Orta Asya'da Otoriter Rejimlerin Sivil Kurumlara Etkisi
Günümüzde Orta Asya, derin tarihi temelleri üzerine inşa edilen değerleri ve doğal kaynakları itibariyle küresel politikada dikkat kesilmeyi gerekli kılan bir coğrafya olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kısa analiz, SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya ülkelerinin mevcut iç politik dinamiklerinin sivil toplumu nasıl etkilediği ve şekillendirdiğini incelemektedir. Bu doğrultuda öncelikle bölge ülkelerindeki otoriter eğilimlerin tarihsel seyirde bir panoramasını çizmekte yarar vardır.
SSCB sonrası bölgede yaşanan konjonktürel değişim Orta Asya devletleri açısından yeni siyasi ve ekonomik modellerin arandığı bir dönemi ge/rek/tirmiştir. Sovyet sosyalizminden ve totaliter rejimden göreceli kapitalist ekonomi ve liberal demokratik uygulamalara yönelen Orta Asya ülkelerinin her birinde başta siyasi karakter olmak üzere ekonomik ve kültürel dönüşüm farklı bir seyir izlemiştir. Sovyet sonrası dönüşümün yaşandığı ilk yıllarda Kırgızistan –diğer bölge ülkelerine nazaran- liberal demokrasi deneyimine daha hızlı geçerken Tacikistan ise kendini bir iç savaşta bulmuştur. Özbekistan ve Türkmenistan ise totaliter devlet pratiğinin trajik hatta karikatür örnekleri olarak tezahür etmiştir. Oldukça hazırlıksız yakalandıkları bağımsız birer devlet olmanın güçlüğü karşısında Orta Asya devletlerinin siyasi yapılanma ve kurumsallaşma süreçleri de hem bir yandan ulus inşası hem de diğer yandan modern ulus-devlet kuruluşu bakımından bugün de devam ettiği üzere oldukça çetin geçmektedir.
Ortak siyasi ve sosyal koşullarda ortaya çıkan bölge yönetimleri, çeşitli farklılıklar gösterse de elbette formel benzerlikleri de söz konusudur. Örneğin, bölge ülkelerinin birçoğu Başkanlık Sistemi ile yönetilmektedir. Dahası kişiselleşen siyasi güç ile ataerkil kültürel yapının iç içe geçmişliği Orta Asya siyasetinin mihenk taşını oluşturmaktadır. Tarihsel arka planıyla toplumsal kültürde yer eden tek adam yönetimi, bölge siyasetinin bir diğer temel özelliğidir. Ayrıca bağımsızlığın ilk dönemlerindeki milli bilinç inşası amacı güçlü tek adam yönetimlerini daha da pekiştirmiştir. Bu haliyle oldukça otoriter hatta totaliter görünüm sergileyen Orta Asya hükümetlerinin günümüzdeki durumlarında da pek bir değişiklik görülmemektedir. Zira politik kurumların teknik işleyişi açısından demokratik bir görünüm sergileyen bu ülkelerin, pratikte Sovyet mirası otoriter yönetim tarzlarını sürdürdükleri açıkça ortadadır. Freedom House 2021 raporu[1] bu tezimizi fazlasıyla doğrulamaktadır. Rapora göre Orta Asya devletleri 1990’lardan günümüze demokrasi konusunda önemli bir gelişme kaydedememiştir. Bölge ülkelerinin çoğunun siyasi rejimi ise konsolide/kemikleşmiş otoriter rejim olarak anılmaktadır. Raporda yer alan bölge ülkelerinin tümü -Türkmenistan ve Özbekistan’ın en az özgür olmak üzere- “özgür olmayan” kategorisindedir. Bu ülkelerden Kırgızistan diğer ülkelere nazaran daha demokratik bir görünüm sergilemekle birlikte 2010’da Renkli Devrimlere benzer şekilde Kurmanbek Bakiyev’e karşı başlatılan halk hareketleri ve ardından Oş bölgesinde meydana gelen etnik şiddet içerikli problemler, bu göreceli demokrasiye gölge düşürmüştür. Bu bağlamda Sovyet sonrası dönemde Orta Asya devletlerinin demokrasiye geçişi bölgeyi daha özgür, müreffeh, istikrarlı ve değişimi ilerlemiş hale getirmemiştir. Aksine bölge ülkelerinin kalkınmışlık ve hürriyetler bakımından daha da yoksul hale geldiği görülmektedir. Nitekim bir ülkenin demokratik değerlere sahip olduğunu gösteren medya özgürlüğü, seçimlerin şeffaflığı, yargının bağımsızlığı, Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK’lar) varlığı ve işlevi gibi faktörlerin Orta Asya siyasetinden uzak olduğunu da ifade etmek gerekmektedir.
