
Trump’ın Baskısı Gazze’yi Nasıl Ana Akımlaştırdı?
Trump yönetimi, İsrail’e koşulsuz destek verirken ifade özgürlüğünü askıya alarak ABD’de çifte hukuk rejimi oluşturdu. Rümeysa Öztürk'ün de dahil olduğu pek çok öğrenci yalnızca Filistin’i savundukları ve hukuki eleştiriler getirdikleri için vizeleri iptal edilerek gözaltına alındı. Ancak bu baskılar, Müslüman orta sınıflar ile sol hareketler arasında yeni ittifaklar kurulmasına ve Filistin meselesinin ABD’de ana akımlaşmasına zemin hazırladı. Rümeysa Öztürk gibi figürler, anayasal haklar adına verilen bu yeni direnişin sembolüne dönüştü.
Trump’ın göreve başladığı bu beş ayda ABD’de ikili bir hukuk sistemi oluştu. Trump ve Cumhuriyetçiler, Demokratların cinsiyetçi, ırkçı ve ayrımcı söylemlere karşı yürüttüğü “ifade polisliği” ve iptal kültürü (cancel culture) karşısında savunduğu ifade özgürlüğünü, İsrail uğruna askıya almış durumda. Söz konusu İsrail olunca, Amerikan anayasasının en temel değeri olan ve dünyadaki diğer hukuk sistemlerine kıyasla neredeyse sınırsız bir şekilde korunan ifade özgürlüğü Filistin’i savunanlar için yok.
Bu iki yüzlülüğün en yakın şahidi ise Türkiye’den ABD’yi izleyenler. Tufts’ta doktora yapan Rümeysa Öztürk, ABD’nin en prestijli resmi burs programı Fulbright’in eski bursiyeri olmasına rağmen içerisinde sadece İsrail’e yönelik hukuki eleştirilerin olduğu kısa bir makalesi nedeniyle Dışişleri Bakanlığı tarafından “Hamas destekçisi” olarak değerlendirildi, öğrenci vizesi iptal edildi. Dışişleri Bakanı Marco Rubio, savaş dönemlerinde Sovyet destekçilerine karşı kullanılan olağanüstü durum yasalarına dayanarak ve “ABD’nin dış politikadaki çıkarlarına”[1] zarar vereceğine kanaat getirerek hiçbir mahkemeye başvurmadan genç bir doktora öğrencisi kadının vizesini iptal etti, Öztürk sokak ortasında maskeli kimliksiz göçmen polislerince kaçırıldı.
Trump hem olağanüstü hal yasalarına hem de vizelerle ilgili özel yasalara dayanarak yabancıları mahkeme kararı olmadan sınır dışı etmeyi, yabancı öğrencileirn de fikirlerine göre vizelerini iptal etmeyi sistematik bir politika olarak uyguluyor.
Öztürk’ün bugüne kadar içerisinde “Hamas”ın “H”sinin geçtiği tek bir yazısı yok, tek bir sosyal medya hesabı bile bulunmuyor. Tek suçu Amerikan anayasasınca en geniş şekilde korunan ifade özgürlüğünü kullanması ve yabancı bir öğrenci olması. Zira yabancı öğrencilerin vizelerini iptal yetkisi özel nitelikli yasalarla doğrudan yürütme erkine bağlı. Trump hem olağanüstü hal yasalarına hem de vizelerle ilgili özel yasalara dayanarak yabancıları mahkeme kararı olmadan sınır dışı etmeyi, yabancı öğrencileirn de fikirlerine göre vizelerini iptal etmeyi sistematik bir politika olarak uyguluyor. Öztürk ile beraber Yale, Columbia gibi en prestijli okullarda bulunan ve Filistin eylemlerine öncülük eden diğer yabancı öğrenciler de benzer süreçlerden geçirildi. Hepsi hem Dışişleri Bakanlığına hem de kendilerini iade merkezlerinde alıkoyan göçmen polisine karşı davalar açıyor, Rümeysa Öztürk gibi şanslı olanlar bu davaları teker teker kazanıyor. Trump yönetimi, İsrail’i eleştirenleri karşı adeta bir OHAL rejimi ilan etmişcesine ve istisnai bir Amerikan hukuku uyguluyormuşçasına hedef gösterirken, diğer bir yandan Rümeysa Öztürk gibi isimler Trump’a karşı muhalefetin yeni sembolleri oldu.
