Tunus ve Kays Said: Politik Yabancıdan Bölücülüğe Uzanan Hikâye
Tunus istisnacılığı (Tunisian exceptionalism), analistleri Tunus iç siyasetiyle alakalı merak içerisinde bıraktı. Bu istisnacılık yerel sanılabilir, ancak yerellik dışında her anlama gelebilir. Cumhurbaşkanı Kays Said, 2019 yılı sonbaharında Yasemin Devrimi ruhunu yansıtan bir slogan belirleyerek seçimleri kazandı: “İnsanlar istiyor!”
Said, Nahda partisi başta olmak üzere geleneksel siyasi partilere rağmen rahat bir zafer elde etti. 2019’da elde ettiği seçim zaferini yeni bir devrim olarak nitelendirdi. Ancak bugün sormamız gereken asıl soru şudur: Kays Said’in yönetim tarzını ve Yasemin Devrimi anlatısını değişime uğratan şey nedir?
Kays Said bir sene önce yaptığı cesur siyasi hamlenin ardından, 25 Temmuz Pazar gecesi başbakanı görevden aldı, meclisi askıya aldı ve bütün milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırdı. Mecliste bağımlı olduğu bir siyasi partisi olmayan Said, Ekim 2019 seçimlerinden bu yana Tunus’un içinde bulunduğu anayasal krizi aşacağını düşünen bağımsız eski bir anayasa hukuku profesörüdür.
Güç Mücadelesi
Kays Said seçildiğinde, anayasanın cumhurbaşkanına geniş yürütme yetkisi vermemesi ve yürütme yetkisini parlamentoya karşı sorumlu olan hükümete bırakması nedeniyle muktedir bir iktidar değildi. Cumhurbaşkanın sadece askerî ve dış işlerinde etki alanı bulunmaktaydı. Tunusluların 25 Temmuz’da referandumda oyladığı taslak seçimde Kays Said’in elde ettiği güç Tunus’u daha bölünmüş hâle getirdi.
Said’in, seçilmesinden itibaren yaklaşık üç yıllık görev süresi boyunca, Meclis Başkanı Raşid el-Gannuşi ve daha sonra kendisinin adamı olduğuna inanılan Başbakan Hişam el-Meşişi ile cephesel bir çatışmaya girmesi siyasi gerginliklere ve bölünmelere neden oldu. Bu yüzden, Cumhurbaşkanı siyasi çekişmeler ve son derece kötü durumdaki sosyoekonomik durumdan aylar sonra ve Covid-19’un Tunus ekonomisinin belkemiği olan “turizme” etkilerini takiben kritik bir karar verdi. Şu anda da ülke Ukrayna’da devam eden savaşın neden olduğu dünya tahıl krizi sebebiyle sosyal kıtlığın eşiğinde.
Bu nedenle, Kays Said’in kararları, örneğin Cezayir ve Mısır’da demokratik olarak seçilmiş İslamcı partileri deviren, daha fazla istikrarsızlığa ve kötü yönetime yol açan bölgedeki geçmiş deneyimleri hatırlatmaktadır. Said’in taraftarları atılan bu adımları, 2011’den bu yana Tunus siyasi sürecini ve istikrarını korumak için yerel ve bölgesel olarak gerekli olduğunu savunmaktadır. Ancak en-Nahda'ya göre Kays Said’in eylemi, Cezayir ve Mısır tecrübeleriyle paralellik göstermektedir.
2019’da erken cumhurbaşkanlığı seçimleri, eski siyasi sisteme ve radikal sekülerlerin ütopik söylemini ortadan kaldırması ve yasal İslamcı hareketlerin retorik seyrini açıklığa kavuşturması anlamına gelen entelijansiyanın hegemonyasına son verdi. Batı medyası kamuoyunu yanlış bilgilendirmeye ve halkın sivilliğinin, yönetiminin ve umutlarının sonlandığını, milyonlarca kadın ve erkeğin özgürlük, onur ve demokrasi mücadelelerini hiçe sayarken Tunus’ta bu tür bir siyasi haber “saptırılmasının” devam etmesi siyasi partiler teorisi ve sosyolojinin makul bir yorumu nedeniyle dikkatlere şayandır.
Bir yanda İslamcılar ve sekülerlerin ideolojik mücadelesi, diğer yanda oligarşik rejim ve bunlar arasındaki hikâyenin denklemini oluşturmak, ülkenin politik ve etnik olarak istikrarlı olan toplumsal önemini gösterir. Ancak, birinci ve ikinci Arap ayaklanmaları sonrası ortaya çıkan netice, insanları karşı-devrimciler ile radikal distopik gruplar arasında bırakan bir siyasi paradigma üretti. Bölgedeki otoriter rejimlerin ve kibirli seçkinlerin tahtlarına yönelik her türlü ikna edici muhalefeti ezmek için kullandıkları mazeret ise şuydu: “Suriye, Mısır ve Sudan’da olduğu gibi, insanlar adaletsizliğe karşı ayaklanmadan önce daha iyi bir yaşam sürüyorlardı.”
