahi bu durum Filistin davasının gerilediği anlamına gelmiyor. Aksine Filistin davasının ilerlediğini gösteriyor. Ancak bunun nedeni yalnızca askeri operasyon veya bundan kaynaklı ortaya çıkan anlatı değil, sıradan Filistinlilerin sosyal medya üzerinden harekete geçerek dünyaya Filistin’de neler olduğunu göstermesiyle kamuoyunda ve ana anlatıda meydana gelen değişimdir. Unutulmamalıdır ki İsrail dünyaya bölgede neler olduğunu anlatırken Filistinliler, dünyaya Filistin’de neler olduğunu gösteriyor. İşte bu yüzden İsrail, kafası kesilen 40 bebek gibi sahte bir haber yaymak zorunda kaldı, çünkü insanların gerçekten Filistin’de neler olduğunu görmesinden endişe ediyordu. Ayrıca Filistinlilerin medya ve anlatı açısından cam tavanı kırdıklarını da belirtmek gerekir. Tüm dünyada binlerce insanın sokaklara dökülerek halkın öfkesini dile getirdiğini gördük, öyle ki Washington Post'u açtığınızda Blinken'in İsrail'e destek vermek için Tel Aviv'e gittiğinde Tel Aviv'de fikrini değiştirdiğini ve Arap ülkelerini ziyaret etmeye karar verdiğini görürsünüz. Ancak Washington Post'un haberine göre Blinken'in ziyaretinin nedeni bu ülkelerden yardım istemek ve kamuoyunu yatıştırmaktı. Bu da Blinken ve Netanyahu'nun Tel Aviv'deki komuta merkezinde oturup (kamuoyunun görüşlerinde ve tutumlarındaki) bu değişimi, düzeltilmesi gereken bir kriz olarak ele aldıkları anlamına geliyor. İsrail, Gazze'de ne olacağından daha çok bu savaşı kaybetmiş olduğu yönündeki kamuoyundan endişe duyuyor. İsrail, Gazze'yi dümdüz etse bile anlatı üzerindeki hakimiyetini yeniden kazanamayacağına inanıyor. Dolayısıyla bu durum, tarihçilerin geriye dönüp baktığında “dünyanın İsrail'e sırtını dönmeye ve artık Filistinlilere destek vermeye başladığı” an diyecekleri bir dönüm noktasıdır.
İsrail dünyaya bölgede neler olduğunu anlatırken Filistinliler, dünyaya Filistin’de neler olduğunu gösteriyor.
Özetle, Aksa Tufanı’nın önemi; Filistinlilerin, 1948’den bu yana, en zayıf oldukları varsayılan bir dönemde İsrail'e yönelik en büyük güvenlik tehdidini ve kamuoyunda küresel anlamda bir değişim yaratmış olmasıdır. Öyle ki, Netanyahu Filistin ile ilgili içeriklerin paylaşımının sınırlanması, konuyla ilgili paylaşım yapan hesapların gölgelenmesi (shadowban) ve ilgili içeriklerin kaldırılması için sosyal medyaya yalvarıyor. Çünkü bu anlatı savaşını kaybederse dünyanın Filistinlileri “barbar” olarak değil, artık “insan” olarak göreceğine inanıyor; İsrail'in korktuğu ve engellemeye çalıştığı şey de bu. Zaten Gazze'de her ne olursa olsun Filistinliler çoktan kazandı.
Hamas'ın bu operasyonda kullandığı teknikler ve teknik ekipmanlar hakkında da kısaca bilgi verebilir misiniz?
