Kararsızlık ve Umut Arasında “Çekip Gidenler”: İstanbul'daki Sürgün Mısırlılar
Hocalarımdan biri 2018 baharında Ursula K. Le Guin'in kısa felsefi kurgusu Omelas'ı Terkedip Gidenler’i okumamızı istemişti. Le Guin'in 1973 yılında yayımlanan bu alegorisi, tüm sakinlerinin refah ve mutluluk içinde yaşadığı, görünüşte ütopik bir şehir olan Omelas'ı tasvir ediyor. Bununla birlikte, okuyucu yavaş yavaş şehrin refahının aslında bir süpürge dolabına kilitlenmiş tek bir çocuğun işkence ve acıları üzerine inşa edildiğini keşfeder. Omelas halkı da bu gerçeği kavrar ve sadece küçük bir kısmı güçlü bir suçluluk duygusuyla hareket ederek şehirden tamamen çekilmeye karar verir (Le Guin, 1973). Kısa olmasına rağmen, bu alegori, bireylerin hayatlarının daha büyük yapılarında doğuştan gelen sayısız adaletsizlik noktasını fark ettikleri sürekli bir durumu içerir. Mutluluk ve iyi bir yaşam için içgüdüsel olarak çabalayan bireyler, karşılaştıkları bu çok sayıdaki süpürge dolabına farklı tepkiler verir ve farklı davranırlar. İster bu karanlık dolapları es geçmeyi seçsinler, isterse de onlar hakkında bir şeyleri değiştirmeye karar versinler, genellikle bir eylemlilik duygusu ve tam bir çaresizlik anlarını içeren bir duygu seliyle baş başa kalırız. Annabel Herzog şöyle yazıyor: “Omelas vakası, değişimin umutsuzluğunu ve ideal olduğuna inanılan bir topluma karşı direnişin belirsizliğini göz önüne seriyor. Omelas'ınki gibi bir sisteme karşı terk etmek dışında ne yapılabilir ve terk etmek ne anlama gelir?” (Herzog, 2021, s. 76).
2018 yazında Mısır'dan göç ettim ve İstanbul'a yerleştim. Bayram sabahı namazının ardından Sultanahmet Camii'nin meydanını ortalayan eski Mısır dikilitaşının tam önünde, alanı dolduran çok sayıda Mısırlı gurbetçiye bakarken huşu içinde bekledim. 3 Temmuz 2013'te, sokak protestolarının ardından ordu, demokratik yollarla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi devirdi ve anayasayı askıya aldı. Bunu müteakiben, aylar sonra, Müslüman Kardeşler'in üst düzey liderleri ve üyeleriyle yeni rejimin farklı muhaliflerini hedef alan kitlesel tutuklama kampanyaları, sokak şiddeti ve toplu katliamlar yaşanmaya başladı. Sonuç olarak, Türk rejimi anında empati ve destek göstererek askeri darbeyi kınadı. Bunun üzerine Türkiye, birçoğu İslamcı ve Müslüman Kardeşler üyesi olan binlerce Mısırlı gurbetçiyi kabul etti. Üst düzey Türk yetkililerin 2019 ve 2020 yıllarında medyada yer alan açıklamalarına göre, Türkiye'de 15-30.000 civarında Mısırlı yaşamaktadır (Ayyash, 2022). Yabancılar, Türkiye'yi olası ulusötesi aktivizm ve anavatanlarıyla siyasi angajman için verimli bir alan olarak hayal ediyorlardı.
Mısır'ı terk edenler, Omelaslılardan farklıdır. Mısır'ı terk edenlerin önemli bir kısmı ayrılmayı seçmedi, aksine buna zorlandı. Tüm vatandaşların mutlu ve refah içinde olduğu bir ütopyadan kaçmadıkları aşikâr. Ancak bu kurgusal eser ve gerçeklik arasında ortak olan şey, memleketlerinin hayaleti ve süpürge dolabındaki acı çeken çocuğun hatırasıdır; bu hatıra, üzerinde hızlı ve radikal bir kentsel inovasyon sürecinin gerçekleştiği süregelen bir yapısal şiddet durumunu temsil etmektedir.
