Filistin’de Bir Hayat Tarzı Olarak Direniş
“Onların (Filistinlilerin) hiçbir zaman geri dönmemesi için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız… Yaşlılar ölecek ve gençler unutacak.”
İsrail’in kurucu başbakanı David Ben-Gurion hatıratına böyle yazar. 14 senelik başbakanlığı boyunca Filistinli mültecilerin varlığını ve geri dönüş hakkını inkâr ettiği gibi, 1948’de ele geçirdikleri topraklarda kalan “istenmeyen misafir” olarak gördüğü Filistinlilerin hayatını da OHAL kanunları ve askerî yönetimle dar eder; asimilasyon politikasıyla da köklerinden koparmaya, Filistinlilik kimliğinin oluşmasını engellemeye çalışır. 1949-1966 arası İsrail içindeki Filistinlilere yönelik yürürlükteki bu model, 1967 işgalinden sonra Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde uygulanır.
Gelinen noktada ne 1948 ve 1967 savaşlarıyla yersiz yurtsuzlaşıp mülteci konumuna düşenler ne de topraklarında kalıp işgalcinin fiziki, iktisadi ve psikolojik baskısı altında hayata devam edenler, geçmişlerini unutur ve unutturur. 1948 Nekbe’sini (Büyük Felaket) yaşamışlardan birçoğunun torunları, dedelerinin ve ninelerinin hafızasıyla yaşarlar. Tam da bu yüzden İsrail’in asimilasyon politikasına -bazıları yenik düşmekle, bazıları da mecburen boyun eğmekle birlikte- büyük bir kısmı türlü yollarla direnişi sürdürür.
Filistin direnişi denince akla ilk olarak silahlı direniş gelse de aslında direniş çok boyutludur. İsrail işgal yönetiminin içeride her türlü silahlı direniş imkân ve kabiliyetini şiddetle bastırdığı, hayatları dayanılmaz kılıp terke zorladığı bir ortamda Filistinlilerin başlarına ne gelirse gelsin sabrederek ve sineye çekerek gündelik hayatlarını metanetle sürdürme çabası bile başlı başına bir direniştir. Hatta buna “sumud” denir. Geçmişten beri Filistin’de pasif direniş, silahlı direnişten çok daha yaygın olup kadınlar bunun öncüsüdür.
Filistinli Kalmak
Filistinlilerin direnişi daha dünyaya gelmeden anne karnında başlar; İsrail’in uyguladığı maddi-manevi baskıları çok erken tadarlar. Buna karşı aktif veya pasif direniş ruhunun yeni nesillere aşılanmasında en kritik rolü anneler oynar. Filistin’in kadınları güçlüdür, cesurdur, fedakardır. Hayatlarının hemen her alanı direnişin bir parçasıdır: Çok çocuk sahibi olmak (yani Filistin’in Yahudileştirilmesine karşı demografik bir savaş yürütmek) ve çocuğunu elden geldiğince iyi eğitmek; fakirleştirme politikalarıyla boğuşmak; işgalcinin fiziki ve psikolojik şiddetine ve aşağılamalarına direnmek; hareket kısıtlamalarıyla mücadele etmek; İsrail’in yok saydığı Filistin kimliğini korumak ve toprakla güçlü bir aidiyet bağı kurmak, Filistin kültürünü sürdürüp yeni nesillere aşılamak; direniş ruhunu ve hafızasını canlı tutup çocuklarına aktarmak; işgalcinin sürekli korku salmasına karşı çocuklarına korkmamayı, cesareti, aciz görünmemeyi, üzüntüye teslim olmamayı öğretmek...
Bilhassa Gazzeliler ölümle iç içe yaşarlar; dolayısıyla çocuklar ölümden korkmama bilinciyle yetiştirilirler. Dünyadan tecrit edilmiş halde kaderlerine terk edilmiş olsalar bile annelerinden sürekli “Allah bize yeter” minvalinde sözleri duyarak büyürler. Hemen her ailede bir şehit, sakat, tutuklu veya kayıp varken ve gündelik hayattaki baskı ve şiddet işgali her an hatırlatırken, direniş ruhunun ve hafızanın taze kalmasını sağlayan ana aktör de aslında İsrail’in bizzat kendisidir.
