Hindistan'da İslamofobik Medya ve Hakikatin İnşası
Hakikat sonrası siyaset çağında, hakikati inşa etmek ve tekelleştirmek için sürekli bir mücadele söz konusudur. İnşacıların öne sürdüğü gibi, hakikat; tarihsel deneyimlere, kültüre, hâkim değer ve algılara ve belirli bir toplumdaki mevcut sosyal, ekonomik ve siyasi koşullara bağlı olan sosyal bir yapıdır. Hakikat sonrası çağda medyanın gücü ve rolündeki olağanüstü artış, bu olgunun kuramsallaştırılması yoluyla daha derinlemesine anlaşılmasını gerektirmektedir. Şirketler tarafından siyaset kurumuyla ittifak halinde kontrol edilen ve kötüye kullanılan medya, bugün demokrasinin karşı karşıya olduğu en büyük tehlikedir. İnsanların algılarının, seslerinin ve tepkilerinin güçlü medya tarafından kontrol ve manipüle edildiği bu durum, demokrasinin kurumsallaşmasına yol açmaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönemde İslamofobi, yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkta yaşanan ani yükselişin bu bağlamda anlaşılması gerekmektedir.
İslamofobi küresel bir olgudur. Soğuk Savaş sırasında ABD liderliğindeki Batı bloğu bir tür “kızıl korku” yaratmış ve komünizmi/Marksizmi “kızıl tehdit” veya “kızıl tehlike” olarak yansıtmıştı. Sovyetler Birliği'nin dağılması ve 1990'larda Komünizmin çöküşüyle birlikte ise İslamofobi küresel olarak yükselişe geçti. ABD liderliğindeki Batı bloğu, Huntington'ın “Gerçek düşmanlar olmadan gerçek dostlar olamaz.” tavsiyesine harfiyen uydu. Komünizmin çöküşünden sonra ABD ve müttefiklerinin yeni bir düşmana ihtiyacı vardı. ABD ve diğer Avrupa ülkelerinde Soğuk Savaş sırasında kızıl korku yaratmak için sürdürülen propaganda endüstrisi, İslam'a ve Müslümanlara karşı yönlendirildi. Kızıl tehlikenin yerini “yeşil tehlike” aldı ve yeni keşfedilen düşmana karşı İslami militanlık, İslami terörizm ve İslami köktencilik gibi terimler sıklıkla kullanılmaya başlandı. İslamofobi de bu propagandanın bir sonucudur.
Dünyanın en geniş tabanlı temsili demokrasisine sahip olan Hindistan, bugün İslamofobinin ve Müslümanlara karşı nefretin merkez üslerinden biri haline gelmiştir.
Dünyanın en geniş tabanlı temsili demokrasisine sahip olan Hindistan, bugün İslamofobinin ve Müslümanlara karşı nefretin merkez üslerinden biri haline gelmiştir. Sağcı güçler, çoğunluk toplumunu harekete geçirmek, siyasi ve diğer hedeflerine ulaşmak için endişe ve korku yaratacak bir iç düşmana ihtiyaç duymuştur. Bu sebeple, sadece sosyal olarak soyut bir gerçeklik yaratılmıyor aynı zamanda düşmanlar ve dostlar da sosyal olarak inşa ediliyor. Tarihsel nedenlerden ötürü ise Hindistan’daki Müslümanlar en çok ihtiyaç duyulan düşman haline geldi ve Hindistan'daki sağ kanat, seküler bir demokraside Müslümanlarla barış içinde yaşayan Hinduların zihninde endişe ve korku yaratmak için küresel İslamofobiyi kullandı.
Hindistan’daki Mevcut Medya Ortamı
Hindistan'daki medya ortamı İslamofobik, kötü niyetli ve Müslümanlara karşı nefret doludur. Hindistan'daki haber merkezleri üst kast Hinduların hakimiyetindedir ve İslamofobi ile adeta enfekte olmuşlardır. Dalitler, yani eski Sudralar, ve azınlıklar gibi ötekileştirilmiş topluluklar ise ana akım medyada yeterince temsil edilmemektedir.
Ülke nüfusunun %14,2'sini oluşturan Müslümanlar, Hindistan'daki en büyük azınlık gruptur. Hindistan laik bir ülkedir ve anayasası din, etnik köken, cinsiyet veya doğum yerine dayalı herhangi bir ayrımcılık olmaksızın tüm vatandaşlara eşit haklar sağlamaktadır. Ancak uygulamada Müslümanlar, ülkenin bağımsızlığından bu yana kurumsal ayrımcılığa, toplumsal dışlanmaya, zulme ve şiddete maruz kalmaktadır. Sağcı siyasi parti Hindistan Halk Partisinin (Bharatiya Janata Party - BJP) yükselişiyle birlikte ise Müslümanlara yönelik zulüm katlanarak artmıştır.
