Türkiye’nin Afrika’daki Sivil Toplum Faaliyetleri
Dünya genelinde ülkelerin resmî kurumları ve hükümet dışı oluşumlarının yürüttüğü insani yardım faaliyetlerinin 20. yüzyılın ikinci yarısında giderek yaygınlaşmasıyla Türkiye’de de bu yöndeki girişimler yavaş yavaş sahada görünür hale geldi. Yaklaşık 50 yıl önce gerek devlet kurumlarımız gerekse sivil toplum kuruluşları açısından uluslararası insani yardım tecrübemiz oldukça kısıtlıydı. Günümüzde ülkemiz adına bu anlamda yürütülen uluslararası insani yardım faaliyetleri özellikle Afrika ve Güney Asya’nın bazı bölgelerinde daha etkin oldu. Ayrıca Uzakdoğu’da Filipinler, Orta Asya’da Afganistan, Amerika’da Haiti gibi bulundukları coğrafyanın zorlu şartlarına rağmen yapılan yardımlar dikkate değer boyutlara ulaştı.
1984 yılında Büyük Sahra’yı güneyden çevreleyen sahil ülkelerinde tarihin en büyük kıtlıklarından birisi yaşandı. ABD ve Avrupalı en meşhurlar arasından 45 sanatçı bir araya gelip 1985 yılında “We Are the World/Biz Dünyayız” adında bir albüm yaptı ve albümün gelirleri bu felaket için yardım olarak ayrıldı. Kısa zamanda milyonlarca satan albüm, insanlığın bu felakete dikkatini çekmeyi başardı.[1] Afrika’daki bu büyük kıtlık felaketine hükümetin teşvikiyle Türk halkı da büyük bir alakayla yardımda bulundu. Fakat bu yardımları Afrika’daki ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilecek tecrübe sahibi yetişmiş insanımız yoktu. Dahası Afrika’da da bu yardımları dağıtacak donanıma sahip devlet kurumları veya öncülük edecek girişimciler bulunmuyordu. Bu yardımları Afrika’da Kızılhaç ve benzeri sınırlı sayıdaki uluslararası kuruluşlara teslim etme dışında bir seçenek yoktu. Kıta genelinde toplamda 12’yi geçmeyen sefaret sayımızın imkânları da yardım faaliyetlerini koordine edebilecek donanıma sahip değildi. 1993 yılına gelindiğinde bile, Senegal’in başkenti Dakar’daki sefaretimiz bu yardımların bir kısmının teslimatıyla uğraşıyordu. Tüm imkânsızlıklara rağmen Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Batı Afrika’daki Gambiya, Gine-Konakri, Gine-Bissau, Moritanya ve Senegal ile Doğu Afrika’daki Somali ve Sudan’ı kapsayan kalkınma odaklı konulara yönelik dış yardım çalışmasını 5 Haziran 1985’te 10 milyon ABD dolarıyla başlatmıştı.[2] Türkiye’nin 40 yıl önce ilk yurtdışı insani yardım çalışmasını Afrika’nın iki bölgesinde faaliyete geçirmesi bugünlerde kıtanın her bölgesinde bu anlamda varlık göstermemizin önünü açmış oldu.
1980’li yılların zorlu şartlarından günümüze, iletişimden ulaşıma kadar sahadaki imkânlarımız sayesinde devlet kurumlarımız ve sivil toplum kuruluşlarımızla adeta sıfırdan zirveye uzanan bir başarı hikayesinden bahsetmek mümkündür. Üniversitelerimizde hazırlanan akademik çalışmalar, medya organlarımızda yapılan haberler ve yorumlar neredeyse hiç bilinmeyen bir alandan artık ne yapılması gerektiğini yerinde öğrenerek dünyaya örnek teşkil eden mevcut uygulamanın bizde de giderek şekillendiğine şahittir.
2013 yılında Sudan’ın Darfur bölgesinden Çad sınırını geçerek bu ülkeye sığınan 100 binden fazla kişinin göç ettiği kamp alanlarını Türkiye Büyükelçiliğinin destekleri ile yedi farklı kamu ve sivil toplum kuruluşunun ziyaret sırasında uluslararası yardım kuruluşlarını yerinde görme imkânı bulundu. Bunlar Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Uluslararası Göç Ofisi, Dünya Gıda Programı ve Sınır Tanımayan Doktorlar ve benzeri kuruluşlardı.