Bölgede otoriter/totaliter rejimlerin varlığını halen sürdürmesinin diğer sebepleri ise bölge ülkelerinin siyasi ve sosyal geçmişi olduğu kadar bölgesel ve küresel gelişmelerdir. Özellikle Rusya ve Çin gibi otoriter rejimlere sahip büyük küresel güçlerin bölge ülkeleriyle ilişkileri, Batı’nın demokrasi yorgunluğu ve COVİD-19 pandemisi gibi gelişmeler bölgedeki otoriter/totaliter uygulamalarını giderek daha da güçlendirmektedir. Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 10 Mart 2020’de COVİD-19’u pandemi olarak ilan etmesine ve tüm ülkeler güçleri nispetince başta aşı olmak üzere çözüm üretmek ve kamusal alanlarda maske kullanımı zorunlu kılmak ve kapanmalara gitmesine rağmen Türkmenistan’da hastalığın dillendirilmesi yasaklandığı gibi maske kullanımı yasaklandığına dair haberler küresel toplumda ancak bir kara mizah değeri taşımıştır.
Bu analizin odağında yer alan otoriter rejimlerin sivil toplumu nasıl şekillendirdiği konusuna bakıldığında, bağımsızlıklarından günümüze kadar Orta Asya ülkelerinde otoriter ve/ya totaliter rejimlerin varlığı nedeniyle STK’ların çeşitli zorluklarla karşı karşıya kaldığı somut bir gerçekliktir. Orta Asya devletlerinde sivil topluma yönelik girişimler her ülkede farklı dinamikler üzerinden belirginleşse de bölgedeki STK gelişim modelinde büyük bir ayrışma görülmemektedir. Genel olarak bölge ülkelerinde bağımsızlık öncesi Sovyet tarzı örgütlenmeler STK’ların ilk örneklerini oluşturmuştur. Bu örgütlenmelerin ortak özelliği bulundukları ülkelerin hükümetleriyle uyumlu politikalar izleyerek yeni politik iklimdeki yerlerini alma hedefleridir. Daha baskıcı yönetimlere sahip Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan’da bu örgütlenmeler daha ön plandadır. Bağımsızlığın ilk yıllarında Özbekistan ve Türkmenistan’daki bazı STK’lar, hükümet eliyle kurulan ve kendilerini “Kamu Dernekleri/İşletmeleri/Birlikleri” olarak adlandıran kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kazakistan ve Kırgızistan’daki sivil toplum ise sayılan ülkelere nazaran daha demokratik bir ortamda farklı roller üstlenebilen bir hareket kabiliyetine sahiptir. Günümüzde bölgedeki STK sayılarında artış olmasına rağmen nitelik olarak düşük oranda değişiklikler meydana gelmiştir. Nitekim STK’ların Orta Asya’daki genel görünümü hükümet politikalarını destekleyen, ulusal bilincin oluşmasına katkı sağlayan ve ulusal politikaya muhalefet etmeyen işlevler üzerine şekillenmiştir. Bu yönüyle Orta Asya’da sivil toplumun otoriter ve/ya totaliter rejimlerin baskılarıyla şekillendiği ve bundan hareketle bir sivil toplumdan bahsedilmesinin zorluğu ortadadır.
