
Yerleşimci Sömürgecilik, Şiddet ve Keşmir'in Filistinleştirilmesi
Hindistan ile İsrail arasındaki yakınlaşma, sadece stratejik iş birlikleriyle sınırlı kalmayıp, ortak bir yerleşimci-sömürgeci zihniyeti yansıtan ideolojik bir ittifaka dönüşmüş durumda. Keşmir’de uygulanan baskı rejimi, Gazze’de yıllardır süren sistematik şiddetle yapısal paralellikler göstermekte. Her iki ülkede de Müslüman karşıtlığı, devletin kurucu ideolojisinin parçası olarak kurumsallaştırılıyor.
Güney Afrikalı gazeteci Azad Essa, Hostile Homelands: The New Alliance Between India and Israel adlı kitabında Hindistan ile İsrail arasındaki yakınlaşmayı sadece diplomatik bir ortaklık olarak değil, “yeni bir yerleşimci-sömürgeci ittifak” olarak tanımlamaktadır (Essa, 2023a). Bu ittifak, sadece iki devletin çıkar ortaklığını değil, aynı zamanda bir ideoloji ve baskı pratiği olarak İslam karşıtı bir sistemin kurumsallaşmasını temsil etmektedir. Hindistan’daki Hindutva ideolojisi ile İsrail’in Siyonist politikaları arasındaki benzerlikler, artık teorik düzlemde kalmayıp pratikte de birbirini besleyen, derinleşen bir stratejik bağa dönüşmüş durumdadır.
Hindistan’daki Hindutva ideolojisi ile İsrail’in Siyonist politikaları arasındaki benzerlikler, artık teorik düzlemde kalmayıp pratikte de birbirini besleyen, derinleşen bir stratejik bağa dönüşmüş durumdadır.
Son yıllarda bu bağ, ortak güvenlik stratejileri ve silah sanayii üzerinden somutlaşmıştır (Essa, 2022). Hindistan, İsrail’den gelişmiş insansız hava araçları (Hermes 900) tedarik etmekle kalmamış, aynı zamanda Haydarabad merkezli ortak üretim tesislerinde bu İHA’ları hem kendi ordusu hem de İsrail Savunma Kuvvetleri için üretmeye başlamıştır. Silah ticareti 1 milyar doları aşarak Hindistan’ı İsrail’in en büyük müşterisi haline getirmiştir. Öte yandan bu ilişkiler sadece askeri düzeyde değil, stratejik altyapılara da uzanmaktadır: İsrail’in Akdeniz’deki en önemli limanı olan Hayfa Limanı'nın %70’i, 1,2 milyar dolara Hindutva ideolojisine yakınlığıyla bilinen Adani Grubu tarafından satın alınmış ve bu gelişme İsrail Başbakanı Netanyahu tarafından “iki ülke arasındaki stratejik iş birliğinin zirvesi” olarak değerlendirilmiştir (“Adani Group Acquires,” 2023).
Tüm bu gelişmeler, Hindistan ve İsrail’in sadece siyasi değil, aynı zamanda ideolojik, ekonomik ve kültürel düzeyde iç içe geçmiş bir baskı ve kontrol sistematiği oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Bununla beraber, her iki ideoloji de yerleşimci sömürgecilik modelini benimseyen, etnik-dini saflık arzusuyla şekillenen, şiddet ve baskı üzerinden kurgulanan bir hâkimiyet projesini temsil etmektedir (Medet, 2025). Bu yazı, Hindutva ve Siyonizm’in benzeştiği noktaları, Hindistan’ın İsrail'den aldığı ilhamla Keşmir’de uyguladığı stratejileri ve Hindistan’daki Müslüman azınlıklar üzerindeki sistematik baskının yükselişini ele almaktadır.