Nefret Siyaseti
Başbakan Modi başkanlığındaki mevcut siyasi oluşum, Müslüman karşıtı söylemleriyle tanınıyor. Başbakan Modi de dahil olmak üzere BJP liderleri ise nefret söylemi ile suçlanıyor. Ana akım medya, birkaç önemli istisna dışında, bunu geniş bir şekilde haberleştirmekte ve tartışmalı Müslüman karşıtı konuşmaları, televizyon yayınlarının en çok izlendiği zamanlarda dönen tartışmaların ana konusu haline getirmektedir. Seçim dönemlerinde de İslamofobik konuşmaların sıklığı katlanarak artıyor. Bizzat Başbakan Modi, 2024 ulusal seçimleri için yürüttüğü seçim kampanyasında Müslümanları “ajanlar” olarak ilan etmiş ve ülkedeki nüfus patlamasından onların sorumlu olduğundan yakınmıştır.
Hindistan'daki medya ortamı sadece İslamofobik değil, aynı zamanda Müslümanlara karşı zehirli bir şekilde de nefret doludur.
Nefret İdeolojisi
Hakikat sonrası çağda yaşamak, her toplumda çoğunluk ve baskın olmayan gruplar için tehlikelidir. Hindistan'daki medya ortamı sadece İslamofobik değil, aynı zamanda Müslümanlara karşı zehirli bir şekilde de nefret doludur. İktidarın amacına hizmet etmek için Müslümanlara karşı nefreti besleyen, ideolojik olarak kendini bu hizmete adamış bir medyadır. İktidardaki BJP'ye bağlı Rashtriya Swayamsevak Sangh'ın (RSS) 1940-1973 yılları arasında M.S. Golwalkar tarafından yönetildiğini belirtmek gerekir. Glowalkar, Müslümanları “iç tehdit” olarak ilan eden İslamofobik bir akademisyendi. Günümüzde de görünen o ki iktidardaki BJP, Golwalkar'ın yarattığı mahmurluktan kurtulabilmiş değil ve partinin liderleri Müslümanları hala bir tehdit olarak görüyor ve bu nedenle Müslümanlara karşı kin kusmaya devam ediyor.
Cihadın Çarpıtılması ve Çeşitlendirilmesi
İslam’daki cihat kavramı ve cihadın çarpıtılmış anlamı, çoğunlukta endişe ve korku yaratmak için Hindistan ana akım medyasında sık sık dile getirilmektedir. Müslümanlar bazı önemli bölgelerde ya da çoğunlukla Hinduların yaşadığı yerlerde toprak satın alırsa, medya bunu “bhoomi (toprak) cihadı” olarak adlandırırken Müslüman bir erkek Hindu bir kıza aşık olursa, bunu “aşk cihadı” olarak yansıtıyor ya da Müslüman gençler ulusal idari hizmetler sınavını kazanırsa, bu “Hindistan İdari Hizmetler (IAS) cihadı” olarak adlandırılıyor. Müslüman erkekler genellikle cinsel saplantılı ve saldırgan, Müslüman kadınlar ise çocuk doğuran “en doğurgan” dişiler olarak yansıtılmaktadır. Öte yandan, Hindistan'daki mevcut nüfus patlamasından Müslümanlar sorumlu tutulmakta ve Müslümanların Hinduların sayısından daha fazla çocuk doğurmak istedikleri iddia edilmektedir. Böylece olay “nüfus cihadına” dönüşmektedir.
İslam karşıtı karikatürist Manoj Kureel tarafından çizilen karikatür, cihadın "farklı türlerini" işliyor.
Sosyal medya ise İslamofobinin tüm sınırlarını aşıyor ve Müslümanlara yönelik ekonomik boykot, soykırım, Müslüman kadınlara cinsel saldırı ve onları Pakistan'a gönderme çağrıları sosyal medya platformlarında yaygın bir şekilde paylaşılıyor. Dahası COVID-19 dahi sosyal medya ve ana akım medya tarafından Müslümanlara karşı nefret yaratmak için kullanıldı. Müslümanların koronavirüsü kasıtlı olarak ülkeye yaydığı ve “korona cihadı” yürüttüğü yönünde bir anlatı inşa edildi. Korona salgını sırasında Müslümanlar, medya tarafından nefret söyleminin esas hedefi haline geldi ve “Korona süper yayıcıları” olarak yansıtıldılar. Müslümanların dini mezhepleri ve ibadet yerleri de “süper yayıcılar” olarak yansıtıldı.
Yıkıcı Medya
Modi'nin Başbakan olarak iktidara gelmesinden bu yana, bağnazlığa dayanan birtakım teknik gerekçelerle Müslümanların evlerini ve ibadet yerlerini yıkmak yaygın bir eylem haline geldi. Hint medyası bu tür yıkımları kutlamakta ve gururla “buldozer adaleti” olarak adlandırmaktadır.