Sami Hamdi: Hamas'ın ve bu operasyona katılan diğer Filistinli grupların askeri kapasitelerinin hâlâ İsraillilerin sahip olduğundan çok daha düşük olduğunu belirtmek gerekir. Fakat İsrailli güçleri şaşırtmayı başarmalarının nedeni; Demir Kubbe'yi etkisiz hale getirmek için roket kullanmaları, ardından bazı gözetim ekipmanlarını devre dışı bırakmaları ve fark edilmemek için paramotor ve kazdıkları tünelleri de kullanmalarıydı. İsrail'in tünel izleme cihazları var fakat görünen o ki Filistinliler cihazların takip edebileceğinden daha da derine kazmışlar. Bunların yanı sıra askeri kapasiteye çok fazla odaklanmamamın sebebi, İsrail'in bu grupları geri püskürtebildiğinin açık olmasıdır. Yine de askeri gücün gidişatına bakacak olursak çok net bir eğim olduğunu görebiliriz. Ancak Mescid-i Aksa’ya ve askeri operasyonlara odaklanılması; bir, İsrail'in yenilmez olmadığını; iki, teknolojisinin yenilmez olmadığını ve üç, Filistin davasının ölmekte olduğunu düşündüren bölgesel gelişmelerden bağımsız olarak, Filistinlilerin hâlâ aktif bir özne olduğunu ve egemenlik haklarına inandıklarını gösteriyor. Hâlâ toprakları için savaşmaları ve adalet aramaları gerektiğine inanıyorlar ve ayrıca, dünyayı kendilerinin haklı olduğuna ikna etmeye de başlıyorlar.
Son üç haftadır hepimiz Gazze ve Filistin'de yaşanan olayları izliyoruz. Bu süreçte İsrailli politikacılar ve ordu komutanları tarafından sık sık Tevrat'a, Talmud geleneğine vesaire de atıflar yapılıyor. Peki, süregelen çatışmayı gerçekten dinler arası bir savaşı olarak veya Batılı ülkelerin açık desteğini de göz önünde bulundurursak, Kudüs'te ya da Filistin'de gerçekleşen yeni bir haçlı seferi olarak algılamalı mıyız?
Abdallah Marouf: Birtakım dini fanatiklerin, Filistin meselesinin içerisine özellikle dini kattığını gördüğümüz bu durum, gerçekten çok ilginç. Aslında bu durum sadece Yahudi inancına sahip İsrail destekçileriyle de sınırlı değil çünkü tüm bu olayların başlangıcında, Senatör Lindsey Graham'ın bunun bir din savaşı olduğunu açıkça belirttiğini gördük. Yaron Reuven adında bir haham da açıkça her bir Filistinliyi öldürmeleri gerektiğini söyledi. Böylece, İsraillilerin vahşetini meşrulaştırmaya çalışarak bu vahşeti Yahudiliğe bağlamaya çalıştı. Ancak aynı zamanda dünya genelinde, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri'nde, Yahudilik inancına mensup pek çok dini kurumun aslında tüm dünyaya Filistin yanlısı olduklarını ve İsrail’in yaptıklarının Yahudilik adına yapılmadığını göstermeye çalıştıklarına şahit oluyoruz. Yine Hristiyan bazı dinî gruplar da İsrail'i destekleme konusunda Siyonizm ve Hristiyanlık arasındaki her şeyi birbirinden ayırmaya çalışıyor. Ancak din kaynaklı argümanlar geliştiren fanatiklerin bazıları, dini; İsrail'e yardım etmek ve özellikle Batı’daki sağcıların desteğini almak için bir araç olarak kullanmaya çalışıyor. Bu sebeple, bu durum çok tehlikeli bir söylem şeklini alıyor çünkü Filistin meselesi, Yeşaya Kitabı ya da Talmud ile ilgili bir mesele değildir; yalnızca dinî otoritelerin bu durumu istedikleri şekiller yorumlamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, Filistinli ve Müslüman bir bakış açısıyla baktığımızda, Filistin davasının dinle alakalı olmadığını ve olmaması gerektiğini anlamamız gerekir. Bu dava aslında Yahudilik ile İslam ya da Hıristiyanlık ile İslam arasındaki bir din savaşı değildir. Aksine ülkeyi işgal eden, Filistinlileri yer ve yurtlarından eden, soykırım yapan ve 1948'den beri etnik temizlik yapan bir işgal gücünün neden olduğu bir vahşete tanık olmaktayız. Şimdi aynı işgal güçleri, aynı etnik temizliği Gazze'nin yanı sıra Batı Şeria ve Kudüs'te de yapmaya çalışıyor ve insanları bununla tehdit ediyor. Bu yüzden, bu konu dinle ilgili olmamalı. Çünkü İsrail'i daha çok dini bir bakış açısıyla destekleyen gruplar, çatışmayı daha kolay körüklediği ve bu davaya daha fazla destekçi toplamalarını kolaylaştırdığı için tüm bu çatışmayı dini bir çatışmaya dönüştürmeye çalışıyor.