İdeolojik Kardeşlik: Hindutva ve Siyonizm’in Ortak Zeminleri
Siyonizm, 19. yüzyıl sonlarında Avrupa’da yükselen antisemitizme karşı Yahudilerin kendi ulus-devletlerini kurma fikri üzerine inşa edildi (Michael, 2014). Bu ideolojinin düşünsel temelini atan isimlerden biri, Avusturyalı gazeteci ve siyasetçi Theodor Herzl’di. Herzl, Yahudilerin Avrupa’da asla tam anlamıyla kabul görmeyeceğini ve “normallik” kazanmak için kendi topraklarında egemen bir devlet kurmaları gerektiğini savundu. 1896’da yayımladığı Der Judenstaat (Yahudi Devleti) adlı manifestosunda, Yahudi kimliğinin hem dini hem de etnik bir unsur taşıdığına dikkat çekti ve bu temelde bir “Yahudi vatanı” kurulmasını önerdi. İsrail devletinin kuruluşunu göremeden 1904’te hayatını kaybetmiş olsa da Herzl’in fikirleri modern Siyonizm’in ideolojik belkemiği haline geldi. Bugün İsrail’in yerleşimci-sömürgeci yapısı, demografik mühendislik politikaları ve güvenlik merkezli yaklaşımı, onun öngörülerini neredeyse harfi harfine hayata geçirmiştir.
Bu bağlamda Herzl’in Siyonist vizyonu, Hindutva ideolojisinin öncüsü olan Vinayak Damodar Savarkar’ın düşünceleriyle dikkat çekici benzerlikler taşımaktadır. Savarkar, Hinduluğu sadece bir inanç sistemi değil, kan bağına dayanan etnik bir kimlik olarak tanımlamış; Hindistan’ın sadece Hindulara ait kutsal bir vatan olduğunu ileri sürmüştür (Dalal, 2024). Tıpkı Herzl’in Yahudi ulusu için öngördüğü gibi, Savarkar da Hindu ulusunu tarihsel bir kaderin taşıyıcısı olarak görmüş, bu kimliğin dışındaki tüm grupları — özellikle Müslümanları ve Hristiyanları — “öteki” olarak konumlandırmıştır. Her iki ideoloji de bir etnik-dini grubun siyasal egemenliğini merkezine alarak, devletin meşruiyetini bu kimliğe sadakat üzerinden tanımlamaktadır.
Tıpkı Herzl’in Yahudi ulusu için öngördüğü gibi, Savarkar da Hindu ulusunu tarihsel bir kaderin taşıyıcısı olarak görmüş, bu kimliğin dışındaki tüm grupları — özellikle Müslümanları ve Hristiyanları — “öteki” olarak konumlandırmıştır.
Vinayak Damodar Savarkar’ın Hindutva kitabında Hindu kimliği, sadece dini değil, etnik ve kültürel bir ırkın mensubiyeti olarak tanımlanmaktadır (Dalal, 2024). Aynı şekilde Siyonizm de İsrail kimliğini Yahudi soykırımı sonrası “etnik güvenlik” üzerine inşa etmektedir. Savarkar'ın düşüncesinden ilham alan “Hindistan Gönüllü Organizasyonu”/“Ulusal Gönüllüler Birliği” (Rashtriya Swayamsevak Sangh-RSS)[1] Hindistan'daki Müslümanları "dış mihrak" olarak kodlarken, Siyonizm Filistinlileri "demografik tehdit" olarak görmektedir. Hindutva'nın ve Siyonizm’in temelinde yatan bu "biz ve onlar" ayrımı, hem içeride hem dışarıda sürekli bir çatışma ve kontrol politikası üretmektedir. Hindistan, özellikle Narendra Modi liderliğindeki BJP hükümeti döneminde İsrail’in güvenlikçi ve yerleşimci modelini doğrudan örnek alan çok katmanlı bir strateji geliştirmiştir. İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da uzun süredir uyguladığı gözetim, nüfus kontrolü, yerleşim genişletme ve sivil direnişi bastırmaya yönelik askeri yöntemler, Hindistan’ın Cammu-Keşmir’de yürüttüğü politikalarla şaşırtıcı benzerlikler göstermektedir. Bu benzerlik, sıradan diplomatik bir iş birliğinden öte, ideolojik bir ilham ilişkisini ortaya koymaktadır.