Hindistanlı Müslümanlar, Hindu milliyetçilerin yıkım politakalarına karşı eylem düzenliyor, 2022. (Bikas Dap/AP)
Yıkıcı medya aynı zamanda, Müslüman oldukları için suçlu ve terörist olduğu iddia edilen kişilerin yargılanmadan bir cezaya çarptırılmasını da kutlamakta ve meşrulaştırmaktadır. Bazı durumlarda, bir sonraki öldürülecek, ya da “etkisiz hale getirilecek” kişinin kim olması gerektiğini belirleyerek bir supari* medyası haline gelmektedir. Öyle ki suç geçmişleri olduğu iddia edilen üç Müslüman Parlamento üyesi de esrarengiz bir şekilde ölmüş ya da polis veya adli gözaltında öldürülmüştür.
Artan bu nefret sadece Müslüman toplumun güvenliğini ve refahını değil, aynı zamanda Hindistan demokrasisinin dokusunu da tehdit eden geniş kapsamlı sonuçlar doğurmaktadır.
Yaklaşan Tehlike
Genel olarak İslamofobik ve siyasi sosyal medya ortamı Hindistan'daki Müslümanların kırılganlıklarını artırmaktadır. Toplumsal ayaklanmalar ve linç şeklinde kolektif şiddet günlük hayatın bir parçası haline gelmektedir. ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu (USCIRF) Hindistan'da Müslüman karşıtı nefretin yaygınlığı konusundaki endişelerini dile getirirken Genocide Watch da Hindistan'daki Müslümanlara yönelik soykırım konusunda uyarılarda bulunmaktadır. Artan bu nefret sadece Müslüman toplumun güvenliğini ve refahını değil, aynı zamanda Hindistan demokrasisinin dokusunu da tehdit eden geniş kapsamlı sonuçlar doğurmaktadır. Yaygın korku ve şüphe atmosferi toplumsal uyumu zayıflatmakta, ayrışmanın artmasına ve toplumlar arası ilişkilerin bozulmasına yol açmaktadır. Güven aşındıkça çatışma ve şiddet potansiyeli artmakta ve tüm toplumun istikrarı bozulmaktadır. Kontrol edilmediği takdirde, bu tehlikeli gidişat ülkede ciddi krizlere ve uzun vadeli sosyo-politik istikrarsızlığa yol açabilir.
Sonuç
Hindistan'ın medya ve siyaset dünyasında İslamofobinin yükselişi, ülkenin demokratik ilkelerini ve seküler ahlakını zedeleyen son derece rahatsız edici bir olgudur. Medya, genellikle siyasi güçlerle iş birliği içinde, Müslümanlara karşı bir korku ve nefret anlatısının oluşturulmasında ve sürdürülmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu durum Müslüman toplumda ayrımcılığın, şiddetin ve toplumsal dışlanmanın artmasına yol açmıştır. Gerçeğin manipüle edilmesi ve siyasi kazanç için soyut düşmanlar yaratılması sadece toplumu kutuplaştırmakla kalmamış, aynı zamanda Hindistan'ın zengin ve çoğulcu kimliğinin dokusunu da aşındırmıştır. İslamofobiden kaynaklanan tehlikeli söylem ve eylemler, toplumsal uyum ve adalet için de ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Buna karşı koymak için medya okuryazarlığını teşvik etmek, sorumlu gazetecilik anlayışını desteklemek ve Hindistan Anayasasında yer alan eşitlik ve laiklik ilkelerini korumak zorunludur. Hindistan, ancak bu önyargılı anlatılara meydan okuyup ortadan kaldırmaya yönelik ortak bir çaba gösterirse dinleri ne olursa olsun tüm vatandaşların onurlu ve saygılı bir şekilde yaşayabileceği daha kapsayıcı ve adil bir topluma doğru ilerleyebilir.
Editör Notu: *Supari, aslında betel cevizi adı verilen bir meyve olmasına rağmen zaman içerisinde geleneksel Hindistan anlatılarıyla beraber anlaşmalı bir cinayet veya suikast için sunulan sözleşme ve ödül anlamında kullanılmaya başlanmıştır; aynı zamanda organize suçlar ve yeraltı faaliyetlerini de kapsar.
***
Görsel: Hindistan'daki Müslümanlara yönelik artan nefret söylemlerini protesto eden gruplar.
Kaynak: HT Photo.
M. Mohibul Haque
Dr. Mohammad Mohibul Haque, Hindistan Aligarh Müslüman Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nde öğretim üyesidir. İlgi alanları Uluslararası Politika, Hint Siyaseti, Azınlık Hakları, Terörizm ve Siyaset-İslam Arayüzü gibi konuları kapsamaktadır. Ulusa...