Mülteciliğin Yeniden Üretimi: Ürdün’de Filistinli Mülteci Olmak
Yahudilerin, “ilk sürgün”den geçtiğimiz yüzyılın ortalarına kadar “göçebe” veya “yersiz-yurtsuz” yaşadıktan sonra kendi bedenlerine sahip olmaları, Filistinlilerin de bedensiz organlar olarak yeryüzüne dağılmasına yol açmıştır. Özellikle Nakba (1948) ve Altı Gün Savaşının (Nekse-1967) ardından Filistinlilerin mülteci olarak, başta komşu ülkeler olmak üzere, her yere dağıldığı ama en çok da Ürdün’e yöneldiği görülüyor. Kuşkusuz bunun tarihî ve siyasi birçok sebebi var; fakat şimdilik bunun üzerinde durmayacağız. Burada daha çok Ürdün’de yaşayan Filistinli mültecilerin eğitim sorununa, doğal olarak da eğitimin eşitsizlikleri nasıl yeniden ürettiğine odaklanacağız. Böyle olunca da modern eğitimin toplumsal eşitsizlikleri nasıl yeniden ürettiğini, Fransa’da yaptığı alan çalışmalarıyla müteaddit kereler göstermiş olan müteveffa sosyolog Pierre Bourdieu’nun, bu konuda bize rehberlik edeceği aşikâr. Fakat hemen, bahsi geçen eşitsizliğin yeniden üretiminde sadece eğitimin değil; kampta ya da kamp dışında yaşamanın, vatandaşlık ve kimlik politikalarının da önemli rol oynadığını göreceğiz. Başka bir ifadeyle eğitimin mevcut eşitsizliği yeniden üretme fonksiyonunun yanında aslında bu ikinci koşulların bir sonucu olduğunu da öğreneceğiz.
Bugün Ürdün’de yaşayan Filistinlilerin önemli bir kısmı, resmî olarak “kamp” statüsü taşıyan yerleşim bölgelerinin dışında, başta Amman olmak üzere, büyük kentlerde yaşıyor. Azımsanmayacak bir kısmı da (450 bin kadar) halen çeşitli nedenlerle “kamp” statüsü taşıyan 10 yerleşim yerinde[1] yaşamaya devam ediyor. UNRWA’ya[2] göre, şu anda Ürdün’de toplamda kayıtlı 2.307.011 Filistinli mülteci bulunuyor. Ürdün'ün mevcut nüfusunun 11 milyon civarı olduğu düşünüldüğünde, bu sayının önemli bir oranı teşkil ettiği görülebiliyor. Peki bu oranın toplumsal katılım düzeyi ne durumda? Bunu, eğitime erişim imkânları açısından değerlendirdiğimizde daha iyi cevaplamak mümkün.
Mülteciliğin Eşitsizlik Biçimleri
UNRWA’nın verdiği güncel[3] bilgilere göre, Ürdün genelinde temel eğitim dönemi olan 1 ile 10. sınıf aralığındaki 121 bin Filistinli mülteci öğrenci, bahsi geçen resmî 10 kamptaki 169 okulda 3902 öğretmen nezaretinde vardiyalı olarak eğitim alıyor. Buradaki vardiyalı eğitimin, Türkiye’de uygulanan şekliyle, farklı öğrenci gruplarının sabahçı ve öğlenci olarak aynı okulun bünyesinde eğitim görmeleriyle aynı anlama gelmez; daha ziyade, iki ya da üç farklı okulun, aynı binayı vardiyalı olarak kullanması biçiminde anlaşılmalıdır. Her şeyden önce, kampların fiziksel kapasiteleri yeterli sayıda bağımsız okul binası inşa etmeye elverişli değil. İlk kurulduklarında tahsis edilen arazi, zaman içerisinde artan nüfusa rağmen aynı kaldığı için, aslında yasal olmayan ve fakat göz yumulan çok katlı yapılarla sorun çözülmeye çalışılıyor. UNRWA’nın raporlarında da görüleceği gibi, çoğu kez altyapısı çok uygun olmamakla birlikte, okul olarak kullanmak amacıyla bina kiralama yoluna gidiliyor. Böyle olunca da çoğunluk iki ve bazen üç farklı okul, aynı binayı dönüşümlü olarak kullanıyor. İlk eşitsizlik de fiziksel alanda kendini göstermiş oluyor.