Şimdi aynı işgal güçleri, aynı etnik temizliği Gazze'nin yanı sıra Batı Şeria ve Kudüs'te de yapmaya çalışıyor ve insanları bununla tehdit ediyor.
Bu durum özellikle Üçüncü Tapınak meselesiyle de doğrudan ilişkilidir. Çünkü Hamas operasyonu ilan ettiğinde, bu operasyonun vurgulanan en önemli nedenlerinden biri aslında İsrail'in Mescid-i Aksa'ya yönelik saldırılarıydı. Bu saldırılar, İsraillilerin çok küçük bir azınlık grubunu oluşturan ama aynı zamanda Kenanlılar olarak da adlandırılan aşırı Ortodoks ve fanatik gruplar tarafından yapılıyordu. Bu gruplar aynı zamanda Mesih'in ilk kez dünyaya gelebilmesi için dünya çapında bir din savaşı başlaması gerektiğine inanan gruplardır ve bu durumu çok tehlikeli kılan da bu inançtır. Çünkü dünyaya barışı getireceğine inandıkları bu savaşa tüm dünyayı da kendileriyle birlikte sürüklemeye çalışmaktadırlar. Ayrıca, bu aslında İsrail hükümetinin de inanmadığı bir şey değil ve Benjamin Netanyahu'nun son konuşmasından da ya bu anlayışa inandığını ya da bunu kendi çıkarları için kullanmaya çalıştığını görebiliyoruz.
Gazze'nin İsrailliler tarafından bombalandığı bu dönemde, burada dikkatleri haberlerde hiç yer almayan Mescid-i Aksa'ya çekmek istiyorum. Bu savaşın başlangıcındaki ana unsurlardan biri de buydu. Mescid-i Aksa şu anda Müslümanlara tamamen kapatılmış durumda, hatta Cuma namazı sırasında 70 yaşın altındaki Müslümanlar mescide giremiyor. Fakat aynı zamanda Kenanlılar olarak bilinen fanatik grubun ve aşırı sağcı diğer grupların her gün Mescid-i Aksa'ya girmelerine izin veriliyor. Hatta sadece Mescid-i Aksa'ya girmelerine izin verilmekle kalmıyor, İsrail hükümeti tarafından bu savaşta İsrail ordusuna yardımcı olması amacıyla dua etmeye teşvik ediliyorlar. Bu çok önemli ve aynı zamanda tehlikeli bir durum çünkü olayı yeniden dini boyuta ve çok kırılgan bir dini hassasiyete taşıyor. Aslında bu durum, hayal gücümüzün çok ötesinde bir savaşı tetikleyebilir çünkü burada Filistinliler ve İsrailliler ya da Araplar ve İsrailliler hakkında değil; tüm Müslümanlar hakkında konuşuyoruz. Bu mescidin önemine inanan 2 milyar Müslümandan bahsediyoruz. Dahası, bu fanatik gruplardan bazıları, reklamlarından birinde bahsedildiği gibi, "Hamas'a zarar vermek" için Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırıları teşvik etmeye çalışıyor. Dolayısıyla, bu çatışma Filistin topraklarının, özellikle de Kudüs'ün, herkes için hassasiyet içeren önemi bağlamından çıkarılamaz ve aynı zamanda iki din ya da üç din arasındaki bir savaş olarak da görülmemelidir. Bu durum, aslında bir işgalcinin etnik temizlik ve soykırım fikri üzerine inşa edilen bir çatışma ve savaştır. Aynı zamanda bu çatışma, tüm dünyada birçok farklı duyguyu tetikleyebilecek, dünyanın en hassas bölgelerinden birine, özellikle de Kudüs'e, dokunuyor. Tüm dünyanın ve dünya liderlerinin anlaması gereken şey de budur ve bu sebeple İsrail'in bu tehlikeli oyunu oynamasına engel olmaları gerekir. Bu tehlikeli oyun zaten başından beri Lindsey Graham ve bu fanatik grupların bazı fanatik hahamları tarafından oynanıyordu ve şimdi de Benjamin Netanyahu tarafından oynanıyor; bu da bizi yepyeni bir çatışma alanına götürüyor.