En geniş çaplı gösteriler bu yabancı öğrenciler için düzenlendi, özellikle Trump karşıtı kimlik hareketleri, sol örgütler bu yabancı öğrenciler için kenetlendi. Nitekim uzun bir süredir zaten ABD’deki Filistin savunuculuğu Müslüman orta sınıflarla müesses nizama tepkili sol eğilimli Amerikalılar arasında güçlü bir ittifak kurulmasına vesile olmuştu. Bu nedenle Filistin eylemlerinin genellikle eğitimli sol Demokratların güçlü olduğu metropollerde, kampüslerde yapılması; en radikal sol kimlik politikalarını savunanların Filistin destekçisi STK’larda ön sırada olması, Demokrat Parti’nin sosyalist ve sol kanadının (Sanders, Cortez vb.) Filistin’i en çok savunan siyasetçiler olması ve en önemlisi Kongre’deki Rashida Tlaib, Ilhan Omar gibi Müslüman vekillerin hepsinin sosyalist hareketten gelmesi bu yüzden pek tesadüf değil. Fakat Trump 2.0 ile birlikte yeni bir durum daha ortaya çıktı. Özellikle zaman içerisinde eğitim ve sosyoekonomik seviyesi artan Amerikalı Müslümanlar, “özne” olarak çok daha önplana çıkmaya, siyasete atılmaya, akademide ve sivil toplumda tabanda ittifak kurarak söz sahibi olmaya başladı. Rümeysa Öztürk’ün davasına müdahil olan dernekler, ACLU gibi sivil toplum kuruluşları, Müslüman eğitimli avukatlar bunun en büyük kanıtı. Rümeysa Öztürk, kazandığı mahkemeden sonra basının karşısına sadece “mağdur bir yabancı öğrenci” olarak çıkmadı; Trump’ın ele geçiremediği ve büyük ihtimalle geçiremeyeceği tek devlet erki olan yargıyı kullanarak Trump’ı alt etmiş bir genç kadın olarak Demokrat Partili senatör ve vekillerce karşılandı, Amerikan anayasasına dayanarak Trump’ın hamlesini bertaraf etti; kendisinden sonrakiler için de bir içtihat kapısını araladı. Fakat Rümeysa’nın Demokratlar Partililerce sahiplenilmesi pek tesadüf değil. Zira Demokrat Partili Biden başkanken Demokratlar Filistin meselesi konusunda çok daha sessiz ve protestolara karşı mesafeliydi, fakat özellikle Demokratların muhalefete geçmesiyle Filistin; Trump’a karşı sokağa çıkılacak, tepki gösterilecek bir konu başlığı oldu ve çok daha fazla Demokrat bu konularda ses çıkarmaya başladı. Elbette burada Trump’ın açık ara farkla İsrail konusunda Demokratlardan çok daha fazla destekleyici olması ve Netanyahu ile kişisel yakınlığının fazla olması da etkili.
Trump, sadece mahkemelerin muhaliflerce Gazze üzerinden bir cephe haline gelmesini sağlamadı, aynı zamanda ülkenin en prestijli üniversitesini de hedef gösterdi. Harvard Üniversitesine yönelik federal bütçe kısıtlamasının en başat sebebi, üniversite yönetiminin Filistin eylemcilerini hükümete ihbar etmemesi, yeterli disiplin cezalarını vermemesiydi. Harvard, İsrail destekçilerinin etkin olduğu bir kurumken dahi Trump yönetiminin Gazze testini geçememişken, bu konuda en çok hedef gösterilen okullardan biri oldu. Aslında Trump farkında olmadan Harvard gibi prestijli bir kurumu Filistin davasının vitrin yüzlerinden birine dönüştürdü. Filistin meselesini, Cumhuriyetçilerin ve İsrail destekçilerinin yapmak istediği gibi sadece “Müslümanlar ve diğerleri” ikileminden çekerek ülkenin en prestijli üniversitelerinden birinin akademik özgürlüğüyle bağdaştırdı.
