İşgalin Ötesi: İsrail’in Yerleşimci Sömürgeciliği
Fotoğraf: İsrailli yerleşimciler tarafından tahrip edilen Filistinli bir köylünün zeytin ağaçları, Batı Şeria, Ekim 2011, (Nasser Ishtayeh / AP Photo)
Bir işgalci olarak İsrail, bir apartheid rejimi olarak İsrail, bir Siyonist yapılanma olarak İsrail, bir yerleşimci sömürgeci olarak İsrail… Deyim yerindeyse doluya koysak almıyor boşa koysak dolmuyor. İsrail’in örgütlü kötülüğüne/zulmüne dair şüphe kalmadığı muhakkak. Ancak İsrail’i teorik olarak oturtacağımız çerçeve, pratikte uzun vadedeki emellerini çözümlemek ve Filistin’in gerçek özgürlüğünü savunmak için bir hayli önem arz ediyor.
Uluslararası Af Örgütü, 1 Şubat 2022’de yayımladığı “İsrail’in Apartheid Rejimi: Filistinlilere Yönelik Irksal Ayrımcılık ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar” başlıklı raporda İsrail’i “apartheid” rejimi ilan etmiş; İsrail’in ırkçı ve şiddetli apartheid suçlarını verilerle kapsamlı bir şekilde ortaya koymuştu. İsrail’in apartheid suçuyla itham edilmesi Af Örgütü’nden önce de BT’Salem ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, BDS gibi kurumlarca da dile getirilmekteydi. İsrail’in Filistinliler üzerindeki insanlık dışı uygulamaları uluslararası kamuoyuna sunması açısından apartheid çerçevesini göstermek önemli olsa da yeterli değildir. Zira İsrail’in Filistin topraklarında zalimane uygulamaları kısıtlı bir sürede ve geçici olarak ortaya çıkmamıştır. İsrail’in Filistin topraklarındaki uygulamaları, kurulduğu 1948 öncesinden gelecek yüz yıllara uzanan uzun soluklu Siyonist projenin uygulandığı bir yerleşimci sömürgeci bir sistemdir. Bu yazıda İsrail’in Filistin’deki geçmişten beri süregelen zalimane uygulamalarıyla nasıl bir yerleşimci sömürgeci bir sistem inşa ettiği irdelenecektir.
Yerleşimci Sömürgeci Bir Aktör Olarak İsrail’in Doğuşu
1948 öncesinde başlatılan bugünü ve yarınları kapsayan Siyonist projenin yerleşimci sömürgeci pratiklerinin yapısal sürekliliğini analiz etmek, Filistin’deki sorunları istisnai bir durum olmaktan ve liberal eşitlik gibi sığ bir perspektiften kurtarmaktadır. Yerleşimci sömürgeciliğin yapısal sürekliliğinin göz ardı edildiği Filistin okuması, sorunları kökeninin de göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir (Salamanca, 2012).
Yerleşimci sömürgeciliğin yapısal sürekliliğinin göz ardı edildiği Filistin okuması, sorunları kökeninin de göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir.
Patrick Wolfe’a göre yerleşimci sömürgecilik, yerli olanı tasfiye etme mantığı üzerine kuruludur. Yerleşimci sömürgeci hareket, yenisini yerine koymadan önce eski olanı yok eder. Yerleşimci sömürgeciliği tanımlarken Theodor Herzl’in şu sözlerine dikkat çeker Wolfe: “Eğer eskisi yerine yeni bir bina inşa etmek istiyorsam inşa etmeden önce yok etmeliyim.” ve yarım asır sonra, bir zamanlar Batı Kudüs’ün Belediye Başkanı olan Meron Benvenisti’nin şu cümlesini aktarır: “Çölün kadim zeytin ağaçlarını sökerek çölü çiçeklendirdim”. (Wolfe, 2006).
