Kitap Değerlendirmesi: Çocukluksuzlaştırılmaya Direnen Çocuklar
Nadera Shalhoub-Kevorkian, Incarcerated Childhood and the Politics of Unchilding, Cambridge, 2019.
“Unchilding” (çocukluksuzlaştırma), sosyal bilimler literatüründe sıkça rastlamadığımız bir terim olsa da yerleşimci-sömürgeci devletlerin politikalarında açık bir şekilde karşılaşabileceğimiz bir gerçekliktir. Terim, çocukların, bu devletlerin politik ve askerî emelleri doğrultusunda çocukluklarından ve haklarından koparılarak bir politik sermaye olarak kullanılmasını tanımlamaktadır. Amerika’daki ilk yerleşimci hareketlerinden, Asya ve Afrika’nın sömürgeleştirilmesine kadar geçmişte ve bazıları günümüzde birçok bölgede faaliyet gösteren yerleşimci-sömürgeci devletlerde; politik şiddetle paralel bir şekilde uluslararası çocuk hakları çiğnenmeye devam etmektedir. Bu devletlerde, ırksal olarak marjinalleştirilmiş halkların çocuklarına yönelik hapis, yaralama, kayıp, travma, sömürgeci şiddet ve silahlı işgal de dahil olmak üzere kapsamlı bir şiddet mekanizması mevcuttur (Shalhoub-Kevorkian, 2019).
“Unchilding” terimi ise ilk defa sistematik ve açık bir şekilde Filistinli akademisyen ve insan hakları savunucusu Prof. Nadera Shalhoub-Kevorkian tarafından ortaya atılmıştır. Bu yazıda inceleyeceğimiz Incarcerated Childhood and the Politics of Unchilding (Hapsedilmiş Çocukluk ve Çocukluksuzlaştırma Politikaları) adlı kitabında, günümüzde bu terimin uygulanışını Filistin coğrafyasında, İsrail’in Filistinli çocuklara karşı uyguladığı çocukluksuzlaştırma politikalarını gözler önüne seriyor. Tarihsel kayıtlar ve ifadelerin yanı sıra Filistin halkından alınan birebir tanıklıklara yer veren kitap sayesinde “unchilding” terimi kalıcı ve sağlam bir şekilde literatürde yer edinmiştir. Altı bölümden oluşan kitabı temel başlıklarıyla açıklarken, Filistinli çocukların kitapta yer edinen şahitliklerine de yer vereceğiz.
“Childhood as Political Capital” (Siyasi Sermaye Olarak Çocukluk) başlıklı birinci bölümde yazar, yerleşimci-sömürgeci İsrail’in, Filistinli çocuklara olan iki farklı yaklaşımını ele alıyor. Bunların ilki hümanist bir açıdan yola çıktığı iddiasıyla, Filistinli çocukların modern ve medeni bir hizaya gelmeleri için “şefkatli bir müdahale” gerektiği. Ailelerinden ve yerel kültürlerinden uzaklaştırılmanın onlar için en iyisi olduğunu, medenileşememiş ve gerici kültürlerinden çocukları kurtarmak gerektiğini -tarihsel olarak hiç yabancı olmadığımız apaçık ırkçı ve sömürgeci bir diskurla- iddia ediyor. Kitap, İsrail’in bu yolda Filistinli çocukların eğitimine müdahale ve çocuk koruma hizmeti adı altında ailelerinden alıkoyma gibi politikalarını meşrulaştırmış olduğuna dikkat çekiyor. İkinci yaklaşım ise, Filistinli çocukları kişiliksizleştirme ve şeytanlaştırma üzerine kurulu. Böylece, çocuk kimliği elinden alınıp her biri birer “potansiyel terörist” olarak gösterilen Filistinli çocuklara karşı işlenen her suç, öldürme, yaralama, tutuklama vb. meşrulaştırılmış oluyor.
Çocuk kimliği elinden alınıp her biri birer “potansiyel terörist” olarak gösterilen Filistinli çocuklara karşı işlenen her suç, öldürme, yaralama, tutuklama vb. meşrulaştırılmış oluyor.
“Caging: From Lydda, 1948, to Hebron, 2018” (Kafesleme: 1948 Lod'dan 2018 Hebron'a) başlıklı ikinci bölümde yazar, Filistinli yaşlıların tanıklıklarıyla başlayıp 1948’de Nekbe esnasında henüz çocuklarken yaşadıkları trajedilere ışık tutuyor. Devamında ise “caging” terimi üzerinden Filistinlilerin hapsedilmesine geniş bir çerçeveden bakıyor. Yerleşimcilerin işgali altındaki bölgelerde baskıcı Siyonist politikalar sebebiyle kendi evlerinde olmalarına rağmen fiziksel, psikolojik, hatta metafizik bir kafes içerisinde yaşıyorlar. Böylece Filistinli çocuklar, gardiyanlarla dolu bir kafeste doğup yaşamaya mahkûm bırakılmış oluyor. Nekbe zamanında henüz bir çocuk olan Abu Manneh, o dönemde çocuk zihninden geçenleri böyle anlatıyor: “Her şeyimizi aldılar; yemeğimi, hayatımı, hareketimi, her şeyi kontrol ediyorlar… ve bir korumamız yok… Ne yapabilirim ki… Ne yapabiliriz ki?”
