Najma Mohamed: “İslam’ın ekolojik öğretilerini gezegen için harekete geçirmeliyiz.”
Yirmi yılı aşkın bir süredir iklim, çevre ve sürdürülebilir kalkınma konularında çalışmalar gerçekleştiren Najma Mohamed, birden fazla ülkede çok sayıda sivil toplum kuruluşunda görev aldı. Green Economy Coalition’da politika direktörlüğü yaptı. İslam, iklim ve ekoloji üzerine kapsamlı çalışmaları olam Mohemed’in son yayınları arasında “Dismantling the Ecological Divide: Toward a New Eco-Social Contract” (2023), “Normative framework to assess the just transition to a net zero carbon society” (2022), ve “Sustainability Transitions in South Africa” (2019) başlıklı eserler yer alıyor.
Fikirsel ve eylemsel anlamda İslami çevrecilik konusunda derin tecrübeleri olan Najma Mohamed’le Müslüman toplumlarda çevrecilik üzerine konuştuk.
Müslüman bir kadın olarak İslam, çevre, etik gibi konularda akademik çalışmalar yapıyor ve sahada da aktif görevlerde yer alıyorsunuz. Sizce Müslümanlar bütün bir insanlığı etkileyecek bir sorun olan iklim krizini yeterince gündemine alıyor mu?
Yirmi yıldır bu sektörde çalıştığım süre zarfında iklim ve ekolojik krizin aciliyeti arttı; krizden tüm ülkeler ve ekonomiler etkilendi. Aşırı hava olaylarındaki artış gibi iklim değişikliği etkileri ölümlere, geçim kaynaklarının yok olmasına ve altyapının zarar görmesine neden oldu. Sağlıklı doğa, sağlıklı toplumlar için esastır; ancak şu an Dünya'nın kara alanlarının %75'i tahribata uğramış durumda. Günümüzde ülkelerin iklim ve çevre eylemleri ve taahhütleri ise genel olarak iklim ve çevre sorunlarına çözüm üretmede yetersiz kalıyor. Bu küresel krize toplumun bir bütün olarak tepki vermesi gerekiyor ve Müslümanlar da bu diyaloğun ve çözümlerin bir parçası olmalıdır. Ancak iklim ve ekolojik konulardaki farkındalık ve eylemler henüz Müslümanların gündemlerinde yeteri kadar yer almıyor.
Müslümanlar, iklim değişikliğine karşı en savunmasız olan ülke ve bölgelerde çoğunluğu oluşturuyor. Ayrıca bugün Müslüman dünyaya baktığınızda, Kahire ve Tahran'ın hava kirliliğinden Malezya ve Endonezya'nın birçok bölgesindeki orman tahribatına kadar neredeyse her ülkede çevresel krizin açık işaretlerini görüyorsunuz. Müslüman toplumların, İslam’ın ekolojik öğretilerini harekete geçiren birçok Müslüman düşünürleri, çevre hareketleri ve aktivist topluluğu olmasına rağmen eylem skalası durumun aciliyetiyle uyuşmamaktadır. Toplumların bağımlı olduğu ekosistemlere yönelik riskleri görsek bile Müslümanlar olarak İslam'ın ekolojik öğretilerinin bize sunduğu zengin kaynağı gezegen için harekete geçiremiyoruz.
Müslüman toplumların, İslam’ın ekolojik öğretilerini harekete geçiren birçok Müslüman düşünürleri, çevre hareketleri ve aktivist topluluğu olmasına rağmen eylem skalası durumun aciliyetiyle uyuşmamaktadır.
Son zamanlarda sizlerin de çalışmalarında gözlemlediğimiz gibi Eko-İslam, İslam ve çevre ahlakı gibi konularda akademik çalışmalar yapılmakta. Eko-İslam kavramı bize ne anlatır? İslam’ın çevre ahlakı hangi unsurları içermektedir? İslam ve Müslümanların ekolojiye olan bakış açısı ile modern bakış açısı arasındaki temel farklılıklar nelerdir?