Leo Pinsker, Autoemancipation başlıklı risalesinde anti-semitizmin Avrupa toplumunun derinlerinde gömülü olduğu ve Yahudileri asla eşitler olarak görmeyeceklerinden bahsediyordu. Yahudilerin Siyon’a dönme hayali 19. yüzyılda teo-politik bir zeminde örgütlü olarak ortaya çıktı. Avrupa’daki anti-semitizm, Rusya ve Polonya’daki Yahudi gruplara uygulanan baskılar; dinî inancın ötesinde milliyetçilik rüzgarıyla Siyasal Siyonizm’i doğurdu. 1884’te “Siyon Aşıkları” adıyla örgütlenen grubun Filistin’deki küçük tarımsal yerleşimleri kurması, o dönemdeki başarısızlığına rağmen, modern İsrail’in kuruluşuna giden ilk adımlardan oldu. Siyasal Siyonizm’in fikir babası Theodor Herzl, Yahudilerin siyasal bir devletten yoksun oluşlarını işaret ettiği Yahudi Devleti kitabını kaleme aldı ve Siyasal Siyonizm’i örgütlemenin temellerini attı. Siyasal Siyonizm örgütlenirken dönemin İngiltere Dışişleri Başkanı Arthur Balfour’un “Yahudi halkı için millî yurt” fikrini onaylayıp yayımladığı deklarasyonla yerleşimci sömürgeci hareket Filistin’e zehirli köklerini saldı (Cleveland, 2004).
Ilan Pappe’ye göre Yahudileri Filistin’in yerel halkı ve nüfusun çoğunluğu olarak gören Balfour Deklarasyonu, Filistin’deki gerçekliği çarpıtırken yerleşimci sömürgeci paradigmanın bir nişanesi olmuştur. Böylece İngiltere, en iyi ihtimalle azınlık, en kötü ihtimalle de gaspçı olarak görülen yerleşimci harekete, diğer bir deyişle, İsrail’in Filistinlilerin zorla evlerinden çıkarılmasına uluslararası meşruiyet kazandırmıştır (Pappe, 2020).
Çölü Çiçeklendirmek ya da Filistin’i Yok Etmek
Toprak merkezli bir proje olan yerleşimci sömürgecilik hareketi, Siyonizm’in kuruluşuna kadar inmektedir. İbranilerin yaşadığı yer olmaktan çıkan Kutsal Topraklardaki manzarayı yeniden “düzeltmek” olan Siyonist hareket, “Arapların harap ettiği kırsal bölgeyi yeşillendirme” anlatısıyla desteklenmiştir.
Patrick Wolfe’un vurguladığı “yerli olanı tasfiye etme” mantığı, Siyonizm’in Filistin’i sömürgeleştirmesinin temellerinde sağlam yer edindi. Veracini de sömürgecilik ve yerleşimci sömürgecilik arasındaki kritik farkın, sömürgeciliğin kendini devam ettirme amacı güderken yerleşimci sömürgeciliğin, sömürgeci olarak “kendini ortadan kaldırmak” istemesi olduğunu ifade eder. Sömürgeleştirilen bir toplumda, sömürgeci ve sömürgeleştirilen arasındaki fark korunduğunda başarılı olunurken; yerleşimci sömürgeci toplumda “yerleşimci” artık “yerli” olarak tanımlandığında nihai olarak başarılı olur (Veracini, 2013). Bu bağlamda, Siyonist hareketin üç faaliyeti yerleşimci sömürgeci metodu ortaya koydu: Ağaç dikme, harita yapımı ve arkeolojik kazı.
Sömürgeleştirilen bir toplumda, sömürgeci ve sömürgeleştirilen arasındaki fark korunduğunda başarılı olunurken; yerleşimci sömürgeci toplumda “yerleşimci” artık “yerli” olarak tanımlandığında nihai olarak başarılı olur.
1901’de kurulan Yahudi Ulusal Fonu (Jewish National Fund-JNF), Filistin’de arazi satın alınmasını teşvik etmenin yanı sıra Yahudi yerleşim bölgelerinde bir ağaç dikme kampanyası da başlatmıştı. Zeytin ağacı Filistin’le ve Filistinlilerle doğal olarak ilişkilendirildiği için bunun yerine Yahudi kimliği taşıdığı düşünülebilecek kozalaklı ağaçlar dikilmeye başlandı. Zeytin ağaçları sökülürken yerine en çok çam ağacı dikildi. Öyle ki çam ağacı dikmek Yahudilerin bir seremonisi hatta vazifesi hâline dönüştü. Özellikle Kudüs Çamı olarak bilinen çam ağacı kuraklığa dayanıklılığı yanı sıra Avrupai bir ağaç olarak da bilindiği için Yahudilerin kendilerini evinde hissetmesi için tercih edildi. Çam ağaçları Filistin topraklarına kök salarken Yahudi kimliğinin sembolik hale getirerek Yahudilerin de yerlileşmesine vesile kılındı. (The Olive and The Pine, 2022).