Birçok kişi, hatta Müslümanlar bile, “Hamas bu saldırının sonucunun Gazze halkı için yıkıcı bir savaş olacağını bilmiyor muydu?” şeklinde eleştirilerde bulundu. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Azzam Tamimi: Özellikle İsraillilerin imkanlarının üstün olduğunu ve dünyanın süper güçleri olan Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'daki müttefiklerinin tam ve koşulsuz desteğine sahip olduklarını göz önünde bulundurduğumuzda 7 Ekim'deki bu saldırıyı planlayan ve emreden kişinin İsraillilerin bunu bir çılgınlıkla karşılayacaklarını beklediğini söyleyebiliriz. Ancak Filistinliler 75 yıldır işgal, Gazze ise 17 yıldır kuşatma altında. Batı Şeria'ya baktığımızda orada da toprak gaspı, Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılar ve Filistinlilere yönelik tacizler devam ediyor. Yaklaşık 5000 ila 6000 Filistinli ise gözaltında ve dünya onları unutmuş gibi görünüyor. Dolayısıyla, gidişatı değiştirmek için bir şeyler yapılması gerekiyordu ve insanlar işgal altında temel insan haklarından mahrum bir şekilde yaşadıkları sürece gerçekten çok sınırlı seçenekleri kalıyor. Bazı insanlar "Statükoyla yetinerek tüm bunlardan kaçınabilirdik!" diyor ama bu statüko korkunç. Dünyada hiç kimse yıllarca böylesine aşağılayıcı koşullar altında yaşamayı kabul etmez. Hepimiz Filistin'in kurtuluşundan bahsediyoruz, peki fedakârlıkta bulunmadan Filistin'in kurtuluşu nasıl gerçekleşecek? Bu çok ağır bir bedel ve çok büyük bir fedakârlık gerektiriyor ama sadece dileyerek, televizyon karşısında oturup Filistin ve Mescid-i Aksa için ağlayarak statükoyu değiştiremezsiniz. Harekete geçmek gerekir ve bu hareket çok pahalıya mal olabilir.
Bölgede devam eden bir askeri takviye var. Diğer bir deyişle, İsrail topyekûn bir savaşa ya da soykırıma hazırlanıyor da diyebiliriz. Öte yandan, Netanyahu yeni bir Orta Doğu yaratılacağını da ima etti. Bu bağlamda sizce İsrail Gazze'yi tamamen işgal edecek mi yoksa bölgesel bir değişiklik mi olacak?
