Kitap Değerlendirmesi: Müslüman Kadının Kurtarılmaya İhtiyacı Var mı?
Abu-Lughod, L. (2021). Müslüman kadının kurtarılmaya ihtiyacı var mı?, Hazar Gümüşsoy (Çev.), Ketebe Yayınları.
Lila Abu-Lughod, 21 Ekim 1952 doğumlu Filistin kökenli Amerikalı bir antropologdur. Yüksek lisans ve doktorasının Harvard Üniversitesi’nde tamamlayan Abu-Lughod'un Mısır merkezli etnografik çalışmaları akademik üretim sahasında merkezi bir konumda yer almaktadır. Genel olarak çalışmalarında kültürel formlar ve iktidar, Arap ve Müslüman coğrafyalarında bilgi ve temsil siyaseti ile Orta Doğu’da toplumsal cinsiyet dinamikleri, küresel feminist politikaları ve insan-kadın hakları merkezli meseleler üzerine odaklanmaktadır.[1] Peçeli Duygular: Bir Bedevi Topluluğunda Onur ve Şiir (Veiled Sentiments: Honorand Poetry in a Bedouin Society) 1986 tarihli çalışmasından, Müslüman Kadının Kurtarılmaya İhtiyacı Var mı? (Do Muslim Women Need Saving?) 2013 tarihli ele alacağımız eserine kadar otuz yılı aşkın bir süredir yoğun bir birikim ve çalışmayla Columbia Üniversitesi’nde profesör unvanına sahip olarak bu sahada varlık göstermeye devam etmektedir.
Müslüman Kadının Kurtarılmaya İhtiyacı Var mı? isimli bu kitap yazarın yıllar süren araştırmalarının ve tanık olduğu yaşantılar üzerine ürettiği düşünce ve argümanlarının geniş bir perspektifte toplu bir sunumudur. Yazar kitaba ismini veren ve çevresinde dönüp durduğu bu soruya birçok bölümde farklı noktalara temas ederek kendi bakış açısından ve deneyimlerinden hareketle cevap vermeye çalışmaktadır. Eser, tahakkümcü bir düşüncenin müdafilerinin “Müslüman kadın” kavramını yarattığı çerçeve ve onu bu çerçeveden kurtarma misyonuna meydan okuma ve düşünsel bir antitezdir. “Müslüman kadın olarak nitelediğiniz olgunun kimse tarafından kurtarılmaya ihtiyacı yoktur” cevabını içinde barınması nedeniyle esere bir manifesto gözüyle bakılabilir. Hatta bu kavramsallaştırmaların işlevi ve kimlerin işine yaradığı kitabın karşı tarafa yönelttiği sorulardır.
Müslüman kadının kurtarılmaya ihtiyacı olmadığı cevabına rağmen Abu-Lughod, kadınların öldürülme, aşağı görülme, zulme ve tacize uğrama gibi uğradığı kötü durumları bu sloganvari cümlelerle örtmek niyeti taşımamaktadır. Kadınları çeşitlilikleri yok sayarak tek bir kalıba sokmaya çalışan ve “bize benzemeliler” çabasını güden feminist organizasyonlarla keskin bir fikir ayrılığı yaşadığını önemle belirtse de bu organizasyonların dünya kadınlarına karşı adalet ve hak arama çabalarını yok saymamakta ve tamamen işe yaramaz görmemektedir. Yazar bu organizasyonları, kadınların sosyo-politik koşullara göre şekillenen hayatlarını “kendi kültürleri” deyip öteleme, hakir görme ve dahi onları bundan kurtarma girişimlerini bir kenara bırakmaya; etkileşimli bir dünyada yaşadığımızın farkındalığıyla kadınların birbirinden farklı olan hak, adalet ve gelecek tasavvurlarına saygı duymaya davet etmektedir. Yazara göre, kadınların maruz kaldığı herhangi bir adaletsizliğin diniyle bağdaştırdığı düşüncesi bu kadınların sağlıklı bir şekilde anlaşılmasının önünde engeldir. Bu aşağılayıcı dilden sıyrılmalı ve Müslüman kadınların basmakalıp imajlarla kurgulanmasına bir son verilmelidir.
