Fransız Kimliği Çıkmazında Bir Direnişçi Olarak Müslüman Kadın
Fotoğraf: Anadolu Ajansı
11 Eylül olaylarından bu yana Batı’da artan İslamofobi’nin özellikle Arap Baharı süreciyle birlikte yükselişi, Fransa’yı, İslam karşıtı olayların ve söylemlerin en yoğun şekilde yaşandığı Avrupa ülkelerinden birisi haline getirmiştir. Fransız yönetiminin Müslümanların yaşam şekli ve kıyafetleri ile alakalı duyduğu rahatsızlıklar, rejimin Müslüman toplumlara yönelik politikalarını da şekillendirmiştir. Nüfusun yüzde 10’unu Müslümanların oluşturduğu Fransa’da (INSEE,2023), dinî kimlik ve sembollerle yaşanan çatışmanın arka planındaki tarihsel süreçleri görmek, günümüzdeki tezahürlerini anlamak açısından önem teşkil ediyor. Nitekim Fransa'daki göçmen ve Müslüman nüfusun varlığı, sömürge tarihine ve onun devamında vuku bulan göç hareketliliğine dayanıyor.
Fransa, sömürge döneminde halkı Müslüman olan Cezayir, Fas, Mısır, Tunus, Çad, Senegal gibi birçok ülkeyi kontrolü altına almıştır. Bu işgaller neticesinde I. ve II. Dünya Savaşlarından sonra bu bölgelerden Fransa’ya yoğun bir göç yaşanmıştır. Ucuz iş gücü amaçları taşıyan ve işçi göçlerini kapsayan bu göçler, büyük çoğunlukla Mağrip bölgesi ülkelerinden giden Müslümanlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu göçler sonucunda Fransa, fabrikalarındaki ucuz iş gücü piyasasında oluşan açığı doldurmayı hedeflerken göçmenler ise Fransız sömürgesi altında olan ülkelerinden daha iyi bir yaşam sürme umuduyla ayrılıp düşük sosyoekonomik şartlara sahip bölgelere yerleşmek zorunda kalmışlardır (Yardım, 2017). Düşük gelirli ve eğitimli olma, ağır şartlarda çalışma, ötekileştirilme gibi olumsuz yaşam koşullarına sahip Müslüman göçmenler, Paris olayları ve sonrasında meydana gelen olaylarla birlikte yaşanan iç karışılıklıklar sonucunda tabir yerindeyse günah keçisi ilan edilmiş ve büyük bir güvenlik sorunu olarak görülmüşlerdir. Devlet tarafından, bir bakıma yukarıdan aşağı söylemlerle, dinî kimlikleri üzerinden hedef haline getirilen Müslümanların görünürlük problemi bu noktada ortaya çıkmaya başlamıştır (Özdemir, 2012).
Kılık, kıyafet, dinî ritüeller ve sembollerle kamusal alanda görünürlüğü arttığı iddia edilen Müslümanlar, Fransa toplumuna aykırı görülen kimlikleriyle adeta tehdit unsuru haline getirilmiştir. Bilhassa siyasetin ve medyanın sert ve provokatif söylemleriyle çeşitli baskı ve hak ihlallerine maruz kalmışlardır. Bu söylemlerin çizgisinin semboller ve kılık kıyafet üzerinden ilerlemesi özellikle hedef haline getirilen bir Müslüman kadın varlığından söz etmeyi kaçınılmaz kılmıştır. 1989 yılında başlayan başörtü yasağı tartışmaları, 2004 yılında çıkan bir yasayla okullara dinî sembollerle girilmesinin yasaklanması ve beraberinde gelen başörtü yasağıyla sonuçlanmıştır. 2010 yılında ise peçe ve burka gibi yüzü kapatan kıyafetlerin kamuya açık alanlarda giyilmesi yine bir kanun hükmü olarak yasaklanmıştır. Yasaklara gerekçe olarak, peçe ve burkanın kamusal alanda güvenlik sorunu teşkil eden ve siyasi amaçlar taşıyan semboller olarak görülmesi sunulmuştur. Öte yandan yakın zamanda uygulamaya konan abaya yasağı örneğiyle de Müslüman kadının kıyafeti konusundaki aşırı baskı ve tutumlar ve bilhassa İslam karşıtı söylemler, siyaset zemininde meşru kılınmaya çalışılmıştır (Najib, 2022, sf. 237).
Homojen bir ulus oluşturma hedefi güden Fransa, entegrasyon politikalarını Müslüman kadınların kıyafeti başta olmak üzere her türlü dinî ve kültürel simgenin yasaklanması üzerinden yürütmektedir.