Uzun yıllar Birleşmiş Milletler bünyesindeki uluslararası gıda hukuku özel raportörü (Special Rapporteur on the Right to Food) olarak 2000-2008 yılları arasında görev yapan İsviçreli siyasetçi ve sosyoloji profesörü Jean Zigler’in bölgedeki insani yardımla ilgili ciddi eleştirileri vardı. Mesela FAO’nun zaten yetersiz gelirlerinin %70’i personel giderlerine harcanmaktadır. Kalan %30’un yarısı olan %15'i sayısız harici “danışmanın” ücretlerini ödemek için kullanılmaktadır. Geriye kalan %15 yerkürenin güney kısmındaki ziraatçiler için gerekli teknik ve kalkınma işbirliği ve açlıkla mücadelenin masraflarını ifade ediyordu[3].
İnsani yardımların toplanması ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasındaki zorlukların yanı sıra yardımları taşıyacak kişilerin güvenli ulaşımları çok zordu. Herhangi bir engelle karşılaşmadan özellikle nakdî yardımların yerelde temin edilecek ürünlerin alımı sırasında nasıl bir yol izleneceği de meçhuldü. Özellikle Mali, Nijer, Çad ve Burkina Faso gibi ülkelerde 2009 yılı öncesinde diplomatik bağımız olmadığı için irtibat kurulacak ne bilinen bir isim ne de resmî makam ile temas mümkündü. Türkiye bu imkânsız gibi görünen zorluklar konusunda önce 1980’lerin başında Afganistan’da ve daha sonra ise 1990’larda Bosna savaşında halka yardım ulaştırırken belli bir tecrübe kazandı.
2000’li yılların ortalarında Afrika Sahil bölgesinde önceki kadar olmasa da benzeri bir kuraklığa bağlı büyük açlık ve farklı sıkıntılar oluştu. Ayrıca, 1991’den itibaren Somali’de artan iç savaşa bağlı olarak büyük acılar ve yoksulluk ortaya çıktı. Her ne kadar bu duruma hemen müdahale edilmemişse de, tam 20 yıl sonra, Türkiye tarihinde ilk kez 2011 yılı ağustos ayından itibaren Somali ile her alanda yardımlaşma süreci başlatıldı.
Dünyanın farklı ülkelerinde zaman zaman yangınlar ve depremler gibi tabii afetlere, kuraklık ve su taşkınları gibi iklim şartlarına, iç savaşlara veya komşu devletlerle yaşanan gerginliklere dayalı acil insani yardım konuları gündeme gelmektedir. Ancak söz konusu olan özellikle Afrika’nın bazı ülkeleri için gerçek amacın yardım etmek mi yoksa bunlara yapılacak her türlü desteği fırsata çevirmek mi olduğu tartışmalıdır. Uluslararası kuruluşlar bir taraftan kendilerine kaynak aktarma imkânı bulurken diğer taraftan da yerelde müşterek çalıştıkları resmî, yarı resmî, hatta bazı sivil yapılanmalarla işbirliğine girerek onların da belli oranda faydalanmaları sağlanıyor.