İsrail’in Filistin’de uyguladığı "böl ve yönet" politikası — direniş grupları arasında hizipler yaratarak çatışma üretmek ve halkı parçalamak — Hindistan’ın Keşmir’de toplumsal ve siyasi ayrışmaları teşvik eden stratejileriyle birebir örtüşmektedir (Medet, 2023b). Aynı şekilde, İsrail'in Yahudi yerleşimcileri işgal altındaki Filistin topraklarına taşıyarak demografik dengeyi değiştirme politikası, Hindistan’ın 2019 yılında Anayasa'nın 370. maddesini kaldırarak Cammu-Keşmir’in özerkliğine son vermesiyle birlikte hız kazanan Hindu yerleştirme projelerinde yankı bulmaktadır. Bu yaklaşım, hem uluslararası hukukun ihlali anlamına gelen etnik temizlik şüphesi doğurmakta hem de yerli halkın tarihsel bağlarını zayıflatmayı amaçlayan yapay bir demografik değişim mühendisliğini ortaya koymaktadır. Buna paralel olarak, Keşmir’de yaşanan yoğun militarizasyon, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’de sürdürdüğü işgal pratiğini çağrıştırır niteliktedir. Hindistan, bölgeyi adeta bir polis devletine çevirmiş, iletişimi engelleyen teknolojiler, toplu gözaltılar, güvenlik noktaları ve sokağa çıkma yasaklarıyla sivil yaşamı sistematik biçimde bastırmıştır (Medet, 2025). Keşmir, Hindistan’ın "iç düşmanla mücadele" doktrini kapsamında yalnızca kontrol edilmesi gereken bir coğrafya değil, aynı zamanda ideolojik yeniden inşa sahasına dönüşmüştür. Bu dönüşüm, “Filistinleştirme” sürecinin yapısal bir parçasıdır.
İsrail'in Yahudi yerleşimcileri işgal altındaki Filistin topraklarına taşıyarak demografik dengeyi değiştirme politikası, Hindistan’ın 2019 yılında Anayasa'nın 370. maddesini kaldırarak Cammu-Keşmir’in özerkliğine son vermesiyle birlikte hız kazanan Hindu yerleştirme projelerinde yankı bulmaktadır.
Vatandaşlık alanında da Hindistan, İsrail’in etnik temelli vatandaşlık sistemini örnek almaktadır. 2019’da yürürlüğe giren Vatandaşlık (Değişiklik) Yasası (CAA), İsrail’in sadece Yahudilere vatandaşlık hakkı tanıyan "Dönüş Yasası"nın bir yansımasıdır. CAA, yalnızca Pakistan, Bangladeş ve Afganistan’dan gelen gayrimüslim göçmenlere (Hindu, Sih, Hristiyan, Zerdüşt, Caynist) vatandaşlık hakkı tanırken, aynı bölgelerden gelen Müslümanları kapsam dışında bırakmaktadır (Medet, 2022a). Bu yaklaşım, sadece seküler anayasal düzene zarar vermemekte; aynı zamanda Hindistan’daki 200 milyondan fazla Müslümanı doğrudan vatandaşlık hakları açısından güvencesiz hale getirmektedir.
Tüm bu uygulamalar, Hindistan ve İsrail’in benzer hedeflerle hareket ettiğini; yalnızca “güvenlik” kisvesiyle değil, aynı zamanda yayılmacı ideolojik bir amaç doğrultusunda hareket ettiklerini göstermektedir. İsrail’in “Büyük İsrail” hayaliyle sınırlarını genişletme arzusu, Hindutva ideolojisinin “Akhand Bharat” (Bütünleşmiş Hindu Yurdu) vizyonuyla Bangladeş, Nepal, Pakistan, Afganistan ve hatta İran’a kadar uzanan coğrafyalarda etkili olma arzusuyla paralellik göstermektedir (Medet, 2025). Bu yayılmacı eğilim, sadece politik sınırlara değil, kültürel kimliğe ve toplumsal yapıya da müdahale etmeyi hedeflemektedir.
Keşmir’in “Filistinleştirilmesi”
Cammu Keşmir, Hindutva’nın İsrail’den aldığı ilhamla bir "işgal laboratuvarı bölgesi"ne dönüştürülmektedir (Medet, 2025). Bölgenin özel statüsünün kaldırılması, iletişim altyapısının kesilmesi, binlerce kişinin gözaltına alınması, sivil ölümler, camilerin yıkılması, imamların görevden alınarak merkezi yönetimce atanması gibi uygulamalar; İsrail’in yıllardır Gazze ve Batı Şeria’da yürüttüğü baskı rejimiyle benzeşmektedir. Hint ordusu, Keşmir'de gösterileri bastırmak için av tüfeği saçmaları kullanarak yüzlerce kişiyi kör etmiş, hatta çocukları dahi hedef almıştır (Medet, 2023a, 2025). Bu, tıpkı İsrail’in sistematik biçimde Filistinli sivilleri sakat bırakma stratejisine benzer bir politikadır (Medet, 2023a). Keşmir’de Müslümanlara ait evler ve mülkler, tıpkı Batı Şeria’daki Filistinli evleri gibi "terörle ilişkili" gerekçesiyle yıkılmakta veya el konulmaktadır.
