İsrail’in Uluslararası Adalet Divanında Yargılanmasının Hukuki ve Siyasi Çerçevesi
İLKE Vakfı'nın 15 Şubat 2024 tarihinde düzenlediği ve Mutaz Qafisheh ve Sami al-Arian'ın konuşmacı olarak katıldığı "Israel on Trial at the International Court of Justice: Legal and Political Implications" başlıklı seminer Elif Sağır ve Safiya Faroukh tarafından Platform okurları için derlenmiştir.
Mutaz Qafisheh
Konuşmam iki bölüme ayrılacak, ilk olarak Güney Afrika'nın İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanında açtığı soykırım davasından bahsedeceğim. İkinci bölümde ise Gazze savaşının ve Uluslararası Adalet Divanının kararının uluslararası söylem ve genel olarak uluslararası hukuk üzerindeki etkisinden bahsedeceğim. Uluslararası Adalet Divanının 26 Ocak'ta Gazze'de şu anda yaşanmakta olan soykırımla ilgili olarak aldığı karar tarihî bir karardır. Çünkü tarihte benzeri görülmemiş türden bir soykırım gerçekleşiyor. Şu ana kadar yaklaşık 130.000 Filistinli şehit oldu ve 70.000'den fazla Filistinli de İsrail güçleri tarafından yaralandı. Bu sayı Gazze Şeridi'nin tüm nüfusunun yaklaşık %5'ine tekabül etmektedir.
Tabii ki Gazze'deki binaların %80'inden fazlasının yıkılmasının yanı sıra hastanelerin kasıtlı olarak hedef alınması da cabası. Ve ben şu anda konuşurken İsrail güçleri Han Yunus'taki Nassar hastanesini işgal ediyor. Muhtemelen İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez hastaneler doğrudan askeri güçler tarafından hedef alınıyor ve bunun yanında okullar, üniversiteler, belediyeler, mahkemeler ve hayatın her alanı tahrip ediliyor. Dolayısıyla, örneğin Uluslararası Adalet Divanında görülen Bosna, Hırvatistan, Myanmar soykırım davaları ile Gazze soykırım davası karşılaştırıldığında, Gazze davası muhtemelen en yüksek sayıda can kaybı ve kitlesel yıkıma sahiptir. Bu karar gerçekten tarihî bir karardır çünkü İsrail ilk kez Uluslararası Adalet Divanına çıkarılmakta ve soykırımla suçlanmaktadır. Soykırım Sözleşmesi, Holokost’tan sonra 1948'de Yahudiler için hazırlanırken İsrail'in, başka bir halka karşı Holokost işlemekle suçlanacağını kimse hayal edemezdi.
Mahkemeye gelecek olursak da kimse mahkemenin bu kadar büyük bir çoğunlukla İsrail aleyhinde karar vereceğini beklemiyordu. 16 yargıç, Gazze'de bir soykırım işlenildiğini kabul ettiğini beyan etti. Gazze'de soykırım yapıldığına dair açık göstergelere rağmen mahkemenin zorlamasıyla bu kadar yüksek sayıda hâkimin soykırım işlendiğine karar vermesini beklemiyorduk. Aslında mahkemenin yapısı da pek umut verici değildi. Çünkü biliyorsunuz ABD, Almanya, Slovakya, Hindistan, Avustralya, Uganda'dan yargıçlar var ve bu ülkelerin çoğunun politikaları İsrail yanlısı. Dolayısıyla bu kararın geniş kapsamlı bir etkisi olacağını ve uluslararası ceza hukuku da dahil olmak üzere uluslararası hukukun diğer yönlerinde de sonuç doğuracağını düşünüyorum. Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı Karim Khan'ın yakın gelecekte bu tür bir suçu, bir soykırım suçunu işleyen yetkililere karşı dava açmak üzere harekete geçeceğini umuyorum. Bu soykırım, İsrail Savunma Bakanı, İsrail Başbakanı ve diğer bazı kabine bakanları tarafından kamuoyuna açıklanan niyete ek olarak, Gazze'yi sileceklerini ve soykırım niteliğinde eylemlerde bulunacaklarını açıkça ilan eden İsrailli yetkililer tarafından işlenmektedir. Ancak bazı insanların mahkeme kararından dolayı biraz hayal kırıklığına uğradığını biliyorum çünkü mahkeme ateşkes ilan etmedi. Bu konuda farklı görüşler mevcut ama bence mahkeme kararının özü Gazze'de ateşkesin uygulanması ya da yürürlüğe konmasıdır; çünkü mahkeme soykırım eylemlerinin durdurulmasını, Gazze'ye geçişlerin insani yardım için açılmasını ve soykırıma yönelik tüm kışkırtmaların durdurulmasını emretmiştir. Dolayısıyla tüm bu tedbirlerin gerçek bir ateşkes olmadan uygulanması mümkün olmayacaktır.