İşgal altında yaşanan zorluklar ve şiddet, Filistinlileri daha güçlü kılar ve vatan toprağına bağlar. Ama Filistinlilerin en büyük güç ve direniş kaynağı Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın varlığıdır. Ne yaşarlarsa yaşasınlar sabredip “Son nefesimize kadar kutsal toprakların murabıtları, koruyucuları olacağız.” zihniyetiyle hareket ederler. Bunu kaderlerine yazılmış bir vecibe addederler. Ebeveynler “Çocuklarım Mescid-i Aksa uğruna feda olsun” derler. Müslüman-Hristiyan, dindar-laik, hatta ateist bütün Filistinlileri birleştiren ortak sembol Kudüs’tür. Doğu Kudüs’te yaşamak çok zordur ve bu, büyük bedeller ödemeyi gerektirir.
Kadın ve erkek Filistinliler eğitimlerine ayrıca ihtimam gösterir. Filistin’de yaşayan gençlerin sahip oldukları eğitime uyumlu iyi iş bulma imkanları son derece kısıtlıdır. Buna mukabil eğitimi, direnişin en önemli aracı, İsrail’e karşı en büyük silahları olarak görürler. Aynı zamanda vatanını yitiren Filistinli mülteciler de sığındıkları ülkelerde insanca muamele görebilmek için iyi eğitimli olmayı istemektedir. Tam da bu yüzden İsrail sokağa çıkma yasakları veya türlü yollarla eğitim hayatını engellediğinde Filistinliler evlerini okula çevirip eğitimi yine de sürdürürler. Tıpkı 7 Ekim’den sonra Gazze’de çadırların birer okula dönüştürülmesi gibi.
Direnişin Kalesi: Gazze
Gazze diğer Filistin bölgelerinden biraz daha farklıdır. Abluka altında tüketim toplumunun nimetlerinden uzak yaşayan Gazze’de -1978’den itibaren Şeyh Ahmed Yasin ve arkadaşlarının faaliyetleri neticesinde- dindarlık derecesi oldukça yüksektir. Gazzeliler Kur’an-ı Kerim’le ve hadislerle bağlantılı bir hayat sürmeye, siyer ve peygamberler tarihinden beslenmeye çalışırlar. Hafızlık yaygındır. Aileler çocuklarını normal eğitim kadar hafızlığa da teşvik eder.
Tarihten beri Akdeniz sahilinde kritik bir noktadaki Gazzeliler dirençli ve direnişçidir. İsrail’e karşı her dönemde direnişin ilk patladığı ve şiddetle bastırıldığı, büyük bedellerin ödendiği bir bölgedir. Gazze’yi genelde yaşadığı acılarla tanısak da Gazzeliler -tıpkı diğer bölgelerdeki Filistinliler gibi- üzüntüye teslim olmayıp mutluluk vesilesi ararlar. Savaşa ve ablukaya rağmen bayramları bayram gibi kutlarlar, neslin devamlılığına çok önem verirler, büyük ve neşeli düğünler yaparlar, özel günlerini kutlarlar, fakir bile olsalar komşudan borç alıp misafirlerini en iyi şekilde ağırlarlar, ağlayıp sızlamak yerine sıkıntılarını bile nükteyle anlatırlar… Abluka altında nefes aldıkları tek yer Akdeniz olup doyasıya yüzerler, sahilde eğlenme amaçlı türlü etkinlikler düzenlerler. Bütün bunlar direnmenin farklı bir yoludur. Çünkü insanoğlu sürekli stres, kaygı ve acı hissederek yaşayamaz; yoksa akıl ve ruh sağlığını yitirir. Tam da bu yüzden direnişin gerektiği anlarda var güçleriyle mücadele yürütürler, çatışmalar bittiği anda sanki hiçbir şey olmamışçasına normal hayata geçerler, hatta oynamaya ve eğlenmeye başlarlar. Bu şekilde hem acıya boyun eğmeyip toparlanmaya hem de ağlaşıp aciz görünerek işgalciyi sevindirmemeye çalışırlar.
İsrail Gazze’yi haritadan silme planları yapsa da Gazzelilerin hayatta kalma azmi tükenmez. Her zorluğun kolaylığını, her yokluğun alternatifini bulmaya çalışırlar. İsrail bir yolu kapattığında Gazzeliler başka bir yerden yolu yine açarlar. Daha 2014’te Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası raporlarında Gazze’nin 2020’de yaşanamayacak bir bölgeye dönüşeceğine dair ikazlar yapılsa da ve Aksa Tufanı’ndan yıllar evvel bu noktaya varılsa da üretkenlikleri sayesinde hayatlarını sürdürüyorlardı. Hala öyle. Üretkenliğin ve icatçılığın en çarpıcı örneği, İsrail’in on aydır yok etmekten aciz kaldığı hem sivil hem askeri amaçlı kullanılan yeraltı tünelleri ağıdır.
