Sinemanın Ötekileri: Hollywood’da Müslüman Temsili
Filmler hangi konunun seçilip hangi söylemin ön plana çıkarılacağı ya da yapılan gözlemlerin nasıl çerçevelendirileceği ve çağrışımların nasıl inşa edileceğinin belirlenmesinde aktif rol oynama potansiyeline sahiptir. Hollywood, Batı sinemasının en önemli bayraktarlarından biri olarak temsilî imgelerle popüler kültürün oluşmasında binlerce kelimeden daha büyük bir etki yaratma yeteneğine sahip. Ekrandaki bir görüntü, kimlik, imgelerin inşasında ve kalıplaşmış yargıların oluşmasında önemli bir rol oynar. Müslüman kimliğinin Hollywood sinemasındaki sorunlu bakışı teorik olarak 11 Eylül küresel terörizminin bir sonucu gibi görünse de Batı’nın tarihsel bir söylemi olduğu gerçeğini görmemezlikten gelemeyiz. 11 Eylül öncesinde de Amerikan toplumunda Müslüman görüntüsünün “biz” ve “onlar” oryantalist çerçevesi üzerinden temsil edilmesi Batı’nın medeniyet misyonunun bir sonucuydu. Buradaki önemli nokta şudur: 11 Eylül olayları sonrasında “öteki” olarak Müslüman, daha çok güvenlik tehdidi ve siyasi kimlikleri üzerinden temsil edilmiştir.
Hollywood’da Müslüman İmajı Dönüştü mü?
Doğu’ya ilişkin söylemler yüzyıllardır farklı resimler üzerinden Batı tarafından anlatılıyor. Asırlardır süren bu ötekileştirme süreci, bugün Amerika ve Avrupa merkezci olarak kendini göstermekte, bir kültür kendine özgü dünyasını tüm dünyada egemen kılmaya devam etmektedir. Bu sayede İslam’a karşı gösterilen her türlü eylem ve şiddet meşru hale getirilirken, İslam dini ve coğrafyasına mensup olgular düşmanlaştırılmıştır. “Müslüman eşittir korku” algısı, Amerika Birleşik Devletleri’nde 11 Eylül 2001 tarihli ikiz kulelere olan saldırıyla başka bir boyuta taşınmış; “Müslüman eşittir terörist” algısı toplum hafızasına farklı yollardan kazınarak meşrulaştırılmıştır. Buradaki sorun şudur: Aynı dine inanan fakat dini olumsuz düşüncelerine ve davranışlarına yansıtan kişilerin ya da grupların aktivitelerini, bir dinin inananlarının hepsine mâl edip o dini ötekileştirme sorunsalıdır. 11 Eylül saldırılarından sonra dönemin ABD Başkanı George W. Bush, İslami terör kavramını Amerikan toplumu içerisinde yaygınlaştırmış ve bunu medya organlarını etkin bir şekilde kullanarak başarmıştır.
2001 yılı sonrası Hollywood film sektörü, “İslamcı terörün” toplum içerisinde dolaşıma girmesinde etkin bir rol oynamıştır. Bir teröristin dinî kimliği ile yakın bir bağ kurma işlevi sadece İslam dini üzerinde gerçekleştirilmiş, diğer dini kimliklere böyle bir uygulama söz konusu dahi edilmemiştir.