Mahkemenin doğrudan ateşkes emri vermesi umulsa da bu mahkemenin yapısı itibarıyla mümkün değildi. Alman yargıcın belirttiği gibi mahkemenin meşru müdafaa, ateşkes, self-determinasyon ve uluslararası insancıl hukukun uygulanması da dahil olmak üzere diğer genel uluslararası hukuk konularında karar verme yetkisi yok. Yine de karar çok açık ve İsrail'e yükümlülükler getiriyor. Ayrıca uluslararası hukukta “erga omnes” (herkese karşı) yükümlülükleri olarak adlandırdığımız ve tüm devletlerin soykırım sözleşmesine dayanarak Gazze'deki soykırımı durdurmak için harekete geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Soykırım Sözleşmesi’ne üye 153 devlet var ve bence hepsinin soykırımı durdurmak, İsrail'e meydan okumak ve İsrail'in Gazze'deki soykırım eylemlerine karşı harekete geçmek için sözde erga omnes taraf yükümlülükleri var. Son olarak, bu kararın Uluslararası Adalet Divanından beklediğimiz diğer karar üzerinde de etkisi olacağını düşünüyorum. Mahkeme 19-26 Şubat tarihleri arasında İsrail işgalinin hukuki boyutuyla ilgili bir duruşma gerçekleştirecek. 52 devlet ve üç uluslararası örgüt mahkemede konuşma yapacak.
Konunun bir diğer boyutu ise bu kararın genel olarak uluslararası hukuk üzerindeki etkisidir. Uluslararası hukukun biz Filistinliler için ve aslında baskı altında yaşayan herkes için çok önemli ve anlamlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü uluslararası hukuk, haklarımızı talep etmemiz ve haklarımızı talep etmeye devam etmemiz için bir araçtır ve bence uluslararası hukuktan vazgeçmek veya uluslararası hukukun uygulanması ve yürütülmesi çağrısında bulunmamak, uluslararası hukuku kötüye kullananlar için zaten bir hediye olacaktır. Uluslararası hukuk, Filistinlilerin İsrail işgalinin, İsrail yerleşimlerinin, İsrail'in Doğu Kudüs'ü ilhakının, İsrail'in Filistin topraklarına ve su kaynaklarına el koymasının yasadışı olduğunu söylemeleri için bir araçtır. Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı uluslararası hukuka dayanmaktadır ve özellikle Uluslararası Ceza Mahkemesi, Filistinlilerin mahkemenin Filistin'de suç işleyenleri soruşturma ve cezalandırma görevi olduğunu iddia edebilecekleri bir araçtır.
7 Ekim Öncesi ve Sonrasında Uluslararası Hukuk
7 Ekim öncesindeki uluslararası hukukun, 7 Ekim sonrasındaki uluslararası hukuktan farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü 7 Ekim'den sonra yaşananlar uluslararası ikiyüzlülüğü ya da Batı'nın uluslararası hukuka yaklaşımındaki ikiyüzlülüğü ortaya çıkardı. Ukrayna ve Filistin örneğinde uluslararası hukuku, özellikle de uluslararası insan hakları hukukunu ve insancıl hukuku kaleme alanların aslında uluslararası hukuku ihlal edenlerin ta kendileri olduğunu çok açık bir şekilde gösterdi. Çünkü suç ortağı olup İsrail'in uluslararası hukuku ihlal etmesine destek veriyorlar. Almanya’nın Ekim ve Kasım aylarından sonra ateşkes çağrısı yapan herkesi cezalandırması gibi. Yani barış ve ateşkes çağrısı yaparsanız Alman polisi tarafından suçlanıyorsunuz. Bundan daha büyük bir ikiyüzlülük olabilir mi? Uluslararası hukuk 7 Ekim'den önce bile tarihi bir dönüşüm geçiriyordu, daha adil bir uluslararası düzen ve uygulanabilir bir uluslararası hukuk arayışı devam ediyor.
