Müslüman Toplumların Deprem Dayanışması: İHH Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Oruç ile Söyleşi
Türkiye’ye deprem için gelen uluslararası yardımlardan sadece Körfez ülkelerinin sağladığı yardımın birçok AB ve Avrupa ülkesinin sağladığı yardımın toplamından daha büyük olduğunu biliyoruz. Bunun yanı sıra Arakan, Patani, Moritanya, Somali, Yemen gibi ekonomik sıkıntılar yaşayan Müslüman ülkeler de hem devlet hem halk düzeyinde Türkiye’nin imdadına ilk koşan ülkeler arasında yer aldı. Ekonomik açıdan çok farklı düzeylerde de olsa Müslüman dünyanın her kesiminin sağladığı bu destek sadece basit bir insani yardım okumasıyla mı değerlendirilmeli? Bu durumu “ümmet” kavramıyla nasıl ilişkilendirebiliriz?
Burada sonuçta bir kriz veyahut herhangi bir afet olduğunda, haberdar olan her bir Müslüman “ne yapabilirim” sorusunu kendisine soruyor. Bu alanda da özellikle insani yardım alanında bir reaksiyon gelişiyor. Aslında bir bakıma “zekât müessesinin” de bir yansıması olarak biz bunu kabul edebiliriz. Zekât müessesinin aktif işletilmesiyle çok muazzam bir fon alanı oluşturulup krizlere müdahale edilebilir. Bunun iyi planlanmasının, pek çok krize merhem olacağını öngörebiliriz. Sonuçta bugün, durumu yerinde olan her bir Müslümanın imkânlarını bir yaranın kapanması noktasında kullanılmasını önceleyecektir.
Geçmiş dönemlerde toplumumuzda yer tutan bir “ahilik teşkilatı” örneği vardır. Bugün bu tarz teşkilatların yerini sivil toplum kuruluşları alıyor. Toplumsal ilişkilerin seyrinin değişmesi, bugün var olan problemlerin bu kuruluşlar üzerinden çözülmesinin önünü açıyor.
Dünyanın en yoksul bölgeleri olan Arakan kamplarında, Moro’da, Etiyopya’da, Somali’de, Nijer’de kampanyalar yapıldı ve insanlar orada yardım toplayarak buraya para gönderdi. Özellikle Moro’da yeni kurulan özerk bölgenin hükümeti bir milyon dolar yardım verdi. Türkiye’den mezun olan gençlerin organizatörlüğünde halkta para toplandı ve Türkiye’ye gönderildi. Yakında inşallah onlar da deprem bölgesine ziyarette bulunacaklar. Patani’deki mülteci kamplarında para toplanılarak Türkiye’ye gönderildi. Bizim için yardımın büyüklüğü küçüklüğünden ziyade bu çaba ve destek oldukça önemli. Ümmet olmanın bir gerekliliği olarak yardıma ihtiyaç duyanın yardımına koşmanın ne demek olduğunu bir kez daha idrak ettik. İnsani yardımın ne denli katlanarak arttığını ve toprağa atılan bir tohum olduğunu tecrübe ettik yeniden.
Coğrafyalarımız farklı olsa da acılarımız aynı oluyor. Ümmet olmanının gerekliliği de bu acıları hissederek harekete geçebilmekten geçiyor. Bu alanların güçlendirilmesi, sadece bugün yaşanan krizlerin hafifletilmesi değil; yarın yaşanması muhtemel sorunlarda da önleyici rolde olacaktır.
Müslüman toplumlardan deprem bölgesine arama kurtarma ekipleri, nakdî destek, çadır, konteyner evler ve bunun gibi pek çok yardım geldi. Uluslararası Müslüman sivil toplum kuruluşlarının bölgeye yönelik eyleme geçişleri nitelikli bir koordinasyonla sağlandı mı? Sizce uluslararası Müslüman sivil toplum kuruluşlarının koordinasyon hızları ve durumları yeterli miydi?
Yaşadığımız krizin çok büyük olmasından dolayı yeterlilik belki daha iyi olabilirdi. Ancak krizin bu denli tahripkâr olacağını kimse tahmin edememişti. Müslüman sivil toplum kuruluşlarının kriz anlarında koordinesinin çok daha hızlı ve güçlü olması gerekir. Depremin bize gösterdiklerinden biri de bu oldu.