“Eretz Yisrael” adını taşıyan haritalarda ise İsrail, Filistin topraklarını sadece Yahudi yerleşimlerinin varlığıyla parçalanmış, büyük ölçüde boş bir levha olarak sunmuş ve kolonileştirmeye bir propaganda aracı sağladı. Siyon’a dönüş için kutsal topraklardaki antik İbrani eserlerini gün yüzüne çıkarma hedefiyle gerçekleştirilen arkeolojik kazılar da Yahudi halkının meşru vatanı fikrine bir “arazi tapusu” niteliğinde gösterildi. 1947-1949 yılları arasında İsrail Devleti haline gelen topraklarda 750.000 Filistinli yerinden edildi ve yüzlerce Filistin köyü JNF’nin ağaçlandırma projesi kapsamında yok edildi. İsrail’in kuruluşundan itibaren başlayan yerleşimci sömürgeci pratikler, bugün de gerek hukuk gerek de şiddet yoluyla Filistinlilerin mülksüzleştirilmesi olarak devam etmektedir (Fields, 2023).
İsrail Çölü Çiçeklendirme Sezonu Etkinliklerinde Bir Fotoğraf
Kaynak: Rove.Me
Yerleşimci Sömürgecilik Pratiği Olarak Sessiz Soykırım
Patrick Wolfe yerleşimci sömürgeciliğin bir olaydan ziyade bir “yapı” (structure) olduğunu ileri sürer. Ona göre yerleşimciler “kalmaya” gelir ve yerleşimci sömürgecilik işgali bir olay değil, bir yapıdır. Wolfe, yerleşimci sömürgeciliğin soykırıma yol açsa da yalnızca bir soykırım biçimi olduğu anlamına gelmediğini öne sürerken yerleşimci sömürgecilik ve soykırım ilişkisini de “yapısal soykırım” kavramsallaştırmasıyla ele alır.
Yerleşimci sömürgeciliğin doğrudan hedefi toprak olduğu için yok etme mantığı yerli halkın tasfiyesini içerse de sadece bundan ibaret değildir. Yerleşimci sömürgeci, işgal ettiği topraklarda yerli halkların yok edilmesi için çabalarken orada yeni bir sömürge toplumu da inşa eder. Dolayısıyla kalmaya gelen yerleşimcilerin işgal ettikleri topraklar üzerinde bir “yapı” kurmasıyla yerleşimci sömürgeciliğin karmaşık, toplumsal yapısı gün yüzüne çıkar ve zaman içinde süreklilik arz eder (Wolfe, 2006).
Geçmişte kalan bir olaydan çıkıp söylemlere ve kurumsal oluşumlara dönüşerek süreklilik arz eden bir yapıya dönüşen yapısal soykırım, temel anlamıyla şiddete başvurmaktan “daha az yumuşak” olsa da kurulan sistem daha az yıkıcı ya da daha az yok edici değildir. Bir yerleşimci sömürgeci aktör olarak İsrail, yıllardır süren insanlık suçu uygulamalarıyla Filistin’de yapısal soykırıma da imza atmıştır.
Bir yerleşimci sömürgeci aktör olarak İsrail, yıllardır süren insanlık suçu uygulamalarıyla Filistin’de yapısal soykırıma da imza atmıştır.