Orta Asya’da hükümetler sivil toplumu baskılayıcı yöntemler izlemektedir. Bu tutumun bir dizi sebebi vardır: Öncelikle bağımsızlık sürecinde ortaya çıkan STK’lar, uluslararası destek sayesinde çok hızlı bir şekilde gelişmiş ve örgütlenmiştir. Batı’dakinin aksine deneyim eksikliği yaşayan bölge STK’larının hükümet faaliyetlerine yönelik eleştirileri, bu kuruluşların otoriter rejimler tarafından “düşman” hatta “dış güçlerin ajanı” olarak algılanmasına neden olmuştur. Bu algı 2000’lerin başında meydana gelen Renkli Devrimler ile de perçinlenmiştir. Renkli Devrimlerin sivil aktivistleri, rejim güvenliğine ve bütünlüğüne yönelik potansiyel tehditler olarak görülmeye başlanmıştır. Böylece bölge yönetimlerinin STK’ların faaliyetlerine kısıtlamalar getirme, varlıklarını engelleme ve yabancı fonlara erişimlerini sınırlama gibi sivil toplumu sindirici hatta yok sayıcı tutumlar benimsemelerine neden olmuştur. Nitekim bölge ülkelerinin birçoğunun STK mevzuatı, sivil toplumun etkisini aşındırmaya yönelik olarak tasarlanmış ve yürürlüğe konulmuştur. Yasal olarak kısıtlanan sivil toplumun karşı karşıya kaldığı bir diğer sorun da yukarıda belirttiğimiz üzere yabancı ajan olarak nitelendirilmeleridir. Bu nitelendirmede Rus ve Çin medyasının etkisi oldukça büyüktür. Bölge ülkelerinde Rus ve Çin medyasına duyulan güvenin yanında her iki ülke ile kurulan stratejik ilişkiler sivil toplumun güçlenmesinin önünde önemli bir engel olarak durmaktadır. Zira ABD ve AB tarafından desteklenen yabancı fonlu STK’lar, Rus ve Çin medyası tarafından da yabancı ajanlar olarak tanıtılmaktadır. Özellikle Rus medyasının -Rusçanın halen etkinliğini göz önünde tutarsak- Orta Asya’daki belirleyiciliği ortadadır.
Görüldüğü üzere Orta Asya ülkelerinde STK’lar yerel ve merkezi yönetim kurumlarıyla işbirliği yapan, hükümet politikalarına daha az direnç gösteren hatta onlarla uyumlu çalışan ve hükümetlerle paralel hareket eden bir yapılanma eğiliminde gelişim göstermektedir. Hükümete karşı eleştirel bir tutum içerisindeki STK’ların faaliyetleri ise yasal engellerin yanı sıra devlet eliyle oluşturulan STK’ların desteklenmesi gibi uygulamalarla sınırlandırılmaya çalışılmaktadır. Batı literatürünün aksine Orta Asya’da STK’lar, siyaset ve karar vermenin makbul özneleri rolünü hiçbir dönem elde edememiştir. Bu durumun sebepleri arasında bölge hükümetlerinin otoriter ve/ya totaliter yapıları birinci sırada yer alırken yetersiz mali kaynaklar, katı yasal düzenlemeler ile küresel ve bölgesel etkileşimler de diğer sebepleri oluşturmaktadır. Diğer yandan, bölgede sivil toplumun günümüzdeki durumu ise geçmişe kıyasla daha gelişmiş ve kurumsallaşmıştır ve sivil toplumun demokrasiyi güçlendirici rolüne daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Zira otoriter ve/ya totaliter rejimlerin aşırı bürokrasisi ve karar vermedeki gecikmeler sivil toplumun sorun çözücü pratiklerine ihtiyacı giderek arttırmaktadır. Bu noktada COVID-19 pandemisi sivil toplumu harekete geçirmenin gücünü ve olanaklarını göstererek bu ihtiyacı günümüzde daha da görünür hale getirmiştir. Pandemiyle alan kazanan sivil toplumun dönüşümüne dair olumlu algılar da toplumsal düzeyde artış göstermiştir. Ayrıca hükümet politikalarındaki güçlü sivil toplum söylemi, fikri bir değişimin göstergesi olarak önümüzde durmaktadır. Sonuç olarak, Orta Asya’da sivil toplumla ilgili olarak fikri algının yavaş yavaş değişimi ve gelişimi pratikteki uygulamaları beraberinde getirebilir mi sorusu henüz yanıtlanacak bilgi birikiminden uzaktır.
[1] Rapora ulaşmak için: https://freedomhouse.org/countries/freedom-world/scores
Murat Çemrek & Fatma Zehra Atıcı
Murat ÇEMREK, sırasıyla ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde lisans, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisans ve doktora ve Budapeşte Koleji: Yüksek İhtisas Çalışmaları Enstitüsü’nde (Macaristan) doktor...