Gazze’den Bir Ses
Bu sayfanın başlığını aslında “Gazze’den Sesler” olarak tasarlamış, Gazze’deki doktor, öğretmen, öğrenci anne-baba ya da genç arkadaşlarımıza ulaşmaya çalışmıştık. Bazıları bizlere ses kaydı yapıp göndereceklerini söyled ancak Gazze’de dur durak bilmeyen İsrail’in saldırılarından dolayı irtibatımız kesildi ve bu kişiler bize geri dönüş yapamadı. Aralarından yalnızca birine ulaşabildik.
Gazze’de yaşayan Sara el-Najjar’a “Bize ve bütün Müslümanlara neler söylemek istersiniz?” diye sorduk. 7 Ekim’den beri yaşadıklarını bize anlattı…
Merhaba, ben Gazze’den Sara el-Najjar.
Genellikle insanlar sesimi duyduklarında kahkahalarımı tanır ve beni görmeden bile iki gülücük resmi çizebilirlerdi. Eskiden “Pozitiflik Bakanı” olarak tanınırdım ama maruz kaldığımız saldırılar ve bu vahim savaş yüzünden Gazze'de kahkaha atmak bizim için uluslararası bir yasak haline geldi. 7 Ekim'den bu yana hayatımızda var olan tek şey, ister psikolojik ister fiziksel olsun, sürekli bir kalp ağrısı oldu. Savaşın ilk gününden beri, evimize yerinden edilmiş insanları kabul etmeye başladık. İkinci gün, babam ve ailesi enkaz altından çıkarıldı, şehit olmuşlardı. Günden güne ya bir akrabamızın ya da bir arkadaşımızın şehit olduğu, bir evin, bir üniversitenin ya da bizim için özel anılara sahip bir yerin yıkıldığı gibi yürek parçalayıcı haberler duyuyorduk. Günden güne dehşet ve korku arttı.
12 Kasım 2023 sabah saat dokuza kadar evimizde elliden fazla yerinden edilmiş kişi vardı. Önceden herhangi bir uyarı olmaksızın, evimizin bulunduğu meydanın İsrail ordusu tarafından bombalandığını gördük. Bu, yaşayabileceğimiz en büyük felaketti. Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Bani Süheyla’da hayatımızın güvende olduğunu düşünüyorduk ancak göz açıp kapayıncaya kadar aralarında çocukların, kadınların ve engellilerin de bulunduğu on beş kişiyi şehit verdik. Ayrıca, bütün binalar yıkıldı, bölgedeki tüm evlerde oluşan kısmi hasarlardan ve bugüne kadar bazıları tam olarak tedavi edilemeyen, düzinelerce yaralıdan bahsetmiyorum bile. O gün, yerinden edilen insanlar korkup kaçtılar, bizse evde bir başımıza kaldık ya da ağır hasarlı, yarım bir evde bir başımıza kaldık diyebiliriz. O günü evi düzenlemeye, bu dönemde yaşamaya uygun hâle getirmeye çalışarak geçirdik. Ateşkes ilan edildi ve ateşkesin silah sesleri tamamen kesilene kadar devam edeceğini umduk. Ancak 1 Aralık'tan itibaren, ateşkes ihlalinden sonra, artan bombardıman nedeniyle hayat daha büyük bir cehenneme dönüştü. Her saniye birimize şarapnel parçası isabet ediyordu ve biz, ölmemek için dua etmeye devam ediyorduk.