Siyonizmin Filistin’i çöl ve bataklıklar diyarı olarak tasvir ettiği anlatı, sözde düzeltilmeye muhtaç olan topraklarda kalkınma ve alt yapı projeleriyle meşruiyet kılıfı sağlayarak yerleşimci sömürgeci pratikleri uygulamak için sağlam bir zemin oluşturdu. Siyonistlerin yegâne amacı sözde ata topraklarına dönmenin ötesinde Tevrat'a atıfla “süt ve bal” diyarındaki bozulmaları düzeltmekti. Theodor Herzl bile günlüklerinde yüksek kükürtlü Ölü Deniz’den faydalanarak kimya endüstrileri kurulabileceğinden bahsetmişti. Özellikle Nakab (Necef) çölü gibi kurak bölgelerde sulu tarım yapılabilmesi için 1959 yılında National Water Carrier’in inşaatına başlandı. İnşaat sürecinde 7 milyon metreküp toprak kazıldı, 500 bin metreküp beton döküldü. Tiberya Gölü’nden Nakab'a 130 km mesafede su götüren bu proje, gölün yanı sıra Ürdün Nehri ve Ölü Deniz’de su seviyesinin düşmesini ve toprağın tuzlanmasına neden olarak çevre üzerinde yıkıcı etkilere neden oldu. Ancak İsrail’in sulama ve toprak politikaları Filistinlilerin mülksüzleştirilmesinin ve “köysüzleştirilmesinin” itici gücü oldu (Tal, 2008).
1980’de Yahudilerin ekili arazilerinin %64’ü sulanırken Filistinlilerin kullandığı sulama suyu tüketimi yalnızca %2,7 oranındaydı. 2008 yılında Filistinlilerinin arazilerinin %12’den fazlası sulanmazken tatlı suyun yalnız %2,2’si sulama için tahsis edilmişti (Tanous, 2023). Yerlilerin toprağa yabancılaştırılması, kendi yiyeceklerinin üreticisi olmak yerine tüketicisi hâline dönüştürülmelerine sebep olmuş; bu da Filistin halkını İsrail piyasasına bağımlı kılmıştır (Bostancı, 2022).
Filistinlilerin topraklarından koparılması ve köysüzleştirilmesi, Filistinlilerin fiziksel ve sosyal çevrelerini tahrip ederek beslenme ve sağlık şartlarını da kötüleştirmektedir. Toprak merkezli bir proje olan yerleşimci sömürgecilik yerlilerin toprakla ilişkisini dönüştürerek sağlıkta eşitsizliklere, metabolik ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasına sebebiyet vermiştir. Örneğin, köysüzleştirilerek şehirleşmeye zorlanan Necef bölgesi sakinlerinde diyabet ve şeker hastalığı yüksek bir şekilde artmıştır. Bu durum yeniden planlanan ve düzenlenen bölgede tarımsal gıdadan ticari gıdaya geçiş ve fiziksel aktivitelerin azalmasıyla ilişkilendirilmiştir (Tanous, 2023).
Filistinliler, İsrail’in “yok etme” mantığı içinde topraklarından koparılır ve sürülürken Yeşil Hat içerisinde kalan Filistinlilere vatandaşlık verilmesi de bir yerleşimci sömürgeci pratiği olarak yansımıştır. Yeşil Hat içindeki Filistinlilere verilen İsrail vatandaşlığı Lana Tatour’a göre eşit vatandaşlık değil; mülksüzleştirme, tahakküm ve silme aracı olarak kullanılıyordu. Vatandaşlık aracılığıyla İsrail, toprakları Arap/Filistinliden Yahudi’ye dönüştürmüş ve yerleşimcileri yerli olarak; Filistinlileri yabancı olarak üretmiştir. İsrail vatandaşlık rejimi Yahudi yerleşimcileri doğal özneler haline getirirken aynı vatandaşlık hakkı Filistinlilere ise bir lütuf olarak kurgulanmıştır. Böylece vatandaşlık, yerlileri tasfiye etmek ve yerine yeni yerlileri üreterek bir yerleşimci sömürgecilik pratiği haline gelmiştir (Tatour, 2019).
1967’den bu yana Filistin’i siyasi ve coğrafi olarak parçalayan İsrail, bütün Filistinlilerin mülksüzleştirilmesi ve Yahudilere toprak ve kaynak dağıtımında ayrıcalık tanımaya devam ediyor. Batı Şeria’da ve Gazze’de Filistinliler vatansız kabul ediliyor. 1947-49 ve 1967 çatışmalarında yerlerinden edilen Filistinlilerin eski ikamet yerlerine dönme hakları hâlâ reddediliyor. İlhak altındaki Doğu Kudüs’te ise 1967’den beri yalnızca ikamet hakkı verilen 14.000’den Filistinlinin oturma izni İçişleri Bakanlığı tarafından reddedilip şehir dışına nakledildi. Yine İsrail’in kurulduğu günden bu yana Yahudileştirmek istediği Nakab bölgesinde 68 bin kişiyi barındıran 35 köy, İsrail tarafından tanınmıyor ve bu köylere elektrik, su gibi hizmetler ulaştırılmıyor. Yerleşim yerlerinin inşaatı Batı Şeria’nın %10’unu kapsarken Doğu Kudüs’teki Filistin topraklarının %38’i 1967-2017 yılları arasında kamulaştırıldı (Tanous, 2023).