Birçok Müslüman alim ve araştırmacıya göre iklim ve çevre hasassiyeti İslami öğretinin ve kültürünün bütün alanlarında derin köklere sahiptir. Müslümanlar, gezegenin bir denge üzerine yaratıldığına inanır; Müslüman kadınlar ve erkekler yeryüzünde Allah'ın temsilcileri olarak hareket eder ve yeryüzündeki nimetlerden ölçülü olarak istifade eder. Ancak artık bu denge bozulmuştur. Yaşamın sürdürülebilirliği için güvenli ve sağlık bir gezegeni mümkün kılan doğal sınırlar insanlık tarafından aşılmıştır. Stockholm Dayanıklılık Enstitüsündeki bilim insanlarına göre, gezegendeki yaşamı sürdürmek için gereken dokuz sınırdan beşi çoktan ihlal edilmiştir. Ekonomilerimiz, toplumsal refahı çevresel sınırlar içinde sürdürmek yerine, daha çok kâr etmeye odaklanmış ve zenginlere ayak uydurmuştur. Bu da karada ve denizde derin tahribata neden olmuştur. Bu çevresel tahribat iklim değişikliğini de beraberinde getirmektedir.
İslam, insanlığa ve yaratıcı ile yaratılanlar arasındaki ilişkiye dair bir anlayış sunar. Yaratıcıyla olan ilişkisinde bir Müslüman dünyada Allah’ın bir vekili ve kuludur; bütün yaratılanlara merhametli ve adil bir şekilde davranma sorumluluğu vardır. Yaratılanlarla olan ilişkisinde, diğer tüm canlı varlıklar gibi, doğanın nimetlerinden yararlanma hakkına sahiptir ve aynı zamanda yaratılışın bir ortağıdır.
İslam'ın ekolojik etiği, Yaratıcı'nın yüceliğini gösterir ve âlemin kutsallığına saygı duyan insanlığa adil, sorumlu ve hesap verebilir bir vekalet anlayışı sunar. Gezegende insanlarla adalet içinde yaşamak, bu gezegende Allah'ın temsilcisi olarak yaşama görevini kabul eden her Müslüman için bir zorunluluktur. İslam'ın ekolojik etiği, insanların gezegenle olan ilişkisini düzenlemeyi, adil ve ahlaki davranışı benimsetmeyi ve zararı azaltmayı amaçlar. Müslümanlar şimdi, insanların ve gezegenin iyiliği için harekete geçmemizi emreden İslam'ın dönüştürücü gücünü göstermelidir.
İslam'ın ekolojik etiği, Yaratıcı'nın yüceliğini gösterir ve âlemin kutsallığına saygı duyan insanlığa adil, sorumlu ve hesap verebilir bir vekalet anlayışı sunar.
Doğayı emanet olarak gören İslami anlayışta ekoloji kutsal kabul edilmektedir. Müslüman nüfusu yoğun olan ülkelerin çevreyle olan ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Müslümanlar kolektif olarak İslami bir çevre anlayışıyla hareket edebilmek için ahlaki öğretiler dışında ekonomik ve politik olarak nasıl bir strateji izlemelidirler?
İslam'ın ekoloji görüşü ne doğa-merkezli (eko-merkezli) ne de insan-merkezli (antroposentrik) olup, temelde teo-merkezlidir (Allah-merkezli). Çevre hareketi, büyük ölçüde ekolojik merkezli olup, doğayı koruyan değerleri ve prensipleri yüceltmeye odaklanmıştır. Teo-merkezli bir görüş, bireyin Yaratıcı ile ilişkisini merkeze alır ve bundan dolayı çevre sorumluluğu manevi bir görev ve her Müslümanın yapması gereken iyi davranışların bir parçası olarak görülür. Oysa modern çevre hareketi, çevresel eylem için çağrısını büyük ölçüde bilimsel analizlere ve argümanlara, teknolojik çözümlere dayandırmaktadır. Bu farkı üç temel noktada açıklayacağım:
- Tevhit, genellikle İslam'ın ekolojik mesajının temel ilkesi olarak sunulur. Bu ilke, Yaratıcı'nın birliği üzerine odaklanır ve bütün evrenin sahibi, yaratıcısı ve sürdürücüsünün yalnızca Allah olduğunu açıkça ortaya koyar. İslam'ın çevresel dünya görüşünün temel ilkesi olan Tevhit, doğanın O’nun tarafından tasarlandığı ve O’nun iradesine göre işlediğini ifade eder. Bu ilke, İslam dinine özgü morfolojiyi veren ve İslam'ın çevre etiğini tamamen teo-merkezi kılan ilkedir. Modern çevre hareketi açısından da doğayı koruma ve bakım için, ekonomilerin ve toplumların doğaya olan bağımlılığı gibi, birçok neden bulunmaktadır.