“Our Existence Is Upsetting Them”: Gendered Violence and Unchilding in the Naqab” ("Varlığımız Onları Rahatsız Ediyor": Necef'te Cinsiyet Temelli Şiddet ve Çocukluksuzlaştırma) başlıklı bölümde, Necef çölündeki bedevi topluluklara karşı İsrail’in izlediği politikaları tanıkların ifadeleri üzerinden anlatılıyor. Siyonist rejim, özellikle Avrupa’nın emperyalist diskurunu takip eden söylem ve yöntemlerle bu kabilelerin haklarına el koyuyor. Yazar, İsrail’in bunu yaparken de kadınlara ve kız çocuklarına yönelik cinsel şiddeti ve zorunlu doğum kontrolünü bir kontrol aracı olarak kullandığına vurgu yapıyor.
Kitabın dördüncü bölümü “They Made My Parents into Prison Guards”: Childhood, Parenthood, and the Carceral Politics of Home Arrest” (“Ailemi Hapishane Gardiyanı Yaptılar": Çocukluk, Ebeveynlik ve Ev Hapsi Politikası), 15 yaşındaki Kudüslü bir çocuğun çarpıcı sözleriyle başlıyor:
“Sadece yerleşimcilerin Silvan'daki ya da Ras el Amud'daki saldırılarına bakın. Onları bize saldırmaları için gönderdiklerini ve sonra da tutuklandığımızı görebilirsiniz. Kaç kez tutuklandım ve serbest bırakıldım, tutuklandım, serbest bırakıldım? … Evimi hapishaneye çevirdiler (kendisi ev hapsinde) ve ailemi de gardiyanlarım yaptılar... Hepimiz özgürlük istiyoruz ama kendi evimizin duvarları içinde bile özgürlüğe sahip olamıyoruz.”
Bölümde, işgal altındaki Doğu Kudüs’te çocukları tutuklamaktan ve hapiste işkenceye maruz bırakmaktan geri durmayan İsrail’in ev hapsi uygulamalarına şahit oluyoruz. Ev hapsi, Filistinli çocukları çocukluk haklarından ve ebeveynleri ebeveynlik haklarından sıyırıp ev içi dinamikleri alt üst ediyor ve anne-babayı, çocuklarına gardiyanlık yapmaya mecbur bırakıyor. Yerleşimci-sömürgeci İsrail’in, Filistin aile kurumunu güvensiz ve istikrarsız bir hale getirerek ev hapsi uygulamasını etnik tahakküm aracı olarak kullanıyor.
Yerleşimci-sömürgeci İsrail’in, Filistin aile kurumunu güvensiz ve istikrarsız bir hale getirerek ev hapsi uygulamasını etnik tahakküm aracı olarak kullanıyor.
Kitabın beşinci bölümü “Unbreakable: The Intimacy of Torture and the Children of Gaza” (Parçalanamaz: İşkencenin Yakınlığı ve Gazze'nin Çocukları), İsrailli grupların ve politikacıların, Gazzeli çocukları ve ebeveynleri hayvanlaştırdığı soykırım retoriklerinin anlatımıyla başlıyor. Tarihteki Dünya’nın farklı yerlerinde kurulan yerleşimci-sömürgeci devletlerde de görüldüğü gibi, yerel halkı “insan dışı öteki” olarak göstererek, onlara karşı uygulanan her türlü zulmü meşru müdafaa eylemi altında savunabiliyor. Devamında yazar, Siyonist projenin, bölgede etnik üstünlüğünü devam ettirebilmek için Filistinli çocukları imha edilmesi gereken varlıklar olarak gördüğünü fakat bunu terörizmle savaş uğrunda “tali hasar” olarak dünya medyasına aktararak ahlaki hegemonya sağlamaya çalıştığını anlatıyor. Bütün bunlara, politik şiddetin, işgalin, baskının ve zulmün ortasında geçirilen çocukluğa rağmen Filistinli çocukların sömürgeci güce karşı attıkları taşların seslerini duyuyoruz: "Hikayemi anlatabilmek ve İsraillileri rezil edebilmek için gazeteci olmak istiyorum. Gazeteci olamazsam da avukat olacağım ki vatanımı savunabileyim. Barış içinde yaşamak bizim hakkımız!".