Bunu Ukrayna'da, Çin'de, BRIC ülkeleri olarak adlandırılan ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgecilerin, Batılı sömürgecilerin tahakküm ettiği uluslararası düzen ve hukuka bir alternatif bulmaya çalışan ülkelerde görebiliriz. Önümüzdeki yıllarda uluslararası düzenin belli bir dönüşümüne tanık olacağız ve Batılı ülkeler Batı medeniyetinin, özellikle de Amerikan hegemonyasının gerilediğinin farkındalar. Bunun gerçekleşmemesi için direnmeye çalışıyorlar. Ancak 7 Ekim'de yaşananların, Batı hegemonyasının gerilemesinin ve sömürgeleştirilmiş uluslararası hukukun daha adil bir uluslararası hukuk düzenine doğru evirilmesinin hızlandıracağını düşünüyorum.
Elbette Filistinliler ve Gazze için zor bir süreç ancak bu durum, İsrail işgalinin sona erdirilmesi için Filistinlilerin haklarının tanınması amacıyla Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere uluslararası örgütler üzerinde daha fazla baskı oluşturulmasına katkıda bulunabilir ve muhtemelen Uluslararası Adalet Divanı'nın İsrail işgalinin yasallığı veya yasadışılığına ilişkin bir sonraki kararı, dünyadaki tüm devletlere İsrail işgalinin sona erdirilmesine katkıda bulunmaları için bazı yükümlülükler getirebilir, Örneğin, Filistinli mültecilerin hakları ve Filistin'in İsrail sömürgesinden kurtarılması da dahil olmak üzere Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme hakkının sadece sözde değil fiilen tanınması için Filistin'e, Birleşmiş Milletlerde tam üyelik verilmesi amacıyla diplomatik yaptırımlar ve ticari boykot da dahil olmak üzere bazı yaptırımların uygulanması bunlardan bazılarıdır.
7 Ekim'in ve UAD'nin kararı uluslararası hukuka etki edecek. Gazze, uluslararası hukukun test edileceği ve daha adil bir uluslararası düzene doğru netleşeceği bir köşe taşı olacak. Bence uluslararası hukuk değişiyor ve uluslararası adalet ve dünyanın güneyindeki birçok ülke de dahil olmak üzere daha fazla aktör yeni uluslararası düzene katkıda bulunacak.
Varoluş Mücadelesinde Ortaklaşanlar: Güney Afrika ve Filistin
Sami al-Arian
“Neden başka bir ülke değil de Güney Afrika?” sorusuna gelecek olursak, Güney Afrika, Nelson Mandela'nın 1990'da özgürlüğüne kavuşup 1994'te başkan seçilmesine kadar onlarca yıl süren bir varoluş mücadelesi verdi. Bu anlamda Güney Afrika, baskıcı emperyalist zihniyete karşı direnişin sembolüdür, dolayısıyla da Güney Afrika'nın Filistin’i dünyanın dikkatine sunması çok manidar. Nitekim Müslüman ülkeler de dahil olmak üzere başka hiçbir ülke bunu yapmaya istekli değildi. 57 ülkenin 5 milyon askeri, 5500 uçağı ve binlerce ağır silahı var. Bu imkanlara sahip tüm bu ülkeler, İsrail kabul etmediği sürece Filistin’e bir şişe su bile götüremedi. Ancak bu meseleyi Uluslararası Adalet Divanına getiren bir ülke var. Şimdi pek çok insan bunun ne anlama geldiğini idrak edemese de bu çok önemli çünkü tarihte ilk kez İsrail mahkeme karşısına çıkartılıyor. Güney Afrika kusursuz bir dava dosyası sundu, 84 sayfalık raporda yazılanları inkâr etmek mümkün değil. Pek çok insan da bunun hukuki olduğu kadar siyasi bir dava olduğunu ve bu nedenle de mahkemedeki pek çok ülkenin İsrail'in soykırımını desteklediğini, bu ülkeleri temsil eden kişilerin muhtemelen bu davada Filistinlilerin lehine olacak şekilde rol almamaya ya da açık sözlü olmamaya çalışacaklarını söylüyor.