Meşruiyet ve Kanuniliğin Diyalektiği
Kırılgan bir anayasanın satır aralarını okuma yeteneğine sahip bir başkan, Said, tarafından organize edilen post modern darbe, Ben Ali sonrası yeni Tunus’ta Nahda partisinin kanatlarını kırmak ve etkisini sınırlamak amacıyla gerçekleştirildi. Said, ülkeye yönelik ciddi bir tehdit gerekçesiyle 2014 Anayasası’nın 80. maddesinde düzenlenen olağanüstü hâl kanununu devreye soktu. Böylece ordunun rolünü dolaylı olarak güçlendirdi. 25 Temmuz 2022 tarihli yeni anayasa taslağında ise orduyu siyasi arenaya taşıyarak bu arenanın yeni bir zorunluluğu haline getirdi. Eski Cumhurbaşkanı Habib Burgiba bile bunu yapmamıştı. Hatta tam tersine polisi ve iç istihbaratını kullanarak orduyu kenara çekmişti.
Said, teknokrat bir hükümetle yönetebileceğinin daha kolay olacağına inanıyordu. Çünkü olağanüstü hâlin devam ettiği bu anayasal koşullar altında, Nahda’ya karşı çok yüksek sesle karşı çıkan, yasama organına ve Meclis Başkanına şiddetle engel olmaya çalışan Özgür Anayasa Partisinin lideri Milletvekili Moussi Abir gibi devrim karşıtı kampla ilişkileri iyiydi. Ancak, Milletvekili Moussi Abir bile Nahda partisi gibi Said’in anayasa taslağına boykot çağrısı yaptı. Toplu boykot çağrıları sonucunda dokuz milyon seçmenin sadece yüzde 30’u referanduma katıldı. Bağımsız Yüksek Seçim Kurumu'na (ISIE) göre salı akşamı, seçime katılan Tunusluların yüzde 94,6’sı anayasaya referandumuna “evet” dedi.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) bölgesinde on yıllık bir demokrasiden veya en azından katılımcı ve “karşılıklı mutabakata dayanan” demokrasiyi öğrenme sürecinden sonra Tunus çıkmaza girdi. Bu çıkmazda Kays Said, meclis ve hükümet kanadının seçmenlere gönderdiği bütün olumsuz işaretlere rağmen milletvekillerinin dokunulmazlıklarını askıya alarak ve hükümeti görevden azlederek diğer otoriter liderler gibi davrandı. Cumhurbaşkanı Kays Said’in U dönüşü teşkil eden siyasi “reformları” demokrasi için on yıllık umut ışığını sona erdirdi.
Yanlış Giden Neydi?
Kays Said son kartını büyük bir atılım yapmak ve ülkeyi rahatça yönetebilmek amacıyla kullanıyor. Ancak Tunusluların ise kaybedecek bir şeyleri hâlâ yok ve Tunuslular Yasemin Devrimi’nin gerçeklerini yanlış okuyan Said’in tüm hamlelerinin ardındaki bölgesel güçleri uyandırmadan özgürlük için savaşmaya kararlılar.
Tunus’un istisnacılığı, askerî müesses nizamın şimdiye kadar siyasi meselelere uzaklığının yanı sıra toplumsal homojenliği, dinî ve etnik bölünmelerin olmaması durumunu ve Nahda Partisinin ideolojik düşmanlarıyla siyasi uzlaşmaya dayalı olarak benimsediği siyasi yaklaşımı ifade etmekteydi. Said’in eylemleri sonucu, siyasi istikrar ve ilerlemenin tüm bu olumlu işaretleri Tunusluların hayalleriyle buharlaşarak yok oldu ve Tunus'ta da artık çevresindeki siyasi manzaradan farklı bir manzara görülmemektedir. Aradan yıllar geçmesine rağmen Tunuslular, yasama ve yürütme organları arasında güçlü bir hukuki araç olacak Anayasa Mahkemesi fikrini, Cumhurbaşkanı Kays Said’in sıcak bakmamasına rağmen, daha iyi bir kontrol mekanizması getireceği için desteklemeye devam etmektedir.
Tunus, bir yanda seçkinler sınıfı ve kitleler arasındaki derin bölünme, diğer yanda kibirli laikler ve muhafazakârlar/gelenekçiler arasındaki ikilemde sıkışıp kaldı. Bu arada kalmışlık aynı zamanda Arap laik devletlerinde de bir ikilemi ifade etmektedir. Bu yüzden Arap devletlerini şaşkına çeviren bir siyasi düşünce ortaya çıktı. Fransız tipi katı laiklik anlayışının hâkim olduğu ve demokrasinin kırmızı çizgi haline geldiği Türkiye’deki 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimi bunun en iyi karşı örneğini oluşturmaktadır.[1]
Sonuç olarak Tunuslular ne yazık ki Mısırlıların 3 Temmuz 2013’te Sisi’nin darbesine teslim olması gibi bu darbeye teslim oldular. Ancak belirtmek gerekir ki Tunuslular günlük ihtiyaçlarına çözüm bulamayan ve vaatlerini yerine getiremeyen politikacılardan bıktı. Bu noktada Tunuslular iki seçeneği olan bir siyasi yörüngeye doğru sürükleniyorlar: ya etkili yönetişim (diğer bir ifadeyle demokrasi) ya da daha da kötü bir seçenek olarak Sri Lanka senaryosu.
[1] 2016 darbe girişimi karşısında siyasi olgunluk ve demokrasiyi gerçek bir kırmızı çizgi olarak gösteren Türkiye'nin aksine, Tunus'taki siyasi düşünce Arap devletlerini şaşkına çevirdi.
Abdennour Toumi
Gazeteci ve Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde Kuzey Afrika Çalışmaları Uzmanı olan Abdennour Toumi, doktora derecesini Fransa’daki Toulouse Üniversitesi Siyaset Bilimi alanında aldı. Ulusal Türk gazetesi Daily Sabah English gazetesinde yazıları yayı...