Özellikle 2001 yılı sonrası Hollywood film sektörü, “İslamcı terörün” toplum içerisinde dolaşıma girmesinde etkin bir rol oynamıştır. Bir teröristin dinî kimliği ile yakın bir bağ kurma işlevi sadece İslam dini üzerinde gerçekleştirilmiş, diğer dini kimliklere böyle bir uygulama söz konusu dahi edilmemiştir. Bu nedenle bahsedilen algının oluşturulmasında, kasıtlı bir ideolojinin varlığından söz etme gerekiyor. Bu sorunlu bakış açısı “stereotipler” üzerinden meşruluk kazanmaya devam ediyor. Bu bağlamda stereotiplerden bahsetmek istiyorum:
Stereotipler bir sınıflandırma sürecini içerir ve genellikle ön plana çıkan şey; bireylerin, grupların, ulusların veya ideolojilerin olumsuz, kesin olmayan ve yüzeysel bir değerlendirmesidir. Ayrıca stereotipler insanların zihinlerine derinlemesine yerleşirler ve kendi kendilerini devam ettirirler, bu da onları ortadan kaldırmayı zorlaştırır. Filmler de varlıkları ve dikkat çekme yetenekleriyle izleyicinin algısını önemli ölçüde şekillendirilebilir. Müslüman kavramının Batı toplumlarındaki ötekileştirilmesi 11 Eylül öncesinde de varlığını sürdürdüğü gibi sonrasında da sürdürmüştür. Tehlikeli tasvirler yoluyla, Müslümanların toplumsal dokuya tehdit oluşturan kişiler olduğu yönünde stereotipler oluşmasına neden olmuştur. 11 Eylül sonrasındaki Babel (2006), The Kingdom (2007) ve Rendition (2007) gibi Hollywood filmlerine bakıldığında Müslümanları terörist olarak temsil etmekle birlikte onları farklı bir açıdan da ele aldığını görmek mümkün. Geçmişte olduğu gibi kötülüğün tek bir imaj inşa etme anlayışından uzaklaşan Hollywood, Müslümanlar söz konusu olduğunda bu dengesiz tavrı gidermeye çalışan filmler de üretmeye başlamıştır. Bunun bir gelişme olduğunu söylemek mümkün çünkü sinemada o güne kadar bağnaz imajın sürekli olarak yansıtılması, temsil edilen toplumun, halkının ve kültürünün anlaşılmasını zedeler. Buradan şu sonuca varılabilir: 11 Eylül saldırılarıyla birlikte Batı dünyasındaki imaj daha da bozuldu ancak film dünyasının doğasının son yıllarda değişmesiyle birlikte filmlerin gösterisinde de bir değişiklik olmuş ve Müslüman yaşamının çeşitli yönlerini temsil eden filmler de üretilmiştir. Fakat bu filmlerin sayısı oldukça azdır.
Film dünyasının doğasının son yıllarda değişmesiyle birlikte filmlerin gösterisinde de bir değişiklik olmuş ve Müslüman yaşamının çeşitli yönlerini temsil eden filmler de üretilmiştir. Fakat bu filmlerin sayısı oldukça azdır.
Hulu yapımı Ramy, beyazperdede Amerikalı Müslümanları temsil eden ve beğeni toplayan yeni nesil dizilerden biri.
“Çoğulculuk” ve “Kapsayıcılık” Sinemayı Aklar mı?
İslam, özellikle Batı medyası tarafından medeniyetler çatışması açısından ele alınıp bu dünyaya ait dini ve kültürel farklılıkları önyargılı bir biçimde kurgulanarak gerçek hayat sahneleri gibi sunulmaktadır. 2021 yılında Missing & Maligned:The Reality of Muslims in Popular Global Movies (Eksik ve İftiraya Uğramış: Popüler Küresel Filmlerde Müslümanların Gerçeği) isimli çalışma 2017 ve 2019 yılları arasında 200 filmi incelemiş ve bu filmlerdeki Müslüman karakter temsillerine odaklanmıştır. Bu bağlamda son dönemlerde yapılmış ve önemli bulgulara sahip bir çalışma olarak görebiliriz. Çalışmaya ABD'den 100, İngiltere'den 63, Avustralya'dan 32 ve Yeni Zelanda'dan 5 film seçilmiştir. Müslüman karakterlerin ülke örneklerine göre dağılımına bakıldığında, Avustralya'nın en yüksek Müslüman karakter yüzdesine sahip olduğu görülmektedir.
Araştırmaya dahil edilen 200 popüler filmin %80 gibi ciddi bir oranında Müslüman karakterlere ilişkin tek bir anlatı yok.
Müslüman karakterler popüler filmlerden siliniyor. Araştırmaya dahil edilen 200 popüler filmin %80 gibi ciddi bir oranında Müslüman karakterlere ilişkin tek bir anlatı yok. Müslüman karakterlerin bu popüler anlatılardan silinmesi bu topluluğun ekran dışındaki ve kamusal yaşamdaki rolünü anlama biçimini ortadan kaldırmaya hizmet etmektedir. Müslüman kadının en popüler filmlerde görünmüyor oluşudur. 200 popüler filmden sadece 15'inde Müslüman kadınlar rol almıştır. Buradan hareketle, Müslüman kadınların gerçek hayattaki rolleri ve katkılarını yansıtmada başarısız bir temsil olduğunu söylemek mümkün. Yine sunulan karakterlerin Orta Doğulu ve Kuzey Afrikalı olması da ırksal ve etnik çeşitliliğe sahip İslam'a karşı dar bir bakış açısı sağlamaktadır. İzleyici, Müslüman kimliğini belirli bir ırksal ve etnik grupla ilişkilendirmektedir. Son olarak 200 popüler filmin incelenmesi sonucunda Müslüman karakterlerin hikâye anlatımında kalıplaşmış önyargılarla karşı karşıya geldiği bulgusu oldukça önemlidir. Müslüman karakterin ekranda ne kadar nadir görünüp özellikle diyalogsuz temsil edildiğine işaret eden çalışmaya göre film içerik üreticileri Müslüman toplumları hakkında hâlâ temel önyargılara sahipler. Buradan hareketle karakterleri inşa edenlerin hayal gücü eksikliği hem ekrandaki Müslüman karakterin genel sayısını hem de bu karakterin doldurduğu rolleri kısıtladığını söylemek mümkün. Gerçekte Müslümanlar, küresel anlamda çeşitliliğe sahip canlı bir topluluktur. Müslümanlarla ilgili bu dar bakış, sadece beyazperde bağlamında değil, dünyanın her yerindeki bireyler için değişmesi ve büyümesi gereken bir bakış açısıdır.