Ürdün Talbiyah Kampı’ndaki Talbiyah İlkokulu
Kaynak: Nidal Ammouri, UNRWA Photo
İkinci eşitsizliğin kurulduğu yer de yine kamplarla ilgili. Bir kere kamp ve kamp dışı arasında, kampların elverişsizliğinden kaynaklanan “doğal” bir tabakalaşma söz konusu. Ayrıca kamplar arasında da bir hiyerarşiden söz etmek gerekiyor. Mesela Nekse’den (1967) sonra kurulanlar, Nekbe’den (1948) sonra kurulanlara göre, birçok açıdan çok daha kötü imar, istihdam ve sosyal standartlara sahiptir; bu durum hem toplumsal entegrasyonu hem de bunlara bağlı olarak eğitim kalitesini belirliyor. Kamplardan ayrılabilmenin, neredeyse tek işlek/açık kapısının “ekonomik sermaye” olduğu bir durumda, bu sermayeye erişimi zorlaştıran koşulların yeniden üretildiği söz konusu politikaların eşliğinde; kamplar, birer “kader” mekânı haline gelirler. Bu kaderden kaçmanın pratiklerini üretebilme kudretine sahip olabilenler, kampı terk ettiğinde ise, geride kalanların daha koyu bir kadere mahkûm olmalarına seyirci olurlar. Gittikçe daha yoksul, daha işsiz, daha eğitimsiz, daha sağlıksız, daha suça eğilimli bir kamp demografisinin şekillenmesine katkıda bulunurlar. Dolayısıyla her ne kadar kamptaki öğrenciler aynı müfredata tabi olsa da bu “doğal” tabakalaşma, genel öğrenci profilini belirlediği gibi verilen eğitimin kalitesini de belirliyor. Kamptaki öğrencilerin, dışarıdakilerle rekabet edebilmesi için daha çok çabalaması gerekecektir. Çünkü buradakilerin, derslerinin yanı sıra, ailelerinin geçimine katkıda bulunma gibi bir görevleri de bulunyor (Günenç ve Karadeniz, 2015). Kamp içi ve dışı arasındaki tabakalaşmanın bir uzantısı da Filistinlilerle Ürdünlüler arasında cereyan ediyor. Bir Filistinli mülteci gencin şu ifadesi ikinci tabakalaşma biçimini özetler niteliktedir: “Biz işçi-öğrenciyiz, Ürdünlüler ise sadece öğrenci”. Nihayetinde herkes sahip olduğu ya da olamadığı bütün sermaye biçimleriyle bu rekabete dahil oluyor.
Her ne kadar kamptaki öğrenciler aynı müfredata tabi olsa da bu “doğal” tabakalaşma, genel öğrenci profilini belirlediği gibi verilen eğitimin kalitesini de belirliyor.
Bir başka eşitsizlik biçimi, elbette öncekilerle de ilişkili olarak, kimlerin nereye kadar hangi koşullarda okuyabileceğine dairdir. Mesela, UNICEF’in Ürdün’le ilgili 2020 yılına ait Okul Dışı Çocuklar Hakkında Ülke Raporu’nun[4] 28. sayfasında, “Yüksek öğrenim ücretsiz değildir. Ödenecek öğrenim ücreti öğrencinin uyruğuna bağlıdır” yazılıdır. Bu ifade, çok olağan bir duruma işaret ediyor ve kimsenin garipsemeyeceği bir uygulama olarak görülebilir. Neticede, her ülkenin kendi vatandaşını önceleyeceği böylesi bir ayrıma gitmesi beklenen bir şeydir. Fakat Filistinlilerin, her savaş sonrası tekrarlanan mülteciliklerinden kaynaklanan çeşitlenmelerinden dolayı, Ürdün’deki statüleri söz konusu olduğunda, bunun sonuçları farklılaşır. Eğitim sisteminin bizzat kendisi, formel olarak baştan bir eleme mekanizması olarak çalışıyor. Temel eğitimi UNRWA tarafından sağlanan Filistinli mültecilerden vatandaşlık verilenleri üniversiteye ücretsiz ya da daha düşük harç ücretleriyle girmeleri mümkünken; çoğunluğu Marka ve Ceraş kamplarında[5] ikamet eden Gazzeliler Filistinliler bu haktan yararlanamazlar, çünkü vatandaş değillerdir (Özcan ve Şenses, 2022). Dolayısıyla Gazzeliler, vatandaşlık sınıfına dâhil edilmeyerek ve herhangi bir biçimde, var olan toplumsallığa entegre olmalarına izin verilmeyerek, Ürdün’de “kalıcı/daimî geçici” statüsünde “rehin” tutulurlar.