Kalkınma Kisvesi Altında Yerleşimci Sömürgecilik
İsrail’in Filistin toprakları üzerinde yerleşimci sömürge emellerini icra edip meşruiyet devşirdiği önemli alanlardan biri de kalkınma politikalarında görülüyor. Yerleşimci sömürgeciliğin ayırt edici özelliklerinden biri olan araziye el koyma ve mülksüzleştirme, altyapı ağlarını güçlendirme ve yönetme üzerinden de destekleniyor.
2000 yılında patlak veren El Aksa İntifadasından beri Batı Şeria ve Gazze’de birçok Filistinlinin evine el koyan, alt yapıyı tahrip eden İsrail, Filistin topraklarını “kapatma sistemi” (closure regime) uygulamasıyla da parçalamaya devam ediyor. Kapatma sistemi, İsrail’in güvenlik gerekçesiyle kontrol noktaları, barikatlar, ayrı yol ağları ve duvarlarla Filistinlilerin hareket etmelerini çok sert bir şekilde engelledi. El Aksa İntifadasından dört yıl sonra İsrail Savunma Bakanlığı, Filistinliler için onurlu bir yaşam gerekçesiyle “Filistin Hayat Dokusu” (Palestinian Fabric of Life) başlıklı bir girişimle Filistin nüfusu için yeni bir altyapı dokusu örmeye çalıştı. Hayat Dokusu, “Her Şey Akar” (Everythins Flows) planıyla kontrol noktalarını ve insan ve mal hareketliliğini sözde kolaylaştırmak için planlanan alternatif yollar oluşturmasıyla tam bölünmeye yol açtı. Bu yollar yerleşimcilerin alanlarını genişletirken Filistinlileri topraklarından koparmaya devam etti.
İsrail, Hayatın Dokusu yollarını teknokratik ve apolitik bir mesele olarak sunarken kalkınmayı bir yara bandı çözümü olarak yerleşimci sömürgeci emellerine alet ederek, uluslararası fonların da desteğiyle gaspçılığına meşruiyet devşirdi. Hayat Dokusu yolları sömürgeciliği meşrulaştırmanın yanı sıra İsrail’in görünürlüğünü artırarak hakimiyetini dayatmasının bir yolu oldu. Kalkınma retoriği, İsrail’in yerleşimci sömürgeci eylemleri meşrulaştırıp yeniden formüle etmiştir. Keller Easterling’e göre çağdaş Filistin’deki en radikal değişim hukuk ve diplomasi değil; mekân ve alt yapı dilinde yazılmıştır (Salamanca, 2016).
Batı Şeria’da “Aparteid duvarı” olarak bilinen ayrılmış yol görünümü.
Sonuç
Filistin topraklarındaki işgal 7 Ekim’de başlamamıştı elbette. Kurulduğundan bu yana sivil ve masum insanları katletmekle meşhur İsrail’in insanlık suçu yıllardır sürüyor. Nitekim İsrail’in bu saldırıları bittiğinde de bu zulüm sona ermeyecek. Yerleşimci sömürgeci bir aktör olarak İsrail, Filistin’i ve Filistinlileri yok etmek için yıllardır sürdürdüğü ve derinleştirdiği bir yerleşimci sömürgeci “yapı” inşa ediyor.