Harvard Trump’a direnirse diğer üniversiteler rahatlayacak ve Harvard’ın faydalandığı yargı kararlarını kullanarak özerkliklerini koruyacak, Harvard kaybederse Trump karşısında boyun eğmek zorunda kalabilecekler.
Bu bağlamda, Trump sadece Harvard’ı hedef seçmedi. Fakat özellikle Columbia ve Harvard’a karşı kararlar alarak diğer üniversitelere de gözdağı verdi. Nitekim Columbia Üniversitesi, Trump’ın çoğu talebine boyun eğerken Harvard direndi; Trump’ın amacı Harvard’a da bütçe ve yabancı öğrenci alımı gibi yaptırımlar uygulayarak diğer üniversiteleri de ürkütmek. Bu nedenle henüz sıra diğer üniversitelere gelmedi, Harvard’ın direnip direnemeyeceği diğer üniversitelerin akıbetini belirleyecek; Harvard Trump’a direnirse diğer üniversiteler rahatlayacak ve Harvard’ın faydalandığı yargı kararlarını kullanarak özerkliklerini koruyacak, Harvard kaybederse Trump karşısında boyun eğmek zorunda kalabilecekler.
Trump’ın Gazze’ye ilişkin ileri sürdüğü tehcir ve soykırım planı ve üstencil dil de bunun bir diğer örneği. Biden ve Demokrat Partililer, İsrail’e yönelik desteği daha örtülü ve en azından etkisiz uyarılar içeren bir dille verirken, Trump çok açık bir şekilde Filistinlileri aşağılayan, insan gibi görmeyen, çok açık bir şekilde tehcir savunan bir söylem kullanıyor.[2] Filistin konusunda duyarlı olmayan ortalama bir Amerikalıyı bile ürkütebilen bu söylem, İsrail’i savunmayı Trump’ın en radikal destekçileri dışında herkesi rahatsız eden ağır bir politika paketinin bayraktarlığını yapmakla özdeştiriyor. Uluslararası hukuk, insan hakları gibi temel değerler de bu nedenle Trump tarafından ABD’deki Filistin davasının “bayraklarından” biri haline getiriliyor.
ABD’nin Irak başta olmak üzere Orta Doğu’daki insan hakları ihlalleri ve yanlış politikaları nedeniyle uzun bir süredir Filistin’i savunmak sadece “Filistin” ile sınırlı bir mevzu değildi. Filistin’i savunmak, bu tür öğrenci kulüplerine veya eylemlere katılmak, ABD’nin İsrail’e desteğiyle somutlaşan Orta Doğu politikasını, askeri müdahelelerini, silah lobisinin politikalarını, Ortadoğu ve Asya’da sık sık askeri müdaheleler gerçekleştiren ve rejim değişikliklerini destekleyen şahin kanat güvenlik bürokrasisini eleştirmek anlamına geliyordu. Trump, ABD’deki Filistin davasına yeni bir boyut katarak, uzun bir süredir Demokrat başkanların sinsice yaptığı şeyi alenileştirdi. İsrail uğruna Amerika’nın en temel değerlerini herkesin gözü önünde “sahici” bir şekilde askıya aldı. Demokrat Partililerin döneminde belki Rümeysa Öztürk’ün önüne sessiz engeller konabilir, belirli iş olanakları fark edilmeden önünden alınabilirdi. Fakat Trump herkesin gözü önünde kameralara yansıyacak şekilde vizesini iptal ettirdi, maskeli polisleri aracılığıyla Öztürk’ü kaçırttı. İsrail uğruna nelerin yapılabildiğine herkes şahit oldu. Bu elbette Filistin’i savunmak isteyenlere karşı bir gözdağı. Fakat bu gözdağının bir de diğer tarafı var. Rümeysa Öztürk de Harvard da Trump’ın baskılarına karşı direndi ve bu kadar sahici bir baskının karşısında yeni müttefiklerle cepheyi genişletti.