Bu yazıda, etnografik araştırmamdan yola çıkarak, konuyu Le Guin'in bitirdiği yerden alıp sürgünlerin yeni hayatlarını ele alıyorum. İstanbul'da yaşayan Mısırlı bir siyasi göçmen olmanın nasıl bir his olduğunu araştırıyorum. “Henüz değil” ile “artık değil” arasındaki potansiyellere ve umutla umutsuzluk arasındaki boşluklardan yola çıkarak sürgündeki Mısırlıların Mısır'daki siyasi durumla duygusal olarak nasıl ilişki kurduklarının cevabını arıyorum. Görüşme yaptığım kişilerin çoğunun, belirsiz bir varoluşu çağrıştıran geçmiş tarafından sürekli olarak rahatsız edildiğini ve birçoğu için tek çıkış yolunun Mısır siyasi alanını terk etmek ve başka yerlerde umut potansiyelleri bulmak olduğunu iddia ediyorum.
Bir Yokluğun Varlığı (Lanetli)
Beykoz Kundura’da yer alan çok sayıda loş hücresi ve yoğun sigara dumanı olan sıkıcı bir hapishanenin bulunduğu çekim yerine girdim. Sürgündeki Mısırlı film yapımcılarından oluşan bir grup, birkaç siyasi mahkûmun hikâyesini ve psikopat bir polis memuruyla günlük mücadelelerini anlatan “Zindan 55” adlı bir drama dizisi çekiyordu. Dizide gardiyan rolünü canlandıran yaşlı aktör Ali, mola sırasında derin bir nefes aldı ve oyuncu arkadaşı Cemal'e bakarak aklındaki o ağır düşünceyi paylaştı. Mısır'daki siyasi tutuklulara duyduğu sempatiyi dile getirdi. Ali arkadaşına, çekim yerinin atmosferinin ve oynadığı rolün, siyasi tutuklu olmanın nasıl bir şey olduğunu daha iyi anlamasını sağladığını anlattı. Saha ziyaretlerinde ve röportajlar sırasında kelimelerin arasında hep bir hayalet dolaşıyordu. Hayalet ya da kaçan kişi figürü genellikle farklı biçimler almıştır. Bazen siyasi olarak tutuklu bulunan bir arkadaş ya da akrabadır. Diğer zamanlarda ise bir şehit. Hayaletler aynı zamanda sokak protestolarına geri dönüşler, bir çağrışım ve anlamlar bütününe sahip bir soyutlama olarak Ocak Devrimi’nin kendisi veya devrime bağlı geçmiş bir öznellik biçimlerinde de ortaya çıktı.
Jacques Derrida, yoklukların gerçeklik üzerindeki etkisini ve geçmişin kalıntılarının varlığa geri dönüşünü gündeme getirerek, ufuk açıcı eseri Marx’ın Hayaletleri’nde (1993) “musallatoloji” kavramını ortaya atar. “Musallatoloji” terimi iki kelimenin birleşiminden oluşan birleşik sözcüktür. Bunlardan ilki, bir hayaletin ya da yok olan bir figürün ortaya çıkması ya da cisimleşmesi anlamına gelen "musallat"tır. İkinci kelime ise “ontoloji”dir ve varlığın doğasıyla ilgilidir. Bu anlamda, terim bir bütün olarak “şimdiki bir geçmişin kalıcılığı” veya “ölülerin geri dönüşü” anlamına gelir (Sami, 2021, s. 380). Mark Fisher, Derrida’nın terim seçimi üzerine daha fazla fikir yürütmüştür. Derrida’nın geleneksel “ontoloji”ye meydan okumaya çalıştığını, bu ontolojinin varlığı yalnızca varoluş ve mevcudiyete dayandırırken, yoklukların bu benzetmede oynadığı derin rolü göz ardı ettiğini belirtiyor. Görüşme yaptığım kişilerin çoğu için Mısır kamusal alanı, tüm maddeselliği ve duygusallığıyla uzak, soyut ve yalnızca sanallık veya dijital platformlar aracılığıyla erişilebilir. Bununla birlikte, dijital bir etnografya çalışması yürütürken, sanat alanı gibi sürgündeki belirli alanların görüşme yaptığım kişiler üzerinde tanınabilir bir etkiye sahip olan hayaletleri nasıl taşıdığını görmek oldukça zorlayıcıydı.
Görüşme yaptığım kişilerin çoğu için Mısır kamusal alanı, tüm maddeselliği ve duygusallığıyla uzak, soyut ve yalnızca sanallık veya dijital platformlar aracılığıyla erişilebilir.