7 Ekim’den itibaren yaşananları ve İsrail’in suçlarını sınırlı bir zaman ve mekâna hapsetmek Filistin’in gerçek özgürlüğünü anlamanın önündeki büyük bir handikap olarak önümüzde duruyor. Nitekim İsrail şu anda dünyanın gözü önünde açıkça bir soykırım işliyor ancak hikâye bundan ibaret değil. Yerleşimci sömürgeci bir aktör olarak İsrail, Filistin topraklarında yıllardır “sessiz” soykırımına devam ediyor. Ancak İsrail’in insanlık dışı uygulamalarına zaman zaman tepki veren uluslararası toplum Filistin’deki İsrail’in yerleşimci sömürgeci varlığına oldukça ikna olmuş durumda ya da en iyi ihtimalle bunu dile getirmeye dair tereddütleri var.
Toprak merkezli, yerleşimci sömürgeci bir proje olan Siyonizm kurulduğu günden bu yana zeytin ağaçlarını söküp yerine çam ağaçları dikerken, tarım arazilerini Filistinlilerden kopararak sulayıp “çölü çiçeklendirirken”, kalkınma retoriği altında Filistinlilerin özgürlüğünü kısıtlayan yollar inşa ederken kendi tahakküm ve zulmünü cilalayarak Filistin toprakları üzerinde meşruiyet devşirmeye devam ediyor. Dolayısıyla İsrail’in, Filistin toprakları üzerinde kurduğu yerleşimci sömürgeci yapının dinamiklerini çözümlemeden Filistin’in gerçek özgürlüğünü istemek mümkün gözükmüyor.
İsrail’in, Filistin toprakları üzerinde kurduğu yerleşimci sömürgeci yapının dinamiklerini çözümlemeden Filistin’in gerçek özgürlüğünü istemek mümkün gözükmüyor.
Kaynakça
Barakat, R. (2018). Writing/righting Palestine studies: settler colonialism, indigenous sovereignty and resisting the ghost(s) of history. Settler Colonial Studies 8 (3), 249-363.
Bostancı, C. (2022). Gıda Güvenliğinde Küresel Normların İkilemi: Bir Örnek Olarak Filistin. Müslüman Dünyadan Fikri Birikimler 20. https://www.ilkeanaliz.net/2022/10/31/gida-guvenliginde-kuresel-normlarin-ikilemi/ adresinden erişildi.
Cleveland, W. (2004). Modern Ortadoğu tarihi. Çev. Mehmet Harmancı. İstanbul: Agora Kitaplığı.
Fields, G. (2023). Colonization and Dispossession: Zionism's Imagined Geography. https://www.palquest.org/en/highlight/33670/colonization-and-dispossession adresinden erişildi.
Pappe, I. (2020). From Balfour to the Nakba: The settler-colonial experience of Palestine. Middle Esat Eye. https://www.middleeasteye.net/opinion/balfour-nakba-settler-colonial-experience-palestine adresinden erişildi.
Salamanca, O. J. & Qato, M. Vd. (2012). Past is present: Settler colonialism in Palestine. Settler Colonial Studies 2(1).
Salamanca, O. J. (2016). Assembling the fabric of life: When settler colonialism becomes development. Journal of Palestine Studies 46(4).
Tal, A. (2008) Enduring technological optimism: Zionism's environmental ethic and its influence on Israel's environmental history. Environmental History 13(2).
Tanous, O. (2023). “You, as of now, are someone else!”: Minoritization, settler colonialism, and indigenous health. Journal of Palestine Studies 52(1).
Tatour, L. (2019). Citizenship as domination: Settler colonialism and the making of Palestinian citizenship in Israel. Arab Studies Journal 27(2).
Tatour, L. (2021). Why calling Israel an apartheid state is not enough. Middle East Eye. https://www.middleeasteye.net/opinion/why-calling-israel-apartheid-state-not-enough adresinden erişildi.
Tatour, L. (2022). Amnesty report: The limits of the apartheid framework. Middle East Eye. https://www.middleeasteye.net/opinion/israel-amnesty-apartheid-report-limits-framework adresinden erişildi.
Veracini, L (2014). Understanding colonialism and settler colonialism as distinct formations. International Journal of Postcolonial Studies 16(5), s. 615-633.
Wolfe, P. (2006). Settler colonialism and the elimination of the native. Journal of Genocide Research (8)4, s. 387-409.
Selvanur Demircan
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden 2021 yılında mezun oldu. Yüksek lisans eğitimine aynı bölümde devam etmektedir. İLKE Vakfı bünyesindeki Toplumsal Düşünce ve Araştırmalar Merkezi'nde Araştırm...