İşgal güçlerinin Han Yunus'un doğusunu ve bulunduğumuz bölgeyi bir ateş çemberine çevirdiği 4 Aralık akşamına kadar aynı durumdaydık. Kızılhaç ile iletişim kurmaya çalıştık, onlara çocuklarımızın, yaşlılarımızın ve engellilerimizin olduğunu söyleyerek yanımıza gelmelerini ve bizi bölgeden tahliye etmelerini istedik. Ancak, "Biz taksi durağı değiliz." dediler ve gerçekten de kimse bizi kurtarmaya gelmedi. İsrail ordusu hareket eden her şeyi hedef aldığı için geceleri en küçük hareket bile bizi tehlikeye atıyor, en ufak bir ses ise bizi savunmasız hâle getiriyordu. Sabah başka bir yere gitmeye karar verdik ancak şafak sökmeden önce tanklar tarafından kuşatıldığımızı görünce şaşakaldık. Çünkü İsrail ordusu tahliye bildirilerini dağıttığında yaşadığımız meydanın ve numarasını verdiğimiz bloğun tahliye gerektirmeyen, güvenli bölge olduğunu yazmışlardı. Fakat aynı zamanda cep telefonlarımıza başka bir yere gitmemizin yasak olduğuna dair uyarı mesajları da göndermişlerdi. Tankları gördükten sonra Kızılhaç, Kızılay ve ambulansla iletişim kurmaya çalıştık ama taleplerimiz hiçbirine ulaşmadı.
Bir hafta boyunca elektriksiz, susuz ve temel ihtiyaçlarımızı karşılayamadan öylece mahsur kaldık. Bombardıman etkisini daha da artırdı ve bu süre zarfında sürekli barut kokusu soluyorduk. 9 Aralık'ta bir top mermisi oturduğumuz odaya isabet etti ve babam, annem ve üç kardeşim mermiden etkilendi. Işığı açamadığımız için içimizden biri, yaralananlardan biriyle birlikte battaniyenin altında saklanmak zorunda kaldı. Neredeyse zifiri karanlıkta, hiç ses çıkarmadan yaralıya ilk yardımda bulunmaya çalıştık. Sabah oldu ve on altı kişi güvenli bir yer arayışı içinde bir odada toplandık. Ambulansa ve Kızılhaç'a yalvarıyorduk fakat hepsi boşunaydı. Birkaç saat sonra işgal güçlerinin sesini iyice yakından duymaya başladık. İbranice konuşan askerlerin seslerini duyuyorduk ama hiçbir şey anlamıyorduk. Aniden silah sesleri duyuldu ve evin içinde silah sesleri yankılandı. Onlar bizi duyana kadar İngilizce olarak sivil, çocuk ve kadın olduğumuzu haykırmaya başladık. Kapıyı açmamızı istediler ve ellerimizi kaldırarak dışarı çıktık. Babam onlarla İngilizce konuşmaya başladı ve sivil olduğumuzu, 80 yaşında yaşlı bir kadın, iki engelli ve beş çocukla birlikte 16 kişi olduğumuzu söyledi. Ama onlar sadece genç erkeklerin bir yönde, kadın ve çocukların ise başka bir yönde sıralanmasını söylediler. Bu dehşet dolu atmosfer ortamında bizi sorgulamaya başladılar, aramızda konuşmak ve hareket etmek yasaktı. Tabii ki saatler sonra altı genci tutukladılar, bunların arasında bomba sesleri yüzünden sağ kulağı sağır olan ve kafası kanayan babam da vardı. Zaten görme engelli olan kardeşim Muhammed'in de elinde bir yara vardı. Onları götürdüler ve sonra babama, iki erkek kardeşime, iki kuzenime ve kuzenimin oğluna ne oldu, bilmiyoruz. Bizim ise cep telefonlarımıza el koydular, diğer eşyalarımızı da alıp bizi gece yarısı evi terk etmeye zorladılar. Yanımıza sadece içinde ne olduğunu doğru düzgün bilmediğimiz küçük çantalar alabildik. Banyoya girmemize ya da farklı herhangi bir şey yapmamıza izin vermediler. Yürüyemediği için yaşlı büyükannemizi almak üzere bir ambulans getirmelerini istedik ama reddettiler. Evden dışarı adımımızı attığımız anda yıkımın büyüklüğüyle yüzleştik. Bir sürü asker tarafından kuşatılan evin içindeydik, kaç tane olduklarını hatırlamıyorum ama, çok sayıda büyük ve korkutucu köpekler de vardı. Biz daha evden çıkmamışken evin içinden iki patlama sesi duyduk. Bu patlamaların nerede gerçekleştiğini ise hâlâ bilmiyoruz. Geç saatte dışarı çıkmıştık ve attığımız ilk adımda yerlerdeki taşlar, camlar ve korkunç çukurlarla karşılaştık. Hatta çukurlardan birinin içine düştük ve çıkmak için bir saat uğraştık. Normalde beş dakikada yürüdüğümüz caddede ilerlemek tüm bu yıkımın içerisinde bir saat sürdü ve gözetleme dronları sürekli tepemizdeydi.