Görüştüğüm kişilerden biri olan ve sanat yönetmeni olarak çalışan Amir, Mısır'daki siyasi tutukluluk sorununu ele alan yukarıda bahsi geçen drama projesinde çalışan ekip arasında yer alıyordu ve bana çekim yeri olan bir hapishanede uyumak zorunda kaldığını anlattı. Amir, erkeklerin genellikle duygularını bastırdıklarını ve hemcinsleriyle paylaşmayı tercih etmediklerini anlatıyor. Yine de o gece uyuyamadı ve arkadaşının da uyuyamadığını fark etti. Hem Amir hem de arkadaşı ülkeyi terk etmeden önce hapsedilmişlerdir. "Her birimizin mola verdiği an, genel atmosfer bize hemen kulaklarımıza gömülü sesleri hatırlatıyor" diye derin bir nefes aldı ve devam etti (Amir, 27).
Bir Eşikte Yaşamak
Kararsızlık ve belirsizlik, bu musallat durumun bir sonucu olarak görüşmelerimiz sırasında görüşme yaptığım kişilerin birçoğunun dile getirdiği tekrarlayan etkilerdi. Otuz yaşında bir aktör olan Ahmad ile sohbet ederken bana şunları söyledi: “Merdiven boşluğunda dans edenler gibiyim, ne yukarıdakiler ne de aşağıdakiler tarafından görülüyorum... Ülkeme geri dönemiyorum, Türkiye'de de rahat yaşayamıyorum. Ben Müslüman Kardeşler’e mensup değilim, onlardan soyutlanmış da değilim. Her zaman her şeyin ortasındayım” (Ahmed, 30). Bu şaşkınlık ve kafa karışıklığı duygularını Turner'ın “eşiktelik” (liminality) ve Szakolczai'nin “kalıcı eşiktelik” (permanent liminality) kavramlarının merceğinden açmaya çalıştım. Saha çalışmasında eşiktelik durumu iki şekilde ortaya çıktı.
Bu eşikteliğin ilk yönü, hem hatırlamak hem de unutmak istemenin çelişkili duygularında yatıyor. 25 yaşında bir sanat yönetmeni olan Hasan, hayatta kaldığı Rabia katliamı gününü gerçekten tamamen unutmak istediğini söyledi. Ancak sohbetimizin sonlarına doğru bana internette “The Carnage” (Katliam) başlıklı bir film müziği bulduğunu söyledi. Bu ses kolajı, Rabia katliamının yaşandığı gün havada süzülen askeri uçakların, mermilerin, çığlıkların, duaların ve sirenlerin seslerini bir araya getiriyor. Hasan, bu anıyı unutmak istemesine rağmen ara sıra kendini bu parçayı ararken yakalayıp ve dinlediğini söyledi.
Rabiatul Adeviyye Camisi’ne giden köprüde yaşanan şiddet olayları, 2013
Kaynak: Amr Abdallah Dalsh, Reuters
Sürgünden önceki sokak aktivizmi yıllarında inşa edilen belirli bir öznelliğe tutunmak ya da onu bırakmak arasında tereddüt etmek, eşiktelik durumunun ikinci taşıyıcısıydı. Görüştüğüm sanatçılardan biri, kendisine sürekli olarak güçlü bir kafa karışıklığı ve belirsizlik hissi veren bir iç çatışma sergiliyor. İçsel olarak iki paralel evrende yaşadığını anlattı. Bir yandan evleniyor, seyahat etmeyi ve ailesi için istikrarlı bir hayat kurmayı planlıyor. Öte yandan, ailesi ona devrimci bir reformcu kimliği aşılamış ve hayatına devam ettikçe bu kimliği yavaş yavaş kaybediyormuş gibi hissediyor. Kendisine sürekli şu soruyu sorduğunu açıklıyor: "Devrimci nerede? Sokaklarda yürüyen ve bir şeyleri değiştirmek isteyen kişi nerede? Bu mazideki benlik neredeyse ölüyor." (Amir, 27). Ona bu kişiliğin ölmesini isteyip istemediğini sordum. Aklından sürekli geçmesine rağmen bu soruya verecek bir cevabı olmadığını söyledi. Ulaştığı tek kısmen tatmin edici cevap, istikrarlı bir hayat kurmaya devam edeceği. Yine de bir devrim patlak verdiği anda, her şeyi geride bırakarak ilk katılan o olacak çünkü ait olduğu yer burası.