2000’li yıllara kadar az gelişmiş ülkelere yardım konusuna en ağır eleştiriler Afrikalı aydınlardan geldi. Zambiyalı ekonomist Dambisa Moyo Ölü yardım: Yardımlar neden işe yaramıyor ve orada Afrika için daha nasıl iyi bir yol var? başlıklı kitabında Afrika ülkelerine yapılan yardımların büyük bir aldatmaca olduğunu, yapılan yardımların hedeflendiği amaçlara uygun kullanılmadığını, ancak tutulan raporlarda ihtiyaç sahiplerine takdim edilmiş gibi yansıtıldığını iddia ediyor.[4] Ona göre dünyada uygulanan mevcut düzene göre belli kesimler için servet sağlanırken büyük bir çoğunluk ise fakirlik içinde bırakılacak. Aslında bu kitabı yazma sebebi de 13 Temmuz 1985 tarihinde Etiyopya’daki açlıkla mücadeleye kaynak temini amacıyla düzenlenen “canlı yardım” yardım konserine alaycı bir gönderme yapmaktı. Ona göre Batılı devletlerin ve Dünya Bankası gibi örgütlerin bağışladıkları paralar sonuçta yoksulluğu gidermek yerine tam tersi devamı için bir vasıtaya dönüşüyordu. Çünkü bunlar ihtiyaç sahiplerinin imkânlarını genişletmek yerine yerel yöneticilerin hesaplarına geçirildiğini ve zamanla da Afrikalı idarecilerin vazgeçemedikleri davranışlarına dönüştü. Ülkelerin dış siyasetinde ilk defa zor durumdaki insanlarla ilgili endişeler merkeze alınmış ve bunun kendiliğinden devam ederek kalıcı olması amaçlanmıştı. “Canlı yardım” konserlerini düzenleyenler arzuladıkları başarıya ulaşamadılar. Çünkü Etiyopyalı sivil toplum kuruluşlarına milyonlarca dolar gönderilse de o dönemin devlet adamı Mengistu Haile Mariam bir şekilde bunlara el koyup satın aldığı silahlara harcamıştı.[5]
Bu konuya aynı şekilde eleştirel yaklaşan bilim insanlarından birisi de Marc-Antoine Pérouse de Montclos olup “İnsani yardım: savaşa yardım/ L'Aide humanitaire, aide à la guerre ?” olup[6] insani yardım ile Somali’de, Sudan’da ve Ruanda’da dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi silahlı tarafların aynı anda daha da güçlendikleri görüşünü öne sürüyor. 2003 yılında Sudan’da Darfur bölgesinde başlayan iç kargaşa zamanında Hartum’da merkezi hükümet bu devasa bölgedeki başta BM çatısı altında olanlar dahil pek çok insani yardım kuruluşunun faaliyetlerini durduğunu, Türkiye’nin hem Kızılay gibi kamu kuruluşu ile hem de sivil toplum kuruluşları ile başta sağlık hizmetleri, gıda yardımı ve diğer alanlarda da yardımda bulunmasına özellikle destek verdiğine heyet olarak bölgeye gittiğimizde yerinde şahit olmuştuk. Burada önemli olanın insani yardımla sınırlı kalmasına özen gösterilmesiydi. Oysaki bazı beynelmilel yardım kuruluşların bölgedeki çatışan tarafları el altından desteklediklerine dair ciddi iddialar vardı.
Günümüzde her ne kadar “yumuşak güç” kavramı, sivil toplum kuruluşlarının yardımları üzerinden uluslararası ilişkilerde sıkça kullanılsa da mevcut durum, yumuşak güç kavramının “sert güç” kavramını gölgelemesinin ötesine geçemiyor. Çin, özellikle Afrika’da yerleştirmeye çalıştığı kıtayı büsbütün kuşatma girişimini insani yardım çalışmalarını ileri sürerek ve dahi askerî, iktisadi, siyasi, diplomatik ve sosyo-kültürel niyetlerini açığa vurmadan ilerliyor. Özellikle medya üzerinden en doğrusunu yaptığı iddiasıyla hem muhatap aldığı devlet yetkililerini hem de sahada yerel toplumların gözlerini perdeleyerek girişimlerini devam ettiriyor.
Türkiye son 20 senede Afrika siyasetinde eski sömürgecilerin sahayı nasıl daha az zararla terk edeceklerinin hesabını yaptıkları bir dönemde büyük bir sorumluluk aldı. Belki yapılan çok yönlü işlemler, özellikle ikili ticari alış-verişlerin miktarı ve kıta ülkeleriyle yakın temaslarda Çin, Rusya, ABD, Hindistan, Japonya ve bazı Avrupa ülkeleriyle henüz başa baş bir durumda değiliz. Fakat belirgin bir şekilde, en etkin ilk beş ülke arasında olduğumuz gözle görülür bir gerçek. Türkiye artık kendini ispatlamış ve dış siyasetinde Afrika ile attığı adımlarında büyük bir başarı elde ederek kendini Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya’yla boy ölçüşecek hale getirdi. Hatta birincisi hariç diğerleriyle tüm yapıp ettikleriyle bir bütün halinde değerlendirilecek olursa kıta sathında açık ara önde demekte bir beis yoktur.