Normalde beş dakikada yürüdüğümüz caddede ilerlemek tüm bu yıkımın içerisinde bir saat sürdü ve gözetleme dronları sürekli tepemizdeydi.
Yolun ortasında iki kedi bulduk, terk edilmiş bir binaya kadar bize eşlik ettiler. Bombardıman daha da yoğunlaşırken siper almak için bu binaya saklandık. Zaten yalınayak olduğumuz için yolculuğumuza çok uzun süre devam edemiyorduk. Ayaklarımız sadece cam ve taşlardan dolayı yırtılmış çoraplarla örtülüydü. Sabaha kadar burada saklandık ve o sırada teyzemin çantasında kendisinin cep telefonunun kaldığını fark ettik. Biri bizi aradı ve çok şükür ki babamı ve tutukladıkları diğer çocukları serbest bıraktıklarını, şu anda bulunduğumuz Refah şehrinden onlarca kilometre uzakta olan Avrupa Hastanesi’nde olduklarını söyledi. Gün ağarırken eşyalarımızı topladık, derme çatma bayrağımızı kaldırarak çevremizdeki büyük yıkımın ortasında yürümeye başladık. Cam ve taşlar ayaklarımızı kesiyor, su ve elektrik telleri de dahil olmak üzere her şey etrafımızı sarıyordu. Bombardıman yoğunlaşıyor ve keşif uçakları bizi adım adım izliyordu. Seksen yaşındaki yaşlı büyükannem büyük bir zorlukla yürüyorduk, biz ise kendisini taşıyamıyorduk. Yürüyor, dua ediyor, Allah’tan bağışlanma diliyorduk ve sürekli şehadet getiriyorduk. Uzun mesafeleri yürüyerek kat ettik ve yolun ortasında bize yardım etmeye çalışan gençlerle karşılaştık. Ancak keşif uçakları, onların bize yaklaştığını görür görmez bir füze ateşledi. Bundan sonra başımıza ne geleceğini bilemez hâle gelip öylesine büyük bir dehşete kapılmıştık ki... Çocuklar ağlamaya başladı, artık iyice yürüyemez hâle gelen büyükannem yere düştü. Bir yandan da bir adım daha atarsak bizi öldüreceklerini anons ediyorlardı.
Yürüyor, dua ediyor, Allah’tan bağışlanma diliyorduk ve sürekli şehadet getiriyorduk.
Saatlerce yürüyüp Avrupa Hastanesine ulaştığımızda yere yığıldık. Orada babama, kardeşlerime ve teyzem ve amcamın esir edilen çocuklarına kavuştuk. Bakışlarında yorgunluk vardı ve hâlâ ellerinde yedikleri dayakların izleri görülüyordu. Yaralılara tıbbi muayenede bulunmak istedik ama tıbbi hiçbir ekipman veya ilaç yoktu. Avrupa Hastanesine 11 Aralık’ta varmış olmamıza rağmen şu an bu ses kaydını kaydettiğim 19 Aralık günü dahi burada hiçbir ilaç veya tıbbi araç gereç yok. 9 ve 22 yaşındaki iki kardeşimin de elinde hâlâ şarapnel parçaları var. Çok acı çekiyorlar ve onlara verebildiğimiz tek şey, bir antibiyotik. Babamınsa bir kulağı hâlâ duymuyor ve vücudunda yaralar var. Annemin sırtında, küçük kız kardeşimin yüzünde ve karnında da hâlâ yaralar var. Tüm bunların yanı sıra yaşadığımız korku tarif bile edilemez... Avrupa Hastanesine ulaştıktan sonra yolculuğumuza Refah'taki Hirbet el-Adas adlı uzak bir bölgeye doğru devam ettik. Burada çok ilkel bir ulaşım aracı olan bir "karu" (at arabası) bulmayı başardık. Bu arabaya bindik, birlikte şu anda bulunduğumuz yere gelerek temel ihtiyaçlarımızı bile karşılamakta zorlandığımız ve altmıştan fazla insanla insanla beraber kaldığımız, bu derme çatma çadıra yerleştik. Bu ses kaydını, telefonumu ancak %30 şarj etmeyi başardıktan sonra kaydedebiliyorum. Bu mesajları size gönderebilmek için ise uzak bir yere gidip internete bağlanmaya çalışacağız.