- İnsanlar dünyada sadece birer vekil olarak bulunmaktadır ve bu vekâletin adil ve hakkaniyetli bir şekilde yerine getirilmesinden sorumlulardır. Bu vekâlet ya da halifelik, insanların kul olarak, bütün eylemlerinin hesabını verecek bir şekilde sorumlu oldukları inancıyla şekillenmiştir. Gerçek hilafet (yöneticilik), kâinatın herhangi bir parçası üzerinde egemenlik, hükmetme veya kontrol değil; insanlara karşı tevazu sahibi olmak ve Yaratıcı’nın yasalarına itaat ederek vekaletten mesul olmak demektir.
- Üçüncü olarak, “halk” (yaratılış), ilahi düzen ve düzenin bir yansıması olduğundan, Allah'ın işaretleri olarak özsel bir nitelikle, O'nun tasarladığı külli sistemin bir parçası olarak ekolojik değere ve hem insanları hem de kâinatın sürdürülebilirliğine hizmet eden bir değere sahiptir. İslam'da, doğanın kutsal bir değeri vardır.
Sizin de daha önce direktörlüğünü yaptığınız Green Economy Coalition bir sivil toplum kuruluşu olarak halkı, kurumları ve hükümeti etkilemek ve harekete geçirmek konusunda önemli bir kuruluş. Hükümetlerin politikalarını etkilemek ve halkın bilinçlenmesini sağlamak adına bu tür kuruluşların faaliyetleri gerçekten etkili oluyor mu?
İslam, sadece "kişisel" bir dinden ibaret değildir, yaratılmış tüm varlıkların evrensel ortak iyiliğini sağlama etik yönergelerine dayalı olarak toplumu ve kurumlarını düzenleyen bir sistem ortaya koyar. İslam'ın değerleri ve prensipleri, bu nedenle sadece inançlar ve ritüellerle sınırlı değildir; İslam Müslümanların bütün yaşamını kapsayan bir sistemdir. Yaşayan bir gelenek olarak, "bir yaşam modeli" sağlar. Müslüman toplumlar, çevresel öğretilere dayalı farkındalık artırma programlarıyla, örneğin atık yönetimi, imamların eğitimi, camileri ve dinî kurumları yeşillendirmek gibi faaliyetler suretiyle büyük bir kitleye ulaşabilirler ve aynı zamanda krizin köklerinde yatan sistemik zorluklarla da ilgilenebilirler. Bu, ekonomik sistemlerin amacını yeniden düşünmeyi, ekonomileri kâr maksimizasyonu, finansal getiri ve sonsuz tüketim üzerine odaklanmaktan; iyi yaşam, adalet ve yeterlilik sağlayan ekonomilere dönüştürmeyi gerektirir.