Uluslararası yardım çağrısına bir ülke çıktığı anda, özellikle ilk 72 saatin ne kadar önemli olduğunu bilmeyen kalmadı. Alarmın ilk verildiği andan itibaren dünyanın öbür ucundaki bir STK’nın dahi bu krize anında cevap verir bir durumda olacağı bir hazırlığımızın, koordinasyonumuzun olması gerekir.
Birçok alanda İslam iş birlikleri varken neden arama kurtarma ve afet yönetimi ile alakalı uluslararası bir teşkilat kurmayalım? Buna benzer bir yapılanmanın çok hızlı bir şekilde kurulması gerekmektedir. Yakın dönemde bu konuda atılan bir adım örneğini vermek istiyorum. TİKA iş birliği ile Lübnan’da arama kurtarma eğitimleri vermiştik. Eğitim verilen Lübnanlı ekipler, deprem olur olmaz ülkemize geldiler ve enkazda çalışma yaptılar. Yapılan çalışmalarda onlarca insanı kurtardılar. Buna benzer girişimlerin sıklaştırılması gerekmektedir. Bunun yanında İHH’nın kuruluş yeri Bosna’dır. Depreme ilk gelen, İstanbul’a ilk gelen ekipler de Bosnalı ekipler oldu. Bu ekipler onlarca kişinin kurtarılmasında rol oynadı.
Arama kurtarma gerçekten hayata dokunan bir alan. Hızlı müdahale ile koordine olunduğunda, bugün erişilen neticelerin çok daha fazlasına ulaşmamız mümkün olacaktır. Neden daha fazla olmasın? Olmayacak bir şey değil.
Müslüman ülkelerden gelen yardımın önemli bir kısmı hükümet dışı sivil toplum kuruluşlarından geldi. Uluslararası Müslüman Alimler Birliği, Yemen Tevekkül Foundation ve daha pek çoğu buna örnek verilebilir. Siz dünya çapında insani yardımlar sağlayan bir vakfın yönetim kurulu üyesi olarak bu deprem sebebiyle ortaya çıkan dayanışmanın Müslüman toplumlardaki sivil toplum ruhunu nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
Burada Türkiye’nin geçmiş yıllarda ortaya koymuş olduğu kadirşinaslığının büyük bir yansımasını gördük. Türkiye’nin bu denli büyük bir insani krizle karşı karşıya kaldığını duyan gerek gelişmiş ülkeler olsun gerek kriz yaşayan ülkeler olsun; su taşıyan karınca misali büyük bir gayretle destek olmaya çalıştılar. Çalışma yaptığımız ülkelerde de bunu yakından gördük. Örnek verecek olursak Çad’daki halk afeti duyar duymaz sivil toplum düzeyinde yardım kampanyaları yaparak desteklerini bizlere ulaştırdı. Bu desteğin büyüklüğü, küçüklüğünden ziyade kendisi muhtevası itibarıyla oldukça değerli bir çalışma ve çabaydı. Bir nevi ekilen iyilik tohumlarının karşılığının görüldüğü; iyilik sınırlarının coğrafi sınırlar gibi birbirinden ayrılmadığını müşahede ettiğimiz bir İslam dünyası portresi gördük.
Türkiye gerçekten herkes için bir umut. Bu topraklardaki bir afet, psikolojik olarak da Müslüman toplumlarda tahribata yol açtı. Bu umudun yıpranmaması, Türkiye’nin güçlü durması da oldukça önemli. Şu anda zor günler yaşıyoruz. Ancak bu zor günlerle beraber, umut olduğumuz insanları da umuttan mahrum etmememiz gerekir. İnşallah hızlı bir toparlanma ile yaraları hep beraber saracağız.
Depremin vurduğu diğer bir bölge olan Kuzey Suriye’ye Müslüman toplumların Türkiye olduğu kadar ulaşamadığı görülmektedir. Hâlihazırda savaşın yıktığı bir coğrafyada deprem sonrası da yardımlarına yetersiz olması Suriye’nin kaderine terk edilmesi anlamına mı gelmektedir? Suriye’ye yapılan yardımları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suriye’nin kuzey tarafı da doğal olarak bundan önce yaşananların acısını çekiyor. Oraya yardım ulaştırma konusunda birden fazla insani yardım koridoru olması gerekirken tek kapının açık kalması, yardımı azaltıyor ve sıkıştırıyor.