Azzam Tamimi: Netanyahu bölgenin haritasını değiştirmiyor, aksine bölgeyi “asıl haritasına” kavuşturmak isteyenlerle mücadele ediyor. Ancak önümüzde üç olası senaryo var: Birinci senaryo, İsraillilerin sebep oldukları Filistinlilerin ölümüne rağmen başarısız olmaları; muhtemelen Gazze’ye yönelik bir işgal girişiminde bulunurlar ve bu işgal başarısız olur. Birinci senaryoya göre bütün saldırılar başarısızlığa uğrar ve her şey statükoya geri döner. Bölgesel ya da uluslararası aracılar girişimlerde bulunur ve ardından bir tür ateşkes ilan edilir -ki daha önce yüzlerce kez olduğu gibi bu ateşkes de yine İsrailliler tarafından ihlal edilir. İkinci senaryo ise bu çatışmanın Gazze'nin ötesine yayılmasıdır. Böyle bir senaryoda Lübnan, İran ya da diğer bölgeler de dahil olur ve bu durum üçüncü bir dünya savaşına olmasa bile büyük olasılıkla bölgesel bir savaşa yol açar. Çünkü tamamen İran petrolüne bağımlı olan Çin bile İran'a yönelik bir saldırıdan ve petrol sevkiyatının durmasından ciddi şekilde etkilenir. Ancak Amerikalılar ve Avrupalılar bu senaryonun gerçekleşmesini engellemek için bir oraya bir buraya mekik dokuyor. Bazılarının en kötü senaryo olarak değerlendirebileceği üçüncü senaryo ise Gazze'nin nüfusunun azaltılması (depopulation) ve direnişin yenilgiye uğramasıdır; ancak bu gerçekleşse bile ne çkar? Birinci Nekbe’yi yaşadık, ikinci Nekbe’yi yaşadık, üçüncü Nekbe’yi yaşadık ve muhtemelen dördüncü Nekbe’yi de yaşayacağız. Eğer bu senaryo gerçekleşirse başka bir çatışma patlak verebilir ve bu da küresel bir değişimi tetikleyebilir. Bazılarımızın Filistin’in özgürleşmesine için güç dengelerinde Filistin’in lehine bir eğim sağlayacak uluslararası bir dönüşüme şahitlik edeceği konusunda çok iyimserim.
Batı dünyası iki devletli çözümden bahsetmeyi bıraktı. Peki, komşu İslam ülkelerinin ya da genel olarak Müslüman toplumların üstlenebileceği rol nedir?
Sami Hamdi: İsrail'in olup bitenlerle ilgili yorumlarını okuduğumuzda, Müslüman ülkelerin tutumlarıyla ilgili herhangi bir endişe duyduklarını gösteren tek bir cümle bile yok. Bu ülkelerin İsraillilere karşı Filistinlilerin lehine herhangi bir şey yapacağına dair en ufak bir endişe bile yok. Bölgede dış politikası oldukça yıkıcı olan tek bir ülke var, o da İran. İsraillilerin tek endişesi, İranlıların askerlerini konuşlandırıp füzelerle sınırı geçmesi; zaten bu yüzden Amerikalılar bölgeye uçak gemileri gönderdi. İsrail'in bir kara harekâtı ihtimalinden endişe duymasının nedenlerinden biri de bu. Çünkü gerçekten savaş görmemiş, polis görevlerine alışkın, küçük çocukların kemiklerini kıran, yaşlıları döven ya da silahsız gençleri vuran bir orduyla kara harekâtına girişmekten korkuyor. Böyle bir ordunun Gazze'de zorlanacağından, batağa saplanacağından ve batağa saplandıklarında Hizbullah’ın İsrail’e girmesinden ya da Suriye'deki İran güçlerinin kendilerine füze atmaya başlayacağından endişe ediyorlar. Hatta Husilerin füze ateşlemeye çalıştığı ve Suudilerin İsrailliler adına füzeleri düşürdüğü yönünde iddialar var.
Diplomatik girişimlere bakıldığında ve bunlar Tel Aviv'e giden Batılı liderlerle karşılaştırıldığında bile, bir güç gösterisi olarak “Biz buradayız ve İsrail'in Gazze'yi boşaltmasına izin vermeyeceğiz” ya da benzeri tutumda bulunan hiçbir Müslüman lider yok.