Bazı Hindutva kaynaklarında Kabe’nin dahi bir Hindu tapınağı olduğu iddia edilmekte, bu tür söylemlerle dini üstünlükçü yaklaşım evrensel düzeye taşınmaktadır.
Kültürel boyutta da benzerlik dikkat çekicidir. Filistin’de Arapça yer isimlerinin İbraniceyle değiştirilmesine benzer biçimde Hindistan, Keşmir’de tarihî ve kültürel hafızayı silmekte, Hindu mitolojisini merkeze alan bir tarih anlatısını dayatmaktadır (Medet, 2025). Hatta bazı Hindutva kaynaklarında Kabe’nin dahi bir Hindu tapınağı olduğu iddia edilmekte, bu tür söylemlerle dini üstünlükçü yaklaşım evrensel düzeye taşınmaktadır.
Hindistan’daki Müslümanlar: İç Düşman Paradigması
Hindutva ideolojisi yalnızca Keşmir’le sınırlı bir baskı mekanizması değildir; aksine, Hindistan genelinde Müslümanlara yönelik sistematik ayrımcılık, dışlama ve şeytanlaştırma politikalarıyla geniş bir alanı kuşatmaktadır. Bu yaklaşım, sadece çağdaş bir güvenlik politikası değil, aynı zamanda Hindistan devletinin ideolojik kuruluş mantığının bir parçasıdır. Tıpkı İsrail’in kuruluş sürecinde Filistinlileri bir varoluşsal tehdit olarak görmesi gibi, Hindistan da Müslümanları iç tehdit olarak kodlamakta ve bu tehdit algısını her düzeyde pekiştirmektedir.
Her iki devlette de Müslüman karşıtlığı, rastlantısal veya dönemsel bir (Medet, 2025) sapma değil; bilakis devletin kendini tanımlama biçimiyle doğrudan ilişkilidir. İsrail, Yahudi etnik kimliği üzerinden kurduğu devleti koruma refleksiyle Filistinlileri sürekli bir tehdit olarak görürken; Hindutva ideolojisinin kurucu aklı da Hindistan’ı sadece Hindulara ait kutsal bir toprak olarak tanımlamış, Müslümanları bu ulusal tasavvurun dışında, hatta ona karşı bir unsur olarak konumlandırmıştır. Bu anlayış, tarihsel olarak 1947’de Hindistan-Pakistan bölünmesinden bu yana Müslümanlara yönelik güvensizlikle kurumsallaşmıştır. Nitekim iki devlette birisi Büyük Felaket (Nekbe) diğeri ise Cammu Katliamı olmak üzere Müslümanlara yönelik soykırım üzerine kurulmuştur.
Bu ideolojik zeminin üzerinde yükselen söylemler, açık bir oryantalist kibir taşımakta ve Müslümanları aşağılayan, insandışılaştıran kavramlarla desteklenmektedir (Medet, 2023a). Hem İsrail’de hem de Hindistan’da Müslümanlara yönelik yaygınlaştırılan nefret dili; onları "istilacı", "hamam böceği", "fare", "sürüngen" gibi sıfatlarla tanımlamakta, “ahlak dışı”, “geri kalmış”, “tehlikeli” gibi genellemelerle kolektif suç atfetmektedir (Medet, 2023a, 2025). Bu söylem, Batı’daki Nazi Almanyası'nın Yahudilere yönelik geliştirdiği propaganda mekanizmalarını hatırlatacak düzeyde benzeşimler taşımaktadır. Nitekim Hindutva’nın kurucularından M.S. Golwalkar, yazılarında Nazi Almanyası’nın etnik homojenlik çabalarına hayranlıkla atıfta bulunmuş ve “ülke birliğini sağlamak için farklı etnik ve dini grupların dışlanmasının gerekli olduğunu” savunmuştur (Medet, 2023b). Benzer şekilde, İsrail’de de bazı aşırı sağcı Siyonist gruplar, Araplara yönelik etnik temizlik çağrılarını meşru bir ulusal refleks olarak sunmaktadır.