Esasında abaya yasağı Müslüman kadının kıyafetiyle Fransız kimliği eksenindeki tartışmaların hâlâ devam ediyor olduğunun önemli bir göstergesidir. Homojen bir ulus oluşturma hedefi güden Fransa, entegrasyon politikalarını Müslüman kadınların kıyafeti başta olmak üzere her türlü dinî ve kültürel simgenin yasaklanması üzerinden yürütmektedir.Bu kararların ise laiklik ilkesi çerçevesinde uygulandığı öne sürülmektedir: Abaya gibi “din bağlılığı ifade eden” kıyafetlerin eğitim kurumlarında giyilmesinin laikliğe aykırı olduğu, bir insanın üzerinde hangi dine mensup olduğunu gösteren simgeleri taşımasının siyasi amaçlar barındırdığı gibi açıklamalarla alınan karar Fransız yönetimi tarafından savunulmuştur. Bakıldığında bu yasaklar tüm dinleri kapsama iddiasıyla uygulanıyor olsa bile bunlardan en çok Müslüman kadınlar etkilenmektedir. Avrupa İslamafobi raporuna göre (Faytre, 2018), Fransa’daki İslamofobik eylemlerin %70’i kadınlara yöneliktir ve çoğunlukla saldırıya uğrama oranlarında ayırt edici konu başörtüsüdür. Nisan 2022’de Paris’te başörtüsünü çıkarmadığı gerekçesiyle iki kadının polis tarafından dövülmesi, çocuğunun okul ziyaretlerine katılan başörtülü velilere dahi başörtülerini çıkartma zorunluluğunun getirilmesi, abaya giydiği için okullarda taciz edilen bir grup Müslüman kadının geçtiğimiz günlerde de eğitimlerinden uzaklaştırılması (Najib, 2022, sf.244) gibi belgelenebilen örneklerden birkaçı bile tüm bu yasakların bizatihi İslam karşıtlığı temelli olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Müslüman kadınların maruz kaldığı ayrımcı muameleler, şiddet, taciz ve damgalamalar, kuşkusuz Fransız yönetimi ve kamuoyunda var olan İslamofobik tutumlardan bağımsız değildir. Bu hususta Fransa’da her geçen gün İslam karşıtlığına dayanan uygulamaların artışı açık bir nefretin göstergesi olmakla birlikte, esas olarak göçmenlere yönelik uygulanan entegrasyon politikalarının asimilasyon tarafını ortaya çıkarmaktadır. Ulusal kimliği ve kültürü koruma girişimiyle yapılan politikalar, Müslüman kadınların başörtüsünü kimliklerinin bir parçası olarak taşıdıkları gerçeğini görmezden geliyor. Kültürel ve dinî her türlü temsile karşı sergilenen karşıtlık, Müslümanlar söz konusu olduğunda daha tehditkâr ve sakıncalı olarak aksettiriliyor. Bu algının bir tarafında kendi kültürünün baskı ve dayatmalarından kurtarılması gereken bir Doğulu Müslüman kadın imgesi yattığı da aşikardır. Oryantalist söylemlerle oluşturulan “kendi kültürü ve dini tarafından baskı altında tutulan, zorla örtünen ve toplumdan koparılan Müslüman kadın” tahayyülü, onları tektipleştiren ve ötekilerle arasındaki uçurumu gitgide derinleştiren bir algı yaratıyor (Göle, 2017).
Kültürel ve dinî her türlü temsile karşı sergilenen karşıtlık, Müslümanlar söz konusu olduğunda daha tehditkâr ve sakıncalı olarak aksettiriliyor.
Kendi kimliğini başörtüsüyle temsil eden Müslüman kadınlar ile başörtüsünü bir tehdit ve kendilerine karşı bir direnme aracı olarak gören Fransız kimliği arasındaki çatışmanın uzandığı nokta, yine Müslümanların görünürlüğü problemini işaret ediyor. Nihayetinde başörtüsü, Müslüman kimliğini yansıtması sebebiyle görünürlük zemininde tartışılan problemleri daha çok kadınlar nezdinde konuşmayı zaruri kılıyor. Kamusal alanda başörtüsüyle var olan kadınlar; Batılı değerleri, uğruna mücadeleler verilen özgürlüğe dair feminist yaklaşımları ve kadın-erkek eşitliği algılarını bozan bir temsil sunuyor. Öte yandan seküler değerleri de kapsayan konu, kadınların kamuya açık alanlardaki Müslüman temsiliyetini bir başkaldırış göstergesi kabul ediyor.
Bu doğrultuda başörtüsü temsiliyle Fransız yönetiminin baskıcı tutumlarına karşı adeta bir mücadele içine giren Müslüman kadınların asıl problemlerinin kendi kimlikleriyle değil, dayatılan Fransız kimliğiyle ilgili olduğu açıkça söylenebilir. Bu gerçek görmezden gelindiği sürece sorunlar çözüme kavuşamayacak; yaşatılan hak ihlalleri ise İslam karşıtı uygulamalar hukuki zeminde meşru kılındığı ve nefret suçu sayılmadığı taktirde artarak devam edecektir.
KAYNAKÇA
Faytre, L. (2018). European Islamophobıa report 2018. (Ed.) Enes Bayraklı & Farid Hafez. Erişim adresi: https://islamophobiareport.com/en/
Göle, N. (2017). Seküler ve dinsel: Aşınan sınırlar. İstanbul: Metis Yayınları.
INSEE (2023). Religious diversity in France: Intergenerational transmissions and practices by origins. Erişim adresi: https://www.insee.fr/en/statistiques/7342918?sommaire=7344042&q=religion+populat
Najib, K. (2022). European Islamophobıa Report 2022. (Ed.)Enes Bayraklı & Farıd Hafez. Erişim adresi: https://islamophobiareport.com/en/
Özdemir, Ö. B. (2012). Fransa’da İslamofobik söylemin ana akımlaşması ve Arap Baharı’nın etkisi. Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Merkezi.
Yardım, M. (2017). Göç ve entegrasyon politikaları ışığında Fransa’da toplumsal kabul.The Journal Of Mıgratıon Studıes, 3. 100-136.
Ayşenur Ergin
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2024 yılında mezun oldu. Halihazırda İLKE Vakfı TODAM bünyesinde proje asistanı olarak çalışmaktadır....