Umutsuzlukta Umut, Çaresizlikte Faillik
İstanbul'da yaşayan bir grup Mısırlı tarafından gerçekleştirilen sosyal toplantılardan birine katılımcı gözlemci olarak katılan 40'lı yaşlarının sonundaki üç çocuk babası Salih, sürgündeki Mısırlılar tarafından gerçekleştirilen kolektif çabaların çoğunun neden etkisiz olduğunu düşündüğünü anlatmak için bir metafor kullandı. Salih, çöl ortamından gelen ve tamamen yabancısı oldukları yeni bir adaya daha henüz ayak basan bir grup gurbetçi analojisini kullandı. Grup, adaya varır varmaz, anavatanlarından ayrılmadan önce yaşadıkları hayatta kalma tekniklerini aynen kullanarak çalışmaya başladı. Yeni gelenlerden hiçbiri yeni alanı gözlemlemek ve geçmiş habituslarından radikal biçimde farklı olan doğasını kavramak için duraklamadı. Hiçbiri adadaki kalışlarının geçici değil kalıcı olduğunu da tam olarak kavrayamadı. Bu analojinin oldukça güçlü bir yanı var; zira devamlı olarak adada olmayanlar tarafından rahatsız edilen ve zorunlu göçe yol açan aktivizm geçmişi ile artık geçici olmayan sürgün gerçekliği ve daha önceki siyasi katılımlarının bir cezası olarak pasaportlarının süresi dolan ve Türkiye'deki Mısır büyükelçiliğinden yeniletemeyen birçok genç Mısırlının yasal güvencesizliği arasında sıkışıp kalan birçok görüşme yaptığım kişinin durumunu özetliyor.
Ziyaret eden hayaletlerle birlikte gelen hayatta kalma suçluluğuna ve kalıcı bir eşiktelik durumuna eşlik eden kafa karışıklığına rağmen Mısır'ın siyasi ve kamusal alanının kapanmasının sürekli olarak umutsuzluk ve yenilgi duygularını tetiklediğini, bunun da görüşme yaptığım kişilerin çoğunu başka yerlerde güç ve kabiliyet aramaya zorladığını iddia ediyorum. Saha çalışmasında, oluşun üç özelliği belirgindi. Bunlardan ilki "bir şey olma" arzusudur; bu arzu genellikle mesleki gelişim, başarı, bir tür maddi güce sahip olma vb. ile ilişkili olarak dile getirilmiştir. Oluşun ikinci yönü "normal olma" dürtüsüdür ki bu da travma odaklı bir kimlikten kurtulma ve iyileşmeye yönelik yoğun arzularına işaret etmektedir. Üçüncüsü ise önceki öznelliklerini ve aidiyetlerini bırakma isteğiyle ilgili. Benzer şekilde, görüşme yaptığım kişilerin çoğu değişimi büyük ölçekte düşünmekten kaçındı ve ulusötesi aktivizm fikrini yeniden şekillendirerek ve umutsuzluk ve çaresizlik zamanlarında failliği ve değişimi hayal etmenin yeni yollarını yeniden üreterek uzmanlaştıkları alanlarda mikroskobik dönüşümsel eylem tercihini geliştirdi.
Kaynakça
Ayyash, A. (2020, Ağustos 17). The Turkish future of Egypt’s Muslim Brotherhood. The Century Foundation. https://tcf.org/content/report/turkish-future-egyptsmuslim-brotherhood/
Derrida, J. (2012). Specters of Marx: The state of the debt, the work of mourning and the new international. Routledge.
Herzog, A. (2021). Dilemmas of political agency and sovereignty: The Omelian allegory. Theory, Culture & Society, 38(4), 71–88.
Le Guin, U. K. (1973). The ones who walk away from Omelas. United States: New Dimensions.
Sami, H. G. (2021). The city and its martyrs: Cairo as the site of an alternative historiography in Omar Robert Hamilton’s The City Always Wins. Journal of the African Literature Association, 15(3), 379–393.
Szakolczai, Á. (2017). Permanent (trickster) liminality: The reasons of the heart and of the mind. Theory & Psychology, 27(2), 231–248.
Mariam Agha
Mariam Agha, Sosyoloji alanında doktora öğrencisi ve İstanbul'daki İbn Haldun Üniversitesi'nde öğretim ve araştırma görevlisidir. Kahire'deki Amerikan Üniversitesi'nden Antropoloji alanında yüksek onur derecesi ve Siyaset Bilimi alanında yan dal dere...