Hem İsrail’de hem de Hindistan’da Müslümanlara yönelik yaygınlaştırılan nefret dili; onları "istilacı", "hamam böceği", "fare", "sürüngen" gibi sıfatlarla tanımlamakta, “ahlak dışı”, “geri kalmış”, “tehlikeli” gibi genellemelerle kolektif suç atfetmektedir
Bu nefret iklimi, Hindistan’da "Vatandaşlık (Değişiklik) Yasası", "Ulusal Vatandaşlık Kaydı" (NRC) ve Babri Camii'nin yıkılarak yerine Ram Tapınağı inşa edilmesi ve Waqf Yasası gibi yapısal adımlarla beslenmektedir (Medet, 2022a). Bu uygulamalar, Hindistan’daki Müslümanları yalnızca hukuki düzlemde değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal bağlamda da ikinci sınıf yurttaş konumuna itmektedir. Günlük yaşamda ise bu ayrımcılık linç vakaları, camilere yönelik saldırılar ve sistematik dışlama biçiminde kendini göstermektedir. Nefret söylemi, medya ve siyaset aracılığıyla dolaşıma sokulmakta, devlet mekanizmaları tarafından çoğu zaman görmezden gelinmekte ya da alenen teşvik edilmektedir (Medet, 2022b).
Sessizlik Artık Suç Ortaklığıdır
Hindutva ve Siyonizm arasında kurulan ideolojik ve stratejik ittifak, yalnızca Müslümanları değil, dünya demokrasisini, insan hakları rejimini ve uluslararası hukukun tüm ilkelerini tehdit eden bir gelişmedir. Her iki ülke de yerleşimci-sömürgeci politikalarla etnik üstünlükçü bir yapıyı kurumsallaştırmaya çalışmakta; bu yapılar baskı, gözetim, şiddet ve sistematik yıkım üzerine inşa edilmektedir. Bugün Keşmir’in "Filistinleştirilmesi", bir metafordan ibaret değildir; aksine, acı bir gerçekliktir (Ahmad, 2019). Gazze’de aylardır süren sistematik soykırıma karşı küresel kamuoyunun sessizliği, Hindistan’ın Keşmir’deki uygulamalarını cesaretlendirmiş, bu bölgeyi de soykırımın eşiğine getirmiştir. Özellikle İslam dünyasındaki rejimlerin kayıtsızlığı, sessizliği ya da çıkar temelli suskunluğu, bu suçların görünmez hale gelmesini kolaylaştırmakta ve adeta meşrulaştırmaktadır.
Uluslararası kamuoyu, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına zaman zaman yüksek sesle tepki gösterse de, Hindistan’ın Keşmir başta olmak üzere ülke genelindeki Müslümanlara karşı sürdürdüğü baskı politikaları çoğunlukla kültürel yumuşak güç unsurlarının (örneğin Bollywood, yoga turizmi) gölgesinde kalmaktadır (Essa, 2023b). Keşmirli aktivist Muzzammil Ayyub Thakur’un da belirttiği gibi:
“Biz Filistinliler gibi işgal ediliyor, sömürgeleştiriliyor, zulme ve işkenceye uğruyor ve zor kullanılarak görünmez hale getiriliyoruz.”[2]
Bugün Keşmir’de atılan her adım, Gazze’de ve Batı Şeria’da denenmiş bir modelin farklı bir coğrafyada yeniden uygulanmasıdır.
Uluslararası sistemin Hindistan ve İsrail’e sağladığı dokunulmazlık, bu baskı rejimlerinin daha da kurumsallaşmasına neden olmaktadır. Bugün Keşmir’de atılan her adım, Gazze’de ve Batı Şeria’da denenmiş bir modelin farklı bir coğrafyada yeniden uygulanmasıdır. Bu yüzden mesele yalnızca Hindistan’ın iç politikası ya da İsrail’in güvenlik doktrini değil; küresel adaletin ve ahlaki sorumluluğun sınandığı bir çağın krizidir. Tıpkı Gazze’de olduğu gibi, Keşmir için de daha yüksek sesle konuşmak, görünmeyeni görünür kılmak ve bu sessizliği yırtmak artık bir ahlaki sorumluluktur. Çünkü Gazze’de yaşananların orada tekrar edilme ihtimali vardır. Bu sadece Filistinlilerin ya da Keşmirlilerin değil, insanlık onurunun geleceğini ilgilendiren bir sorumluluktur. Sessizlik artık bu suça ses çıkarmayanları da birer suç ortağı haline getirmektedir.