Bölgesel güçlere baktığımızda ise bunların İsrail ile iyi ilişkiler sürdürmek istediklerini ve bu durumun ortadan kalkmasını istediklerini işaret eden daha fazla gösterge olduğunu düşünüyorum. Diplomatik girişimlere bakıldığında ve bunlar Tel Aviv'e giden Batılı liderlerle karşılaştırıldığında bile, bir güç gösterisi olarak “Biz buradayız ve İsrail'in Gazze'yi boşaltmasına izin vermeyeceğiz” ya da benzeri tutumda bulunan hiçbir Müslüman lider yok. Olanları Filistinliler için daha önemli ve Netanyahu için daha endişe verici kılan şey ise Müslüman ülkelerin hiçbir şey yapmamasına rağmen İsrail'in Filistinlilerin bir şeyler yapmış olmasından duyduğu endişedir. Bu hikâyenin kahramanları, ne yazık ki, yalnız kendi başlarına bu değişime neden olan Filistinlilerdir. Diğer ülkelerden İsrail'e gönderilen mesaj şu: "Netanyahu, durmanı istiyoruz. Hâlâ dost olmak istiyoruz. Aramızdaki ilişkiyi mahvetmek istemiyoruz." Ancak Batılı figürlerin yaptıklarıyla kıyaslandığında gerçek bir adım atılmıyor. Bölgesel anlamda çok yavaş hareket ediyorlar ama Filistinliler onları harekete geçmeye zorluyor. Ne ölçüde harekete geçecekleri belli değil ama İsrail'in tutumunda herhangi bir değişiklik olması ya da İsraillilerin geri adım atması, etkili bir şekilde harekete geçmeyen Müslüman ülkelerin sayesinde olmayacak. Aksine kamuoyu, İsrail’le iyi ilişkiler kurmaya çalışan rejimleri "Dünya çapındaki büyük eylemlerden endişe ediyorum. Tarihin yanlış tarafında görünmek istemiyorum. Bu yüzden seferberlik içerisinde olmama izin verin." demeye zorlayacaktır. Her ne kadar bu cevap çok üzücü olsa da aynı zamanda, önümüzde duran korkunç sahnelere rağmen, Filistinlilerin elde ettiği başarılar göz önünde alındığında Filistinliler; hâlâ güçlü olduklarını, tek başlarına tüm bu bölgesel değişiklikleri gerçekleştirebileceklerini ve bölgesel tutumları da değişime zorlayabileceklerini gösterdiler ve göstermeye devam ediyorlar.
Batı dünyası İsrail'in acımasız terörizmine, insan hakları ihlallerine, hastanelerin yıkılmasına ve sivillerin öldürülmesine karşı kör bir tutum sergiliyor. (Yine de üniversitelerde pek çok protesto gösterisi düzenlendi, hatta bazıları iptal edildi.) Bu bağlamda, Batı üniversitelerindeki akademisyenlerin ve fakültelerin tepkisini nasıl anlamalı ve analiz etmeliyiz?
Abdallah Marouf: Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki insanların büyük çoğunluğu Filistin’de neler olup bittiğini anlamıyor çünkü Batı’daki medya kanalları, insanların görüp duyduklarını kontrol etmesi açısından çok önemli bir pozisyona sahip. Ancak bu süreçte tanık olduğumuz en önemli fark sosyal iletişimin ve sivil toplumun geçirdiği evrimdir. İnsanlar; Facebook, Twitter ya da Instagram gibi platformlarda aslında hükümetlerinin onların görmelerini istemedikleri şeyleri görüyorlar. Hatta bu nedenden dolayı örneğin İsrail, META ile bir anlaşma yaptı. Bu durum dünyamızda oldukça yeni olan bir şey çünkü 1948 ya da 1967'de Filistinlilere yapılan zulümlerden kimsenin haberi yoktu, çünkü medya bu konuyu işlemiyordu ve insanların o dönemde birbirleriyle konuşacakları, neler olduğunu paylaşacakları şahsi platformları yoktu. Bugün ise insanlar, hükümetlerin kendilerine anlattıklarına inanmıyor. Milyonlarca insan tarafından takip edilen, olayları direkt olarak dinleyen, hem Batılı ana akım medyanın hem de hükümetlerin kendilerine yalan söylediğini bilen insanlar var. Filistin'in temel sorununu ve haklı davasını anlayan insanların, özellikle de akademideki insanların, dünyada tam olarak neler olduğunu anlamayan ya da bilmeyen insanlara ulaşmak için bu yeni araçları kullanmaları gerekiyor. Çünkü bu sadece Gazze'de, Batı Şeria'da, Kudüs'te ya da başka herhangi bir bölgede yaşanan bir savaş değil. Bu, İsrail'in bu uğurda milyonlarca dolar yatırım yaptığı; sahada, çevrimiçi ortamda, kısaca her yerde yürütülen bir savaş. Bizimse bunun için maddi bir yatırıma ihtiyacımız yok çünkü adalet için uğraşıyoruz ve bu yüzden pek çok insan bu işe gönüllü oluyor. İsrail ise karşı karşıya olduğu sorunun farkında, bu nedenle de “influencerları” veya gerçeği söyleyen herhangi bir kişiyi susturmaya çalışıyor.