Yaptığı şeyi “kültüre karşı yazmak” olarak tanımlayan Abu-Lughod, bir antropolog olarak antropolojinin sömürgeci güçlerle bağlantısının bir uzantısı olan “kültürel farklılıkları kalıpsal yargılar haline getirmek” tutumunun karşısında eleştirel bir duruş sergilemektedir. Yazar, kadınların yaşadığı yahut maruz bırakıldığı kötü durumların indirgemeci bir yaklaşımla İslamla ve ona izafe edilen bir kültür olgusuyla bağdaştırıldığını; bu yaklaşımın “İslam Vatanı” (Islam Land) olarak nitelendirdiği bir coğrafya kurguladığını ifade eder. Böyle bir coğrafyanın olmadığı, İslam ülkelerinin homojen bir yapı içinde olmayıp birbirinden farklılaştığını göstermek kitabın temel tezlerinden biridir. Yazarın birçok argümanla ve çeşitli başlıklar altında savunduğu ana tezlerden biri, kadınların yaşadığı mağduriyetlerin Batı tarafından sürekli aşılanan, İslamla ve onunla bağlantılı bir yaşantıdan kaynaklandığı olgusunun aksine; bu sebeplerin kadınların yaşadığı coğrafyalardaki politik işleyiş ve mücadeleler, ekonomik düzen, baskıcı rejimler ve cinsiyet eşitsizliği olduğunu düşüncesidir.
Savunulan tezlerden bir diğeri kadın hakları konusunda yapılan bu kurtarma çağrısının birçok askerî müdahaleyi haklı ve meşru gösterme çabası olduğudur. Hatta yazar, bu kurtarma başlıklı askerî girişimleri Haçlı Seferleri tabiriyle niteleyerek aralarındaki zihnî arka plan birlikteliğine vurgu yapmaktadır. Kitabın savunduğu diğer tez örtünmenin kimliği zedeleyici ve Müslüman kadınların zihinlerindeki özgürlük kavramına zıt düşen bir durum olmadığıdır. Müslüman bir coğrafyadan bahsedildiğinde kafalarda canlanan örtülü kadın imgesi ve dolayısıyla kadınların yaşantılarındaki her olumsuz durumu İslamla bağdaştıran zihniyetin onu bu durumdan ve kültürden kurtarıcı rolü elbette örtüden de kurtarma misyonuyla birleşecektir. Rıza, seçme hakkı ve özgürlük kavramlarına büyük vurgular taşıyan bu kurtarma düşüncesi örtünme fiilinin hür iradeyle, kadınların hayatlarının bir parçası olarak ve hatta daha özgür hissettikleri sebebiyle yapıldığı düşüncesini kabullenmemekte ısrarcıdır. Görünür şekilde Müslüman olan (visibly Muslim) kadınlar yaşadıkları olumsuzlukları dinleriyle bağdaştırma çabasında olmadıkları gibi modaya uymayan örtüleriyle de alakalandırmak düşüncesinden uzaktır.
Sekiz bölümlü kitabın giriş bölümü olan “Haklar ve Yaşamlar” yazarın Arap coğrafyasından kadınların yaşantılarından kesitlere yer verdiği bölümdür. Burada sunduğu çeşitlilikle Müslüman kadınların tek bir kalıpta ve tek bir tipte sunulamayacağını göstermek istemektedir. Buradan hareketle “Müslüman kadınlar dinleri ve kültürleri yüzünden baskı altındadır” tezini çürütmektedir. “Müslüman Kadınların (Hâlâ) Kurtarılmaya İhtiyacı Var mı?” başlıklı bölüm kadın hakları üzerinden politik çıkarlar doğrultusunda yapılan askerî müdahalelerin meşruiyet kazandırılmaya çalışıldığından bahsedilmektedir. Kadınların uğradıkları haksızlıklar devam ederken yapılan bu akerî müdahalelerin bu haksızlıkların önüne geçmediği gibi “kadınları kurtarma” söylemiyle politik çıkarlara meşruiyet sağlanmaktadır. “Yeni Sağduyu” başlıklı ikinci bölüm kadınlar için savaşa gidilmesine yönelik oluşan sağduyunun çok satanlar listesinde yer alan kitaplarla desteklenmesine yönelik bir eleştiri sunmaktadır. Özellikle ABD’de Half the Sky, The Honor Code, Caged Virgin gibi kitaplar Müslüman kadın haklarını konu edinerek kadınlar için savaşa gidilmesine yönelik sağduyu yaratma çabasındadır. Bu kitaplarda kadınlara yönelik işlenen şiddet, tecavüz, istismar gibi hak ihlallerinin sebepleri İslam’a yıkılmaktadır. Bu suçlamaları eleştiren yazar, Batı’da bu suçların belki de daha yüksek oranlarla işlenmesine rağmen Batı’nın özeleştiride bulunmayıp İslam’ı ve Müslümanları suçlamasını eleştirmektedir.