Kıta ülkeleri içinde sivil toplum kuruluşlarımızın birçok alanda aynı anda faaliyet gösterilen ülkeler arasında Çad, Nijer, Mali, Burkina Faso önde gelebilirler. 2013 yılında Çad Cumhuriyeti’nin başkenti Encemine’de büyükelçilik açılması önemli bir başlangıçtır. Bir anda insani yardım anlamında devlet kurumlarımız ve sivil top lum kuruluşlarımız arasında ciddi bir işbirliği içinde gıda, giyim, eğitim, sağlık ve pek çok konuda büyük bir yardımlaşma yürütüldü. Sudan’dan Darfurlu mülteciler, Orta Afrika’dan iç savaştan kaçanlar, Nijerya’da Boko Haram’ın saldırılarına maruz kalıp gelenler, Libya’daki 150 bin civarındaki Çad asıllı olanların hepsi 2003-2013 arası 10 yıl gibi kısa sürede Çad’a göç ettiler. Yaklaşık bir milyon insanın günlük en basit ve zaruri ihtiyaçları, iktisadi zorluklarla boğuşan Çad devleti üzerinde önemli bir yük oluşturdu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Uluslararası Göç Ofisi başta olmak üzere uluslararası her türlü insani yardım kuruluşu Çadlılara destek için sahadaydılar. Fakat burada önemli olan en hızlı ve anında ihtiyaç sahiplerine ulaşacak bir düzenlemenin hemen yapılmasıydı. Türk Büyükelçiliği derhal büyük bir sorumlulukla onlarda devletin ilgili kurumları ve sivil toplum kuruluşlarını davet etti. Onlarca ton gıda yardımı yerel pazarlardan satın alınıp karayolu ile ihtiyaç bölgelerine taşındı. THY aracılığıyla onlarca ton ihtiyaç malzemesi aynı şekilde AFAD’ın rehberliğinde başkent Encemine’ye getirildi. Bir taraftan sağlık çalışmaları başlarken Türkiye’ye lise ve üniversite okumak üzere gelecek öğrenciler belirlendi. Halen üniversitelerimizde 3500’e yakın Çadlı öğrenci eğitim görmektedir. Mezun olanlar ise ülkelerine dönerek kamu kurumlarında görev almaktadırlar. MAARİF Vakfı yerinde eğitime önem verirken, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı, TİKA ve diğer kurumlarımız da Çad’la ilişkileri çok boyutlu hale getirdiler. Gerek BM Mülteciler Yüksek Komiserliği gerekse Uluslararası Göç Ofisi bu faaliyetlere hem yardımcı olmuşlar hem de sonuçları karşısında Türkiye’nin konumunu “sessiz ülke” olarak tarif etmişlerdir.[7] Türkiye’nin, yaptığı insani yardımları yerelde ve uluslararası düzlemde medyaya yansıtmaması bir elin verdiğini diğer el duymasın anlayışına dayanmaktadır. (Türkiye’nin yaptığı insanî yardımları yerelde ve uluslararası düzlemde medya aracılığıyla gerektiği gibi duyaramadığı bir gerçek. Bazen kendi örfümüzdeki bir elin verdiğini alan el duymasın anlayışı da etkili olabilir. Fakat insanî yardımların devamı onların hedeflenen kitlelere ulaştığını göstermekle mümkün olabiliyor) Sadece hem başkent içerisinde hem de diğer şehirlerinin en ücra köylerinde açılan binlerce su kuyusu ve güneş enerjisiyle çalışan su depoları, elle çalışan kullanımı kolay un değirmenleri, okul ve ibadet mahallerinin yapımı ve tamiri gibi sayısız ihtiyaçlar sessiz ve sedasız karşılanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerin sivil toplum faaliyetleri Afrika’da her ne kadar hükümet dışı kuruluşların girişimleriyle yapılıyor gösterilse de bunların sınırlı sayıda olmaları ve diplomatik görevliler tarafından yakından takipleri yüzünden de sert gücü gizlemeye yönelik etkinliklerdir. Türkiye’nin resmî kurumlarının yaptıkları her türlü insani yardım tabii olarak sefaretlerin bilgisi dahilinde devlet yardımları olarak ulaştırılsa da sivil toplum kuruluşları bu kavramın anlamına uygun hareket etmektedirler. Ne İsviçreli Jean Ziegler’in yardımların çoğunun yerine ulaşmadığı tespitleri ne de Damisa Moyo’nun yardım adı altında mevcut siyasi yetkililerin istifadesi söz konusu olmaktadır. Hatta adına “canlı yardım” denilerek yapılan yardım kampanyalarının “ölü yardım” olarak algılanmaması için azami önem gösterilmektedir.