Hayatları zor olsa da güzelleştirmek için ellerinden geleni yaparlar. “Kim bir iş yaparsa en iyisini yapsın” hadis-i şerifi Gazzelilerin hayat felsefesidir. Şehit olmak istedikleri kadar hayatı da sever ve önem verirler; hayatları da ölümleri de güzel ve manalı olsun isterler. Belki de bu arzularının bir neticesi, on aydır Gazze’de on binler Kudüs ve Mescid-i Aksa uğruna feci şekilde canlarından olurken, dünyanın dört bir yanında ölü toprağı serpilmiş insanları İslam’la buluşturarak onlara can katıyorlar.
Anadolu Ajansı, 2019
Zulme Boyun Eğmeyen Umutlar
İsrail’in Filistinlilere uyguladığı her politikanın bir de psikolojik çökertme boyutu vardır. Adeta Filistin topraklarını bir laboratuvar, Filistinlileri de birer kobay olarak kullanır; sadece yeni geliştirdiği teknolojileri ve silahları denemek değil, aynı zamanda hangi baskı ve zulme ne kadar dayanabileceklerini test etmek için. Tam da bu yüzden her uygulaması keyfidir, öngörülemezdir. Filistinliler, başlarına ne zaman ne gelecek bilemedikleri için uzun vadeli plan yapmaları pek mümkün değildir; o ân neyi gerektiriyorsa onu yaparak, adeta ânın tadını çıkararak yaşarlar. Hayatı ertelemezler; savaş esnasında bile evlenirler, çocuk sahibi olurlar, tezlerini yazar eğitim hayatını sürdürüler. Bunların hepsi birer pasif direniştir.
Gazzeliler, dünyanın başka bölgelerinde normal insanların kaldıramayacağı kadar büyük travmatik olaylara maruz kalsalar da travma ve depresyona dirençlidirler. Allah’a olan imanları ve tevekkülleri sayesinde ayakta dururlar. Gazzelilerin savaş biter bitmez ertesi gün “normal”e dönebilmeleri, sanki hiçbir şey olmamışçasına hayata devam etme ve yaralarını sarma çabaları İsraillilerin baş edemediği özelliklerindendir.
Direnişin en çarpıcı boyutu, İsrail tarafından birkaç defa müebbet veya on yıllar boyu hapis cezasına çarptırılan genç Filistinli mahkumların birçoğunun ümidini yitirmek yerine hapishanede çeşit çeşit yabancı diller öğrenmeleri, uzaktan liseyi ve üniversiteyi bitirmeleri, hatta bazılarının yüksek lisans ve doktora yapmalarıdır. En çarpıcı örnek, Hamas’ın yeni lideri Yahya Sinvar’dır. Dört defa müebbet hapis cezasına çarptırıldığı halde hem hapishanede ileri seviyede İbranice öğrenip lisans ve lisansüstü eğitimlerini tamamlamış hem yakalandığı beyin kanserine yenik düşmemiş hem de İsrail toplumunun ve askeri-güvenlik bürokrasisinin zihin yapısını ve iş tutuş biçimini çok iyi çözmüştür. Sinvar ve diğer birçok mahkûm, normalde hapisten kurtulma imkân ve ihtimalleri olmadığı halde Allah’a olan tam tevekkülleri ve güvenleri sayesinde hapishaneyi eğitim yuvasına çevirmiş ve anın acılarına teslim olmayıp geleceğe odaklanmış, on yıllar sonra rehine takası sayesinde serbest kaldıklarında hayata atılacak bilgi donanımına sahip olmuşlardır.
İsrail’in 70 küsur yıldır silahlı gruplar dışında kimlere suikast düzenlediğinin izi sürüldüğünde Filistin direnişinin çok boyutluluğu daha iyi anlaşılır. Mesela geçmişte Filistinli romancı ve gazeteci Gassan Kenefani ve Hanzala karakterinin çizeri karikatürist Naci el-Ali, son yıllarda önemli Filistinli mühendisler; 7 Ekim’den sonra yüzlerce kameraman, gazeteci, doktor, sağlık görevlisi, ambulans şoförü, arama-kurtarma görevlisi, akademisyen, öğretmen, âlim, sanatçı, mühendis, insani yardım görevlisi… Katledilen on binlerce kadın ve çocuk… Bunların hepsi direnişin farklı yollarla birer parçasıdır.
Sonuç olarak Filistin’de yaşamayı sürdürmek bile başlı başına direniştir.
Kapak resmi: newarab.com
Zahide Tuba Kor
Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisansını (2003) ve Türkiye-Suriye ilişkileri üzerine yazdığı teziyle yüksek lisansını (2007) tamamladı. Anlayış dergisinde yazar ve editör (2004-2010), BİSAV Küresel Araştırmal...