Bu sadece Gazze'de, Batı Şeria'da, Kudüs'te ya da başka herhangi bir bölgede yaşanan bir savaş değil. Bu, İsrail'in bu uğurda milyonlarca dolar yatırım yaptığı; sahada, çevrimiçi ortamda, kısaca her yerde yürütülen bir savaş.
Ayrıca akademisyenlerin de bu konuda ön planda olması gerekiyor. Akademisyenlerin çeşitli araçlara sahip ve aslında gerçek hikâyeye sahipler; çünkü “influencer”lar sadece tanınan insanlar, hepsi bu kadar. Sırf bu davaya olan sevgilerinden dolayı bilmeden veya fark etmeden davaya zarar verebilirler. Dolayısıyla, bu konuda en önde olmak ve doğruyu söylemek özellikle akademilerin görevi. Örneğin, Filistinlilerin topraklarını sattığı miti İsraillilerin çok ünlü bir propagandasıdır. Akademisyenlerin görevi bu argümanlara ve mitlere karşı koymak ve gerçeği, nicel verileri açıklamak ve olanları diğer insanlara onların kendi dillerinde anlatmaktır. İsrailliler de aslında aynı şeyi yapıyor, propagandalarını yaymak için akademisyenler de dahil olmak üzere büyük bir çaba sarf ederek her dilde propaganda için çalışıyorlar. İşte bu sebeple, haklı bir davaya inanan her bir akademisyenin nicel verilere, isimlere ve bilgiye dayanarak gerçeği anlatması çok önemlidir. Çünkü ya para gücüyle ya da dünyayı tehdit ederek dünyaya kendi anlatısını dayatmaya çalışan İsrail propagandasının ve İsrail'in korktuğu asıl silah bilgidir. Bir akademisyen olarak öğrencilerimize gerçeği anlatmak ve bunu dünyaya duyurmak bizim görevimiz. Çünkü her bir öğrencinin kendi web sitesi ya da sosyal medya hesabı var. Umuyoruz ki adaletin yerini bulması ve insanların bugün İsrail’in Gazze'de işlediği vahşetin gerçek yüzünü öğrenmesi için olup bitenleri bir an önce insanlara duyurabiliriz.
Son Önemli Değerlendirme ve Öneriler
Sami Hamdi: Bu sefer fark yaratan ve değişime sebep olan şey, hükümetlerin harekete geçmesi değil; sıradan insanların harekete geçmesi, sosyal medyada seslerini yükseltmeleri, Filistin hakkında hashtag yaymaları, sosyal medyanın algoritmalarını kontrolleri altına almaları ve Filistin hakkında daha önce hiç bilgisi olmamış ya da sadece İsrail ve müttefikleri tarafından yayılan manipüle edilmiş bilgilere maruz kalmış insanlara ulaştırmalarıdır. Algoritma artık Filistin davası için uğraşan insanlar tarafından üretilen içerikleri tanıtıyor ve bu içerikler daha önce hiç ulaşmadığı yerlere ulaşıyor; kamuoyunun değişeceğini asla hayal edemeyeceğimiz alanlarda kamuoyunu değişime zorluyor. Filistin'i destekleyen herkesin olup biten her şeyde, değişimi zorlayanların kendileri olduğunu anlaması çok önemli; İsrail’in sosyal medya yöneticileriyle oturup Filistin yanlısı içeriğin erişimini sınırlamaya çalışmasının nedeni de aynı kişiler. Kamuoyun başbakanlaracya da bakanlarıa göre şekillenmiyor; sıradan vatandaşlara göre şekillemiyor. İsrail'i panikleten de kamuoyundaki değişim ve bu değişimin gerçekleşmesinin nedeni, birçoğunun önemsiz olduğunu ya da Filistin davasında oynayacak bir rolü olmadığını ya da fazla bir şey yapamayacaklarını düşünüyor olabilecek insanlardır; fakat herkesin bu davada oynayabileceği bir rolü var. Tweet atan ya da paylaşan, hatta sadece bir tweeti ya da bir gönderiyi beğenen herkes, gönderiyi öne çıkaran algoritmayı etkiliyor ve dolayısıyla kamuoyundaki değişime katkıda bulunuyor.