Türkiye’nin Somali ve Çad özelinde gerçekleştirdiği insani yardım faaliyetleri yakın gelecekte yeni bir kavramla tarif edilecek özelliklere sahip olup şimdiye kadar bilinenlerin çok ötesinde bir anlam ifade etmektedir. Bu anlamda ne ABD ve Kanada dahil tüm Batı ülkelerinin çok etkin görünme girişimleri, ne de Çin’in kendi menfaatlerini örterek sahada yumuşak güç adı altında yaptıklarıyla fazla bir benzerlik göstermeden kendi tavrını belirleyip uyguluyor. Özellikle veren el alan elden üstündür anlayışının bir taraftan ihtiyaç anında uygulanması, diğer taraftan da bugünün alanlarının yarının veren elleri olması için örneklik teşkil etmektedir. Kısacası Afrika’daki Sivil Toplum Kuruluşlarımızın faaliyetleri kıtayı öldürecek yardımlar değil canlılığını ortaya koyacak girişimlerdir.
[1] Serkan Seymen, “Ego’larını kapıda bıraktılar. Afrika için tek ses oldular. We Are the World: Popüler müziğin tarihî günü”, Tarih Dergi, 111 (Mart 2024). 11 Eylül 2024 tarihinde https://tarihdergi.com/egolarini-kapida-biraktilar-afrika-icin-tek-ses-oldular adresinden erişilmiştir.
[2] Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı. (2019). Türkiye’nin kalkınma işbirliği: Genel özellikleri ve en az gelişmiş ülkelere yönelik yaklaşımı. 11 Eylül 2024 tarihinde https://www.mfa.gov.tr/turkiyenin-kalkinma-isbirligi.tr.mfa adresinden erişilmiştir.
[3] Ziegler, J. (2011). Destruction massive: Géopolitique de la faim. Paris: Editions du Seuil.
[4] Moyo, D. (2009). Dead aid: Why aid is not working and how there is a better way for Africa. New York: Farrar, Straus and Giroux.
[5] Bu konser "Küresel müzik kutusu" adıyla duyurulmuş ve eş zamanlı 72.000 kişinin katıldığı, Londra'daki Wembley Stadyumu’nda ile 100.000 kişinin toplandığı ABD’deki Pensilvanya'da John F. Kennedy Stadyumu'nda düzenlenmişti. Dahası bu girişimle bağlantılı (Eski) Sovyetler Birliği, Kanada, Japonya, Yugoslavya, Avusturya, Avustralya ve (Batı) Almanya gibi diğer ülkelerde de konserler verilmişti. O yılların şartlarında uydu bağlantılarıyla tüm dünyaya yayılması sağlandı. 150 ülkede yaklaşık 1,9 milyar kişiye seyrettirilerek dünya nüfusunun yaklaşık %40'nın “Live Aid” konserinden haberdar edilmişti.15 Eylül 2024 tarihinde https://tr.wikipedia.org/wiki/Live_Aid adresinden erişilmiştir.
[6] De Montclos, M.-A. P. (2001). L'Aide humanitaire, aide à la guerre?. Bruxelles: Editions Complexe.
[7] Kavas, (A). Üç kıta bir ülke: Sessiz ve de gizli güç Türkiye. Yeni Şafak (11/7/2015). 15 Eylül 2024 tarihinde https://www.yenisafak.com/dusunce-gunlugu/uc-kita-bir-ulke-sessiz-ve-de-gizli-guc-turkiye-2188483 adresinden erişilmiştir.
Ahmet Kavas
Prof. Dr. Ahmet Kavas, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde (1987) eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye Diyanet Vakfı bursuyla yüksek lisansını (1991) ve doktorasını (1996) Paris’te tamamladı. 2008-2011 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Baş...