9 ve 22 yaşındaki iki kardeşimin de elinde hâlâ şarapnel parçaları var. Çok acı çekiyorlar ve onlara verebildiğimiz tek şey, bir antibiyotik.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın yardımı sayesinde mucizevi bir şekilde hayatta kaldık. Şu anda iyiyiz ve tek duamız bu savaşın sona ermesi ve her ne kadar bombardımanların devam ettiğini bilsek de evimizden geriye kalanlara, ki eğer bir şey kaldıysa, yeniden kavuşabilmek. Gazze'de güvenli tek bir yer bile yok. Ben bu ses kaydını kaydederken pek çok hedefin bombalandığını duyabiliyorum. Fakat kullandığım cep telefonu ses geçirmiyor olabilir, bu yüzden siz duymuyor olabilirsiniz. Tek isteğimiz bu savaşın sona ermesi. Tabii ki bazı insanların yabancı pasaportları var ve Filistin’den çıkmaya çalıştılar ama nafile. İster çocuk, ister kadın, ister genç, ister yaşlı, ister engelli veya hasta olsun, hepimizin kaderi aynı. İçinde bulunduğumuz durum çok zor. Küçük kardeşinizin aç olduğunu söylediğini duymak çok zor ve kimse duymasın diye onu susturmak... Soğuktan donmak zor ama iyiymiş gibi davranmak daha da zor... Şu anda bulunduğumuz çadıra ulaştığımızda ve yanımızda getirdiğimiz çantaları açtığımızda, kurşunların her şeyi parçalamış olduğunu gördük; kıyafetler, resmî belgeler, dizüstü bilgisayar, her şey... Şimdi bulabildiğimiz en büyük hazine, bir mendil ya da ince bir kâğıt. Ekonomik olarak Gazze'deki durumumuz savaştan önce felaketti. Ancak savaşla birlikte hiç iş kalmadı ve dolayısıyla tüm fiyatlar oldukça yüksek. İnsanlar temel yaşam ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor.
Gazze'de güvenli tek bir yer bile yok. Ben bu ses kaydını kaydederken pek çok hedefin bombalandığını duyabiliyorum. Fakat kullandığım cep telefonu ses geçirmiyor olabilir, bu yüzden siz duymuyor olabilirsiniz. Tek isteğimiz bu savaşın sona ermesi.
Bu zor şartlar altında yetmiş dört gün nasıl dayanabildik bilmiyoruz ama bizlere bu gücü veren Yüce Rabbimizdir. Gün sonunda, Gazze'de iyi olan tek şey, sosyal dayanışma. Şu anda bizimle akraba veya herhangi bir yakınlığı olmayan insanlarla birlikteyiz ama onlar bize barınacak bir yer verdiler; bizimle çadırlarını, kalan yiyeceklerini, sularını, her şeylerini paylaştılar. Yani her şeye rağmen, Gazze insanları sayesinde güzel. Gazze bir zamanlar cennet gibiydi ve şimdi sadece bu savaşın durmasını istiyoruz.
Ben Sara el-Najjar, şu ana kadar Gazze'deki acımasız savaştan kurtulabildim fakat beş dakika sonra başıma ne geleceğini bilmiyorum. Birkaç gün önce ise doğum günümdü ama o günü, doğumumun ölümü ve ölümümün doğumu ilan ettim...
Ben Sara el-Najjar, şu ana kadar Gazze'deki acımasız savaştan kurtulabildim fakat beş dakika sonra başıma ne geleceğini bilmiyorum.