Ekonomiler artık kâinatın amacına uygun çalışmıyor. İklim ve doğa krizleri birbirine bağlı bir şekilde tetikleniyor; bu sistem gözden geçirilmeli ve dönüştürülmelidir. Ekonomik sistemlerimizi dönüştürmek, dünya tarihinde en iddialı ve acil dönüşüm ihtiyacı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu, ekonominin amacını yeniden düşünmeyi -kârı, finansal getiriyi ve sonsuz tüketimi en üst düzeye çıkaran ekonomilerden; refahı, adaleti ve yeterliği sağlayan ekonomilere dönüştürmeyi- kapsar. Ekonomiyi yönetme, ölçme ve finanse etmek için yeni yollara ihtiyaç vardır. Bu da, üretim ve tüketim kalıplarımızı reforme etmeyi gerektirir; böylece dengeyi yeniden kurar, kirlilik ve tahribatı azaltırız. Müslüman ülkelerde, çevre hareketleri, nasıl para kazandığımızı, harcadığımızı ve yatırım yaptığımızı düşünmek için alternatif yollar sunabilir.
Doyumsuz bir ekonomi yerine nasıl yeşil bir ekonomi oluşturabiliriz? İklim açısından en savunmasız toplulukları ve grupları nasıl destekleyebiliriz? Nasıl etik ve sürdürülebilir bir şekilde yatırım yapabiliriz?
Fosil yakıta dayalı enerji üretimini sorgulamamız ve fosil yakıtlardan temiz, sağlıklı ve yenilenebilir enerji sistemlerine adil bir geçiş yapmamız gerekiyor. Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerde hükümet ve liderleri, fosil yakıtlardan geçiş yapmak için cesur, kalıcı ve ilkesel eylemler almaya nasıl teşvik edebiliriz? Besinlerin büyüdüğü, üretildiği ve tüketildiği süreçleri düşünmeliyiz. Helal gıda endüstrisini adaletli ve etik gıda üretim/tüketim prensiplerini taşıyan bir şekilde dönüştürebilir miyiz? İslam'ın öğretileri, her bir Müslümanın hayatının her boyutunu ve seçimini içermelidir; abdest alırken kullandığımız suyun damlalardan arabalarımızı çalıştıran yakıt litrelerine kadar. Ne kadar küçük olursa olsun hiçbir iyi eylem, bir Müslümanın yaşamında önemsiz kabul edilmez. İklim ve ekolojik krize karşı, her eylem önemlidir.
İslami çevre ahlakının eğitim yoluyla çocuklar, gençler ve yetişkinlere öğretilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz, bu konuda makaleleriniz de mevcut. Müslüman toplumlarda bu tür girişimler var mı? Ne tür faaliyetler yapılıyor?
Daha sürdürülebilir ve daha adil bir dünya talebi toplumsal olarak büyümekte. Vatandaşların, işçilerin ve diğer toplumsal grupların iklim ve çevre eylemlerine katılması, artık sadece farkındalık yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda politikaları ve kararları etkilemek, hükümetleri ve işletmeleri hesap verebilir hale getirmek için önemli bir adımdır. Örneğin, iklim adaleti için çağrı yapan küresel gençlik hareketi, bugün alınan ekonomik kararların sosyal ve ekolojik sonuçlarıyla yaşamak zorunda kalacak gençlerin endişelerine dayanmaktadır. Hükümetler, dünyanın biyolojik çeşitliliğinin %80'ini koruyan yerli halklarla daha iyi iletişim kurma konusunda daha başarılı hale gelmektedirler. Hem resmî hem de gayri resmî ekonomide işleri ve geçim kaynaklarını sağlıklı doğaya ve istikrarlı iklim sistemlerine dayanan işçiler, sağlıklı işler ile sağlıklı bir gezegen arasındaki bağlantıları kurmaktadır. İnsanlar, iklim ve çevre eylemleri için kararların, planların ve yatırımların merkezinde olmalıdır. Ve bu yaklaşım sokaklarda, mahkemelerde, müzakere odalarında ve yönetim kurullarında, insanları ve doğayı zarara uğratan kararlara karşı çıkmak için oldukça etkilidir.