Uluslararası Adalet Divanındaki Davanın Detayları
Mahkemede görev yapan 15 yargıçtan 14'ü Güney Afrika'nın açtığı davayı haklı buldu. Güney Afrika dokuz talepte bulundu, İsrail ise davanın düşürülmesini istedi. Çünkü Güney Afrika ile İsrail arasında doğrudan bir ihtilaf söz konusu değildi. Mahkeme İsrail'in tüm taleplerini reddetti ve Güney Afrika'nın taleplerini kabul etti. Ancak Güney Afrika'nın ateşkes istemediğini unutmamalıyız. Ateşkes devletler arasında kullanılan bir yöntemdir ve Gazze'de olanlar devletler arasında değildir çünkü Hamas bir devlet değil. İsrail 1948'de başaramadığını, yani Filistinlilerin Filistin'den tamamen sürülmesini, günümüzde başarmaya çalışıyor. Mahkemede Gazze'de olup biten her şeyin kaydının tutulmak zorunda olduğu, Filistinlilere karşı kışkırtıcılık yapılamayacağı, Filistinlilere yardım etmek için tüm kapıları açılması ve Filistinlilere ihtiyaç duydukları tüm yardımın sağlanması ve son olarak da neler olup bittiğine dair bir rapor hazırlanması için İsrail’e yönelik kararlar alındı. Peki, bu kararlara İsrail'in tepkisi ne oldu? Tamamen görmezden geldi. Dolayısıyla, bu davanın siyasi sonuçları çok önemlidir. Soykırım Sözleşmesi'ne göre İsrail'in soykırım yapmasına yardım edenler de soykırım yapanlar kadar suçludur. Bu da Amerika Birleşik Devletleri'nin de suçlu olduğu anlamına geliyor.
Güney Afrika’nın açtığı davanın önemini toparlayacak olursak şunlardan bahsetmeliyiz: Birincisi, İsrail ilk kez bir mahkemeye çıkıyor ve dahası ilk kez kendisinin bir soykırım suçlusu olduğunu söyleyecek bir uluslararası kurumla karşı karşıya geliyor. Ne yazık ki adalet çarkı çok yavaş işliyor, bu yüzden bir kararın verilmesi muhtemelen iki yıl sürecek. Ancak bu davada soykırıma dair ikna edici, soykırım yapıldığını ortaya koyacak önemli veriler ortaya koyuluyor. İkincisi, İsrail'in suç işlemesine yardım edenler, kendileri de bu işe bulaşmış oluyorlar. Üçüncüsü, soykırımı önlemek isteyen herkesin atacağı adım meşrudur. ABD’nin veya İngiltere’nin dediği gibi “İsrail’e ait ticareti durduramazsınız çünkü bu uluslararası ticaretin engellenmesine yol açar.” denilemez çünkü uluslararası hukuka göre atılacak bu adımlar meşrudur. Dördüncüsü, örneğin, bölgede güçlü bir ülke olarak Türkiye, diğer ülkelerin yardım etmesini bekliyor ve tek başımıza hareket etmek istemiyoruz diyordu ise uluslararası hukuka göre, şimdi gerçekten gidip Gazzelilere yardım edebilir. İlla ki soykırımı durdurmak zorunda değil ama en azından Gazzelilere hak ettikleri yardımı, ilacı, yiyeceği, suyu, elektriği verebilir. Çünkü uluslararası hukuka göre, tüm yardımların Filistinlilere ulaşması gerekiyor ve bu yardım hiç kimse tarafından, yani İsrail tarafından, engellenemez. Dolayısıyla Filistinlilere yardım etmek isteyenler uluslararası hukuk tarafından bir meşruiyete sahip fakat burada eksik olan şey, siyasi irade. Çünkü her ülke, kendi yarattığı uluslararası düzeni kontrol eden bir hükümet olan ABD'den korkuyor. Ben de diyorum ki eğer ülkeler korkuyorsa, o zaman harekete geçmesi ve hükümetlerini doğru olanı yapmaya zorlaması gereken, halktır.
Editör
...