Her ne yapıyorsanız onu yapmaya, Filistin hakkında konuşmaya ve farkındalık yaratmaya devam edin çünkü sosyal medyada ve anlatılarda bir savaş yaşanıyor.
Bu nedenle, her ne yapıyorsanız onu yapmaya, Filistin hakkında konuşmaya ve farkındalık yaratmaya devam edin çünkü yayınlarda ve anlatılarda bir savaş yaşanıyor. Filistinlilerle işgalci İsrail güçleri arasındaki çatışmanın bu son bölümü nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, İsrail bir daha asla anlatı üzerindeki tekelini yeniden kuramayacak ve bu Müslüman hükümetlerin değil, sadece bir tweet ya da retweet de olsa inanan ya da ellerinden geleni yapmaya çalışan sıradan insanların sayesinde gerçekleşmiş olacak. Burada İsrail'in en çok endişe duyduğu, gerçekten zarar gördüğü ve aslında kaybettiği alanın kamuoyu alanı olduğunu vurgulamak çok önemli ve bunun nedeni de önemsiz olduklarını düşünseler bile sıradan insanlar; bu da olayların genel gidişatı içerisinde oldukça önemli bir durum.
Abdallah Marouf: Şu anda yaşananların Gazze'de olanlarla ilgili olmadığını vurgulamak istiyorum. Olayın en başında da en sonunda da bu savaşın aslında 7 Ekim'de başlamadığını hatırlamamız gerekiyor. Filistin’de 7 Ekim'de yaşananlar Nekbe’den bu yana başlayan bir dizi olayın sadece bir parçasıydı. O yüzden kendinizi bu konuda bilinçşendirin ve Filistin davasının ne olduğunu anlayın. Önünüzde olup bitenleri anlamak için resmin bütününe bakmanızın ve Filistin'de tarih boyunca yaşanan olayların bütününden kopmamanızın çok önemli olduğunun her zaman farkında olmalısınız. Bu haklı bir davadır; Filistin davası yerinden yurdundan edilmiş ve etnik temizliğe maruz kalmış insanların davasıdır. Dolayısıyla bugün Filistin davasının yanında duran herkes, bugün de yarın da tarihin doğru tarafında yer almış olacaktır.
***
Programı izlemek için: https://bit.ly/3u14HkJ
Konuşmacılar
Azzam Tamimi
Azzam Tamimi Filistinli bir İngiliz akademisyen ve siyasi aktivisttir. Halen Alhiwar TV Kanalının Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Yayın Yönetmeni olarak görev yapmaktadır.
Sami Hamdi
Sami Hamdi, küresel bir risk ve istihbarat şirketi olan International Interest'in Genel Müdürüdür.
Abdullah Omar Ma'rouf
Kudüs Çalışmaları alanında önde gelen isimlerden biri olan Doç. Dr. Abdullah Omar Ma'rouf, 29 Mayıs Üniversitesi İslami İlimler Bölümünde görev yapmaktadır.
Moderatör
Ebubekir Ceylan
Orta Doğu çalışmaları alanında uzman olan Doç. Dr. Ebubekir Ceylan, İstanbul Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümünde görev yapmaktadır.