Kaynakça
Adani Group Acquires Strategic Haifa Port In Israel For $1.2 Billion (2023). NDTV. https://www.ndtv.com/india-news/adani-group-acquires-strategic-haifa-port-in-israel-for-1-2-billion-3740737 adresinden erişildi.
Ahmad, B. (2019, Ağustos 9). India’s ‘Palestinization’ of ‘occupied Kashmir’. Arab News. https://www.arabnews.com/node/1538006 adresinden erişildi.
Dalal, M. (2024, Şubat 27). Inventing Hindu supremacy. aeon. https://aeon.co/essays/how-savarkar-invented-hindu-supremacy-and-its-cult-of-violence adresinden erişildi.
Essa, A. (2022, Mayıs 31). India and Israel: The arms trade in charts and numbers. Middle East Eye. https://www.middleeasteye.net/news/india-israel-arms-trade-numbers adresinden erişildi.
Essa, A. (2023a). Hostile homelands: The new alliance between India and Israel. Pluto Press.
Essa, A. (2023b, Haziran 19). How Modi uses yoga to whitewash India’s crimes. Middle East Eye. https://www.middleeasteye.net/opinion/india-modi-yoga-whitewash-crimes-use-how adresinden erişildi.
Medet, H. İ. (2022a, Kasım 2). Hindistan hükümetinin İslam karşıtı politikaları Müslümanların hayatını zorlaştırıyor. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/hindistan-hukumetinin-islam-karsiti-politikalari-muslumanlarin-hayatini-zorlastiriyor/1815207 adresinden erişildi.
Medet, H. İ. (2022b, Aralık 1). Hindu milliyetçiliği dini azınlıklara tehdit oluşturuyor. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/hindu-milliyetciligi-dini-azinliklara-tehdit-olusturuyor/1815316 adresinden erişildi.
Medet, H. İ. (2023a, Mart 20). Hindistan’daki Hindutva örgütler, Siyonistlerin Filistin karşıtı eylemlerinden besleniyor. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/musluman-karsitligi/hindistandaki-hindutva-orgutler-siyonistlerin-filistin-karsiti-eylemlerinden-besleniyor/1815748 adresinden erişildi.
Medet, H. İ. (2023b, Kasım 27). Siyonistler ve Hindutva gruplar, Nazilerden ilham alıyor. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/siyonistler-ve-hindutva-gruplar-nazilerden-ilham-aliyor/1818282 adresinden erişildi.
Medet, H. İ. (2025, Mayıs 9). Dünya Keşmir Özgürlük Hareketi lideri Dr. Thakur, Keşmir’deki insan hakları ihlallerini anlattı. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/dunya-kesmir-ozgurluk-hareketi-lideri-dr-thakur-kesmirdeki-insan-haklari-ihlallerini-anlatti/1825060 adresinden erişildi.
Michael, F. (2014). Zionism, 1862-1897: Foundations of a movement. ss. 1-10. https://libjournals.unca.edu/ncur/wp-content/uploads/2021/08/1106-Weisman-1.pdf adresinden erişildi.
[1] Rashtriya Swayamsevak Sangh (RSS): 1925 yılında kurulan RSS, Hindistan merkezli, aşırı sağ eğilimli ve Hindu milliyetçiliğini savunan, zaman zaman şiddetle ilişkilendirilen gönüllü bir yapıdır. RSS, Hindistan toplumunun çeşitli alanlarında etkili olan ideolojik bir ağ olan Sangh Parivar'ın merkezinde yer almaktadır, yani aşırılıkçı Hindu miliyetçilerinin çatı kurumu konumundadır. Bu ağın en bilinen siyasi uzantısı, Hindistan’daki iktidar partisi olan Bharatiya Janata Partisi’dir (BJP). RSS’in en üst düzey liderlik makamı olan Sarsanghchalak görevini 2009 yılından bu yana Mohan Bhagwat yürütmektedir.
Halil İbrahim Medet
Halil İbrahim Medet, 1998 Ankara doğumludur. Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde tamamlayan Medet, yüksek lisans eğitimine İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde devam etmektedir. Tunus’ta Arapça e...