Trump aslında kapı ardında yapılan bir iki yüzlülüğü bütün çirkinliğiyle, tüm iriniyle birlikte kapı önüne taşıdı. Böylece bu tür meselelerden haberi olmayan geniş kitlelerin dikkatine de sunmuş oldu. Bu nedenle yapılan her ankette İsrail’e yönelik tepkiler artıyor, özelikle Demokratlar arasında Filistin savunuculuğu yükseliyor. Eskiden İsrail’i savunmanın bir maliyeti yokken, şimdi İsrail’i savunan Demokratlar önseçimleri Filistin’i savunan adaylara karşı kazanmak için İsrail lobisinin yoğun maddi desteğine ihtiyaç duyuyor, zira partinin genç ve aktivist kanadı çok net bir şekilde önceliğini Filistin’den çiziyor.
Artık Filistin’i savunanların mahkemelerde Trump’ı yenen Rümeysa Öztürk gibi “kahramanları”, direnen Harvard gibi prestijli kurumları var.
Trump halihazırda hızlanan bir dönüşümün fitilini ateşledi. Trump sayesinde Filistin’i savunanların, yabancı öğrencilerin, Amerikalı Müslümanların, Filistinlilerin çektiği çile arttı. Fakat yine Trump sayesinde müttefikleri de arttı, cephe de genişledi. Artık Filistin’i savunanların mahkemelerde Trump’ı yenen Rümeysa Öztürk gibi “kahramanları”, direnen Harvard gibi prestijli kurumları var. Filistin’i savunmak sadece binlerce kilometre uzaktaki bir yerde katledilen insanları savunmaktan ibaret değil, Trump sayesinde aynı zamanda Amerika’nın en temel hukuki metni olan anayasanın da bağlayıcılığını savunmak, Amerikan vatandaşlarının ve kurumlarının da ifade özgürlüğünü savunmak demek. Trump, bunu isteyip öngörmese de Filistin davasını ana akımlaştırdı, Amerikan Müslüman orta sınıfını aktörleştirdi, yeni müttefikleri kazanmasını, yeni argümanlar ileri sürmesini sağladı, Filistin davasına yepyeni bir anlam ve bir meşruiyet daha kattı.
Trump, Filistin üzerinden hem ABD’ye hem dünyaya bir mesaj veriyor. İptal edilen vizeler, hapse atılan öğrenciler, dövülen eylemciler, kesilen bütçelerin büyük bir amacı var; o da Trump’ın kişisel iktidarını pekiştirmesi, önüne engel çıkaran üniversiteleri, medyayı, muhalefeti sindirmesi. Trump bu kurumlara boyun eğdirmek için ABD’nin en az savunacağını düşündüğü Filistin yanlılarını ve Amerikalı Müslümanları seçti. Fakat tahmin etmediği husus, Trump’ın baskısı nedeniyle ABD’deki Filistin hikayesinin büyümesi, ana akımlaşması, Rümeysa gibi figürlerle toplumsallaşması oldu. Trump’ın arkasına aldığı otoriterlik rüzgarının karşısında da sessiz ama derinden gelen bir toplumsal değişim hikayesi yazılıyor. Bu hikayenin yazarı, adım adım savundukları fikirleri ana akımlaştıran, geniş ittifaklar kuran, orta sınıflaşan ve kapsayıcı bir söylem benimseyen Amerikalı Müslümanlar ve ABD’deki Filistin hareketi. Ve tabii ki Rümeysa Öztürk gibi bu uğurda bedel ödeyen cesur insanlar, aktivistler.
[1] ABD Göç ve Vatandaşlık Yasası m. 237 (a) (4) (C) (i)’ye göre, “Amerika Birleşik Devletleri'ndeki varlığının veya faaliyetlerinin, Dışişleri Bakanı'nın, Amerika Birleşik Devletleri için potansiyel olarak ciddi olumsuz dış politika sonuçları doğuracağına makul gerekçelerle inandığı bir yabancıyı…” sınır dışı edilebilir kılmaktadır.
[2] Bkz. https://www.politico.eu/article/trumps-plan-to-ethnically-cleanse-gaza-is-illegal-says-un-backed-judge/
Yunus Emre Erdölen
Yunus Emre Erdölen, 2020 yılında Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu, ardından Fulbright bursiyeri olarak New York Üniversitesi’nde Uluslararası Hukuk alanında yüksek lisansını tamamladı. Erdölen şu anda Galatasaray Üniversitesi ...