İnsanları karar alma süreçlerinin merkezine koymak için birden fazla ve birbiriyle bağlantılı neden bulunmaktadır. Bu, karar alma sürecinde halkın güvenini yeniden sağlamayı, karar alma sürecini açmayı, bilgi sağlamayı, karar vericileri sorumlu tutmayı, şeffaflığı artırmayı, kamu desteği elde etmeyi ve politika kararlarının meşruiyetini ve kabulünü yeniden sağlamayı içerir. Vatandaş katılımını ve dahil edilmesini ilerletmek için birçok katılımcı mekanizma bulunmaktadır, böylece vatandaşlar ve insan toplulukları, iklim değişikliği ve çevre kararlarını, süreçlerini ve planlarını şekillendirmede başarılı bir şekilde yardımcı olmuşlardır. Sivil toplum ve halk hareketlerinin iklim ve çevre eyleminde önemli bir rolü bulunmaktadır.
İklim krizine sebep olan ülkelerin daha çok gelişmiş ülkeler olduğu bir gerçektir. Genellikle gelişmekte olan ülkeler sınıflandırmasında yer alan Müslüman ülkelerin ise iklim krizlerindeki payı daha az. Buna rağmen Müslüman ülkelerde iklim krizinin çözümüne ilişkin somut adımlar atılıyor. Müslümanların iklim ve çevre konusundaki öğretileri dünyaya etkili bir çözüm sunabilir mi?
Tarihsel olarak, iklim krizine yol açan küresel sera gazı emisyonlarının büyük bir kısmı zengin ve yüksek sanayileşmiş ülkelerden gelmektedir. Benzer şekilde, bu ülkelerin tüketim alışkanlıkları ve ekonomik yolları, dünya ekosistemlerine zarar veren hava, su ve toprak kirliliğinin yanı sıra biyoçeşitlilik kaybının büyük bir paydasına sahiptir. Ancak iklim değişikliği ve çevresel çöküş, sadece gezegeni bu duruma getiren kirletici ekonomik yolları izlemiş olan ülkeleri etkilemeyecektir. Bunun yerine, küresel ısınmaya veya çevre bozulmasına en az sebep olanlar, iklim ve çevresel etkilerle uyum sağlama ve başa çıkma konusunda sınırlı kaynağa sahip olanları etkileyecektir. Bu nedenle iklim ve çevre krizine yanıt, iklim değişikliğinin yüklerinin adil bir şekilde dağıtılmasını ele alan ve iklim ve çevre eylemleri yoluyla daha adil ve daha eşit bir dünya yaratmayı amaçlayan bir yanıt olmalıdır.
Tarihsel olarak, iklim krizine yol açan küresel sera gazı emisyonlarının büyük bir kısmı zengin ve yüksek sanayileşmiş ülkelerden gelmektedir.
İnsanlar genellikle insan hakları mücadelelerinin ön saflarında yer aldılar ve şimdi iklim adaleti hareketindeki rollerini geri alıyorlar. Müslümanlar, toplumsal olarak adil olan iklim ve çevre eylemlerini destekleyerek, savunarak ve çağırarak, savunmasız topluluklar ve ülkelerle dayanışma içinde durmalıdır.
İnsan zihninin ve kalbinin, insan saldırganlıklarının ve sınırları aşmalarının dünya ve insanlar üzerindeki etkisini fark ettiği bu dönemde, insan ve insan dışındaki varlıkların acısını hafifletecek bir yanıt oluşturmamız gerekiyor. Toprak ve insanları önemseyen Müslümanların sesi yükseliyor. Dünyayı görme ve yerimizi anlama şeklini sunuyorlar; geçerli ve uygulanabilir bir bilgi sistemi sunuyorlar ve zamanımızın sorularına yanıt verebilecek kapasitede bir eğitim felsefesi ve kurumu sunuyorlar. İnsanlığın tüm insanların saydığı, tüm seslerin duyulduğu ve dünyanın önemli olduğu bir dünya inşa etme vakti gelmiştir. Müslümanlar bu çaba içinde rol oynamalı ve onları kâinatta adaletle yaşamaya yönlendiren inançlarının dönüştürücü gücünü sergilemelidir. Çünkü "Gerçekten Allah, adaletli olanları sever." (Kur’an 5: 42).