Mültecinin de Mültecisi Olan Filistinliler
Ürdün’de kimlik üzerinden kurulabilen vatandaşlık ilişkilerini düzenleyen temel hakların işletilme biçimi, sadece Filistinlilerle öz vatandaşlar olarak Ürdünlüler arasında değil; bizzat Filistinliler arasında da bir ayrıma yol açarak, bazılarını “mültecinin de mültecisi” haline getirir. Önce, vatandaşlıktan doğan haklar aracılığıyla Gazzeliler denklemin dışına çıkarılır; ardından, dikey bir biçimde yukarı doğru ilerleyen siyasal/bürokratik pozisyonlara erişim, kendi öz vatandaşlarının lehine işletilir. Eğer vatandaş olabilmeyi ve hasbelkader üniversite eğitimi alabilmeyi başarabilmiş bir Filistinliyseniz, iş bulmak için birkaç yıl beklemek zorundasınız; fakat bir Ürdünlü olarak öz vatandaşsanız wasta (vasıta/aracı/patronaj ilişkileri) kullanarak hiç beklemeyebilirsiniz. Filistinli olarak Ürdün’de bir iş bulmak istiyorsanız Ürdünlülerden çok daha sıkı çalışmanız gerekir, ancak çalışmaya başladıklarında da kendileri için neredeyse ötesine geçemeyecekleri bir duvar örülür; mesela polis olarak çalışıyorsanız, müdürlük rütbelerine yükselemezsiniz (Achilli, 2015). Böylece Filistinliler, öğretmen olabilir ama müdür olamaz, polis olabilir ama amir olamaz, başbakan olabilir ama “öz” Ürdünlülerin sahip olduğu pasaporta sahip olamaz[6]. Vatandaş olan, ekonomiye dahil olup vergi ödeyen ama mülteci statüsünü de sürdüren kamp sakinleri, devletin işleyişinin inceldiği yerlerde, bu işleyişe müdahale edebileceği alanlardan uzak tutularak belirsizlik mıntıkasına kapatılır. Kimliği belirsizlik alanına sürükleyen vatandaşlık, görece sınıf atlama araçlarına ulaşma kanalları gibi kimlik bileşenlerinin varlığı, daha çok Ürdün’e özgü bir durum olarak görülebilir (Karadeniz, 2018).
Filistinli mülteci Abed Alqader Qwaider geçici Ürdün pasaportunu gösteriyor.
Kaynak: Abid Katib, Getty Images
Ürdün’ün burada özetlenen politikalarının arkasında mutlaka haklı göstereceği gerekçeleri vardır; hatta kamplarda veya dışarıda sohbet ettiğimiz bazı Filistinlilerin düşüncesine göre (ya da iyi niyeti diyelim) bu politikaların sebebi, Filistinlilerin kimliklerini ve eve dönüş haklarını kaybetmemeleridir. Gerçekten de bu politikaların arkasında dile getirilen niyet var mıdır, bilmiyoruz. Ancak doğurduğu sonuçlara bakıldığında bunun da gerçekleştiğini söylemek gerekiyor. Kamp içi ve dışı arasında Filistinlilik kimliğinin tonu ve geri dönüş motivasyonu açısından belirgin farklılıklar söz konusudur. Kampta yaşıyor olmak ve mülteci olmak, Filistinlilik aidiyetiyle yakından ilişkilidir. Bunu, 2016’daki kendi alan çalışmamızda da yakın zamanlarda sevgili öğrencim Ferhat Gökdağ’ın[7] yine bu kamplardaki temaslarında da görmek mümkün. Kamp dışında yaşayan, iyi eğitim alan, refah düzeyleri artan ve bir nevi Ürdünlüler arasında görünmez olabilen Filistinlilerin, Filistin’e yönelik duygusal yatırımlarında ve aidiyetlerinde ciddi anlamda azalma görülüyor. Dolayısıyla denklemi tersine çevirdiğimizde, yani Filistinlileri eğitim, iş, sosyal ve kültürel hayattan dışlayan politika ve uygulamaların, onlara her daim mülteci olduklarını, burada geçici olduklarını ve bir gün geri dönmeleri gerektiğini hatırlatıyor ve her seferinde mülteciliklerini yeniden üretiyor. Sadece yaşadıkları yerin kamp olduğu nitelemesi bile bu yeniden üretimde önemli bir işleve sahiptir.
Kamp içi ve dışı arasında Filistinlilik kimliğinin tonu ve geri dönüş motivasyonu açısından belirgin farklılıklar söz konusudur.