“Ahlaki Haçlı Seferlerini Yetkilendirmek” bölümü ise kadınlar için savaş üzerinden oluşan bu sağduyunun meşruiyetinin sağlandığı pornografik olaylarla dolu kitapların bu derece rağbet gören eserler olmasını sunulduğu dünyadaki işlevlerine dikkat çekerek sorgulamaktadır. “Töre Cinayetinin” azibesi isimli dördüncü bölüm bu kitaplarda oldukça fazla yer bulan töre cinayetleriyle alakalı problemleri ele almaktadır. Beşinci bölüm olan “Müslüman Kadınların Haklarının Sosyal Yaşamı Filistin ve Mısır” üzerinden kadınların hak arayışının politik, siyasi, sosyal etmenler vasıtasıyla değişim ve dönüşümünden bahsedilmekte ve hak arayışlarının coğrafyalar arasında heterojen bir yapı arz ettiğine dikkat çekmektedir. “Haklar Bölgesinde Bir Antropolog” isimli son bölümde ise bir antropolog olarak Afganistan’a müdahale sonrası kadın haklarının politik amaçlar için bir nesne haline getirilmesi farkındalığından bahsetmekte ve İslami feminist kadın örgütlerine dair bir antropolog gözüyle değerlendirme sunmaktadır. “İnsanlık Sicilleri” başlıklı sonuç bölümü ise “Müslüman kadınların hakları ya da kurtarılmaya ihtiyaçları var mıdır?” sorusuna karşılık olarak yöneltilen argümanlardan oluşmaktadır. Bu bölümde Müslüman kadınların yaşadığı mağduriyetlerin çeşitli dinî gelenek, kültürel formlar, toplumsal ve tarihî koşulların göz önünde bulundurarak incelenmesini gerektiğini ifade eder.
Yazar kitabını “Müslüman kadın ve hakları sorusuyla ilgili nasıl düşünmemiz gerektiğini çözme teşebbüsü” olarak tanıtmaktadır. Kitap bu sorunlara bir çözüm vaadi olmadığını belirterek olayı anlamlandırma ve düşünme biçimlerini genişletme amacı taşıdığını vurgulamıştır. Bu iddiasına paralel olarak eser etnografik çalışmalarla desteklenerek reddettiği düşünceye eleştiri getirdiği bir kalıba koyma ve tektipleştirmeyi kendisi Müslüman kadınlara yapmamak hususunda ihtimam göstermiştir. Bilfiil dâhil olunan yaşantılardan kesitler sunulması akışın ve iddiaların samimiliğine katkıda bulunmuş ve perspektifin genişlemesine katkıda bulunmuştur. Müslüman kadınların düşünce dünyalarının, isteklerinin, kavramlara yüklediği anlamların ve değer yargılarının homojen olmadığının yaşantılardan kesitlerle gösterilmesi akademik camiaya çok değerli ve başarılı bir katkıdır. Birçok yönden nitelikli ve saygın bir çalışma olduğunun yadsınamayacağı bu kitaba dair eleştiri noktası ise Doğu-Batı kavramlarının altyapısını derinleştiren ve bu ötekilik kurgusunun elini güçlendiren bir üslupla yazılmış olmasıdır. Yüzyıllardır diğer tarafın canavarlaştırıldığı yahut hor görüldüğü ötekileştirme politikasının çözüm odaklı bir tarafı olmadığı aşikardır. Esere küçük bir dipnot olarak düşülebilecek bu eleştiri çalışmanın dikkat çektiği hususların önemini ve bunları göz önüne sermenin kıymetini düşürmekten uzaktır. Söz konusu eser zannımca birçok kadın tarafından duygularına ve düşüncelerine tercüman olduğu gerekçesiyle büyük takdir ve beğeni toplayacaktır.
* Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Mezunu, Tarih Bölümü Öğrencisi
[1] Abu-Lughod hakkında bilgi için bkz: https://anthropology.columbia.edu/content/lila-abu-lughod
Sevil Kaysı
Sevil Kaysı, Tarih Bölümü öğrencisi olarak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Güncel olarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde sosyoloji yüksek lisansına devam etmektedir....