Altıncı ve son bölümün başlığı: “Children as Political Capital: Unchilding and the Incomplete Death” (Siyasi Sermaye Olarak Çocuklar: Çocukluksuzlaştırma ve Tamamlanmamış Ölüm). İlk bölümde anlatıldığı gibi sömürgeci düzenin, Filistinli çocukları yeri geldiğinde tehlike unsuru, yeri geldiğinde ise geri kalmış ve yönlendirilmeye muhtaç olarak görmesini yazar “mülksüzleştirme” politikası olarak tanımlıyor; kültürlerinden, ailelerinden, yaşam alanlarından ve çocukluklarından. Şöyle devam ediyor: Irksal şiddet ve Yahudiliğin dinî yazıtlarından alınıp devlet politikası olarak yürütülen üstünlük ideolojisi, Filistinli çocuklara karşı çocukluksuzlaştırmanın temelindedir. Kendini o toprağın asıl yerlisi; Filistinli çocuğu ise ait olmayan ve harcanabilir diğer olarak gören yerleşimci-ırkçı devlet, çiğnediği çocuk haklarının hiçbirinin hesabını vermek zorunda kalmıyor. Son olarak yazar, Filistinli çocukların Siyonist düzen karşısında duruşlarına yer vererek bitiriyor. Bir yandan neden kimsenin onlara karşı yapılan haksızlıkları durduramadığını, kolektif travmalarının neden görmezden gelindiğini ve susturulduğunu sorgularken, İsrail’le kendi direnişleri ve dayanıklılıklarıyla bizzat yüzleşiyorlar. Direnişleri, çocukluk haklarını ve onurlu bir yaşam ve ölüm haklarını ısrarla ellerine alma amacıyla yerleşimci-sömürgeci rejime karşı en büyük tehlikelerden biri olarak süregeliyor: “Onlardan korkmuyoruz; bize yaptıkları her şeye rağmen, onlardan korkmuyoruz… Ailemi öldürdüler, halkımı yaraladılar, evimi yıktılar; işte bu yüzden ben daha güçlüyüm.”
Kendini o toprağın asıl yerlisi; Filistinli çocuğu ise ait olmayan ve harcanabilir diğer olarak gören yerleşimci-ırkçı devlet, çiğnediği çocuk haklarının hiçbirinin hesabını vermek zorunda kalmıyor.
Yazıyı sonlandırmadan önce güncel olaylara kitabın anlatılarıyla ışık tutmak istiyorum. “Unchilding” terimi bir süredir, 2015’te kuzeninin işlediği suçla tutuklanan 13 yaşındaki Ahmad Manasra ile gündemdeydi. Ciddi psikolojik sağlık problemleri olmasına rağmen üst üste uzun süreli hücre hapsine çarptırılan Manasra, günümüzde 21 yaşında ve hâlâ tutuklu (Amnesty International, 2023). Böylece Siyonist rejim, konu Filistin halkı ve Filistinli çocuklar olduğunda uluslararası alanda çocuk ve akıl hastalarına karşı uygulanan hiçbir hukuku düzenlemeyi tanımadığını gösteriyor. Son zamanlarda ise, medyada Filistinlilerden -özellikle de Gazze halkından- “karanlığın çocukları” gibi bahsedilmesini veya Hamas ve IŞİD’in aynı yapılanmalar olarak gösterilmesini ve bunun aracılığıyla savaş suçlarının meşrulaştırılmaya çalışıldığını İsrail devlet propagandasında sıkça görebiliriz. İsrail üst devlet görevlilerinin apaçık soykırımcı açıklama ve eylemlerine rağmen “İsrail kendini savunma hakkına sahiptir.” cümlesini diline dolayan politikacılar, Filistinli çocukların yaşama haklarının bile ellerinden alınmasına rağmen İsrail’in hiçbir bedel ödemesinin beklenmediğini gösteriyor. Çünkü Filistinli çocuklar, çocukluklarından zorla koparılmaya ve “unchilding” politikalarına maruz bırakılmaya devam ediyor.
KAYNAKÇA
Israel/OPT: After nearly 2 years in solitary confinement, Ahmad Manasra too ill to attend his hearing. (2023). Amnesty International. https://www.amnesty.org/en/latest/news/2023/09/israel-opt-after-nearly-2-years-in-solitary-confinement-ahmad-manasra-too-ill-to-attend-his-hearing/#:~:text=On%2024%20October%202021%2C%20he,in%20the%20summer%20of%202022 adresinden erişildi.
Shalhoub-Kevorkian, N. (2019). Incarcerated Childhood and the Politics of Unchilding. Incarcerated Childhood and the Politics of Unchilding içinde. Cambridge: Cambridge University Press.
Ayşe Nur Kepil
Kültürlerarası İletişim Merkezi İnsan Kaynakları Koordinatörü olarak çalışmalarını sürdürmektedir....