Kısaca özetleyecek olursak; öncelikle, eğitim sisteminin bizzat kendisinin, vatandaş olan ve olmayan, kampta yaşayan ve yaşamayan ayırımı üzerinden formel olarak mülteci üretmeye, mülteciliği yeniden üretmeye devam ettiğini söylememiz gerekiyor. İkinci olarak diyebiliriz ki, fiziksel bütün elverişsizliğinden bağımsız olarak, içerisinde yaşayanlar ülkenin vatandaşı olsa dahi, bir mekânın kamp olarak nitelenmesi, mülteciliğin yeniden üretiminin kodlarını temin eder; artık orada hangi koşullarda yaşanırsa yaşansın, orada yaşıyor oluşu onu mülteci kılar. Üçüncü olarak, Ürdün hükümetinin vatandaşlık ve mültecilik politikası, kampta veya kamp dışında yaşayan, vatandaşlık verilen veya verilmeyen arasında kurulan ayrım aracılığıyla, Filistinlileri kendi içinde de hiyerarşik olarak sınıflandırarak ve mülteciliği katmanlaştırarak bir nevi “mültecinin de mültecisini” üretiyor. Son olarak, vatandaşlık verdiklerini de pasaport ve kimlik belgelerine koyduğu özel işaretlerle damgalayarak, eşitsizliğin sürdürülebilirliğinin zeminini yaratıyor. Böylece, önce Filistinlileri kendi aralarında mekânsal ve statü açısından ayrıma, ardından Filistinlilerle Ürdünlülerin ayırt edilebileceği ikinci bir düzlem oluşturarak, eşitsizliklerin yeniden üretilmesini garanti ediyor.
Kaynakça
Achilli, L. (2015). Becoming a man in al-Wihdat: Masculine performances in a Palestinian refugee camp in Jordan. International Journal of Middle East Studies, 47, 263-280.
Günenç, Ö. F. & Karadeniz, S. (2015). Eğitim ve kentlilik: Filistin mülteci kampları. B. Akgün, S. El Fakih, A. Uysal ve M. Şahin (Ed.) IV. Arap-Türk sosyal bilimler kongresi eğitim ekonomi kalkınma içinde. İstanbul: SDE Yayınları.
Karadeniz, S. (2018). Kamp kimlik ve biyosiyaset, İstanbul: Çizgi Kitabevi Yayınları.
Özcan, K. & Şenses, N. (2022). Ürdün’deki Filistinliler: Göçler, statüler ve haklar. Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, 9(2), 15-56.
Notlar
[1] Amman Yeni Kampı (Wihdat), Bakaa, Husn, Irbid, Cebel el-Hussein, Ceraş, Marka, Suf, Telbiyeh, Zerka.
[2] UNRWA (The United Nations Relief and Works Agency), 1949’da Filistinli mültecilerin sorunlarına çözüm üretmek amacıyla Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulmuş ve 1950’den bu yana, Filistin “mülteci kampları”nda (Batı Şeria, Ürdün, Lübnan, Suriye, Gazze) faaliyetlerini yürütmektedir.
[3] UNRWA’nın verdiği en güncel veriler 2019-2020 yılına ait bilgilerdir. Bkz. https://www.unrwa.org/activity/education-jordan. Diğer veriler için Bkz. https://pirls2021.org/wp-content/uploads/2022/10/Jordan.pdf. Ürdün’ün eğitim sistemiyle ilgili genel bir görünüm için Bkz. https://www.epdc.org/sites/default/files/documents/EPDC_NEP_2018_Jordan.pdf
[4] https://www.unicef.org/jordan/media/5501/file/OSC-Report-EN.pdf
[5] Bugün 62.000’den fazla kayıtlı mültecinin yaşadığı ve hükümet tarafından “Hitten” olarak tanımlanan Marka kamp, 1968’de Amman yakınlarında kurulmuşken; bugün yaklaşık 36 bin mültecinin yaşadığı ve Gazze kampı olarak bilinen Jerash kampı, 1968'de Jerash'in ünlü Roma kalıntılarının yakınında kurulmuştur. Bkz. https://www.unrwa.org/where-we-work/jordan/jerash-camp
[6] Ürdün devleti, “öz” Ürdünlü kimliğini korumak ve dolayısıyla Filistinliler ile “öz” Ürdünlüler arasındaki ayrımı belirginleştirmek/görünür kılmak için, pasaportlarında farklı simgeler kullanır: Filistinlilerin pasaportunda P (Palestinian), Ürdünlülerinkinde ise J (Jordanian) ibaresi yer alır. Böylece “mültecilik” ile damgalanmak, kamp veya kamp koşullarıyla sınırlı olmaktan çıkar; vatandaş olması bile, bir Filistinlinin “mülteci” olarak damgalanmasına engel teşkil etmez.
[7] Ferhat Gökdağ, “Ürdün’deki Filistinli Mültecilerin Kudüs Algısı: El-Hüseyin ve Beka Kampları Örneği” adlı tezinin alan çalışması için, 2023 yılının bir kısmını adı geçen kamplarda geçirmişti.
Fotoğraf: Ahmad Abu Sitteh, UNRWA Photo
Sıtkı Karadeniz
Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 1999 yılında mezun oldu. Aynı bölümde 2003 yılında “Modern Bir Oluşum Olarak Muhafazakârlık” adlı teziyle yüksek lisans, 2012 yılında da İnönü Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden “Aşiret Sisteminde Dönüşüm-Aşi...