Sizin çok kısa zamanda ulaşabileceğiniz bir yerde önünüz kesildiği zaman, yardımın doğru şekilde ulaşması da zorlaşıyor. Mahallenizden araçla geçerken dahi kısa sürede geçeceğiniz yerde yol uzadığında canınızın nasıl sıkılıyorsa, düşünün ki krize müdahale edeceksiniz ancak yolunuz çok daha uzuyor. Burada aynı zamanda yıllardır yıkımın gölgesinde olan bir yerden bahsediyoruz. Suriye, alt yapısının iyileştirilmesi gereken, hâlihazırda krizler içerisinde olan bir yerken üstüne depremin de yaşanması buranın mevcut durumunu daha da kötüleştirmiştir. Yurt dışından yardım alınması ve ulaştırılması konusundaki problemler de göz önünde bulundurulduğunda, maalesef buradaki krizle mücadelede yeteriz kalındığı oldu. Birçok yardımı kuruluşu kendi ülkesinde canı yanmışken diğer bir yerdeki krize de ilaç olmaya çalıştı. Müslüman bir bedenin uzuvları gibidir. “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler” hadis-i şerifinin anlamının çok daha yakından anlaşıldığı bir dönemdeyiz. İHH olarak, buradaki yardıma ilk günden itibaren hem kendi imkanlarımızla hem de yurt dışından yardımların ulaştırılması konusundaki iyilik koridoru oluşturmaya çalıştık. O bölgenin görmezden gelinmesi vicdani olarak da kabul edilebilir bir durum olmayacaktır. Aynı zamanda deprem zamanında Suriye’de üretilen ekmeklerin Türkiye’ye ulaştırılarak depremzedelere dağıtılması da bu süreçte iyilik hareketi misyonunun yarınlarına dair önemli örneklikler sundu. Bugün, vicdanların sesinin tüm sesleri bastırması gereken bir dönem.
Fotoğraf. İHH aracılığıyla arama kurtarma eğitimi alan Bosna Hersek ekibi Türkiye’de.
İHH, Lübnan ve Bosna Hersek gibi yurtdışındaki ülkelerde de arama-kurtarma eğitimi vermekteydi. Deprem sonrasında bu ekipler Türkiye'deki arama kurtarma faaliyetlerine ciddi bir katkı sağladı. Bu noktada arama kurtarma faaliyetlerinde hazır olan İHH yurtdışı ekipleriyle de etkili bir süreç yönetti. Deprem sonrası süreçte İHH yurtdışı iş birliklerini nasıl geliştirmeyi düşünüyor? Bu deprem İHH'ya neler öğretti?
İHH olarak Bosna ve Lübnan’da verdiğimiz arama kurtarma eğitimlerinin neticesini bu depremde gördük. Deprem olur olmaz yurt dışından gelen bu ekipler, onlarca canın kurtarıldığı çalışmalara katıldılar. Şimdi onlar da döndükten sonra kendi ülkelerinde eğitimler verecekler.
İHH olarak “Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları, kurtarmış gibi olur.” hükmünce bu çalışmalara başlamıştık. Şimdi bu düstur ile arama kurtarmaya yönelik hem yurt içinde hem de yurt dışında eğitimleri ve koordinasyonu arttırmayı planlıyoruz. Bu konuda oldukça fazla talep var. Tecrübenin paylaşılmasını ve değerlendirilmesini, insanın merkez olduğu böyle bir alanda oldukça kıymetli buluyoruz.
Binlerce yıl bu topraklarda yaşamamıza, sayısız deprem ve yıkımla karşılaşmamıza rağmen, unutmaya başlanılan bazı gerçekler deprem vesilesi ile yeniden hatırlandı. Farkındalık ve harekete geçmeye dair bugün atılacak doğru adımlar, yarın çok daha büyük kazanımlar ile bizlere dönecektir.
Hüseyin Oruç
...