Riz Ahmed, En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar ödülü alan ilk Müslüman oyuncu.
Çoğulculuk arayışı kültürel entegrasyonu ve kaynaşma ihtiyacını dile getiren bir kavramdır ve her iki taraf için de var olan bir zorunluluğa işaret eder. Batı'da çoğulcu ve kapsayıcı bir “öteki” anlayışını mümkün kılmak ne anlama geliyor? Bu bağlamda Müslüman kimliği üzerinden gidersek Batı kültürünün bu kültürün kavramlarına karşı duyarsız olduğu ve süreç içinde “İslamcı aşırılık” ile eşanlamlı bir İslam vizyonunu güçlendirdiği bir bağlamdan söz etmek mümkün. İçinde yaşadığımız bu dönem kültürel, manevi ve entelektüel olarak yoksul bir dönem. Çoğulculuk kavramı bu anlamda biraz provokatif kalıyor çünkü modern bir yaklaşım olan bu proje Müslüman ya da farklı öteki kimlikleri mirastan yoksun bırakmak üzerine kurgulanmıştır. Tarihte açıkça var olmayan bir zamana atfedilen diğer kimlikler, insanlığın kavramsal evreninin bir parçası değilmiş gibi ele alınıp temsil edilmektedir. Bu şekilde bir kapsama meselesi sorunu ortaya çıkar çünkü modern kimlik fikrî ilerlemeyi ön plana çıkarsa da kimliği bağlamından ayrı düşürerek yeni bir kimlik yaratma çabasındadır. Dünyanın her yerinde var olan ve hepimizin kendimize bu mercekten bakmaya mahkûm olduğumuz yekpare, farklılaşmamış, entelektüel bir protokol var. Kendi tarihine, kendi kimliğine, kendi sanatına, kendi kültürüne kendi bakış açısıyla bakma olanağına sahip olmayan, kendisine izin verilmeyen her uygarlık, her alternatif görüş nasıl ayakta kalabilir? Buradan bakıldığında çoğulculuk ve kapsayıcılık kavramlarının sadece bu fikre hizmet ettiğini görebiliriz.
Çoğulculuğun bu anlattığımdan daha fazlasını gerektirdiğini düşünüyorum. Birbirini aforoz etmeme gibi basit bir tasarımın çok ötesinde, birbirleriyle nasıl verimli bir şekilde ilişki kurabildikleri, aynı zamanda nasıl yaptığına ilişkin bir çaba olmalı. Burada üç temel normatif iddiadan bahsetmek istiyorum. Birincisi, diğerini kendisi olarak tanımlamak. Yani empatiyi gerçekçi ve anlamlı bir şekilde hayata geçirebilmek. Herkesin insan olduğunun farkına vararak birbirimizi ciddiye almalı ve birbirimize önem vermeliyiz. İkincisi, geleneklerdeki farklılıkları kendi şartlarında ciddiye almak, ilgilenmek ve eleştirmek. Ortak olan kültürel hayata yönelik mantıksız bir bağlılığı kabul ederek diğer kimliği mümkün olduğunca en iyi şekilde sunmak. Üçüncüsü ise ortak yarardır. Bu kavram, birçok kutsal metinde farklı geleneklerde öne sürülür ve insanın gelişmesiyle çok ilgili olan bir şeydir. Bütün toplumlardaki bireyler kendi gelişiminin kolaylığı ile ilgilenir ve bu nedenle birinin gelişimi aynı zamanda başka bir kişinin gelişiminin büyük ölçüde bir parçası olur. Bu bağlamda sizin iyilik arayışınız aynı zamanda başkasının da iyilik arayışı olacaktır. Buna göre stratejiler ve hedefler üzerinde çalışmak, toplumda var olan farklılığa daha kapsayıcı olarak bakabilmeyi beraberinde getirecektir.
Nevin Arslan
1984 İstanbul doğumlu olan yazar, Selçuk Üniversitesi Gazetecilik Bölümü mezunudur. 2009 yılında University of North Texas Gazetecilik yüksek lisans programını bitirdikten sonra 2011 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Doktora Prog...