Yükseköğretimde Reformu Yeniden Düşünmek
Ziauddin Sardar & Jeremy Henzell-Thomas, Rethinking Reform in Higher Education, London, 2017.
Hemen her şeyin hızlı bir değişime uğradığı 21. yüzyılda eğitim ve bilgi üretiminin en az geçmiş dönemler kadar önem arz ettiği şüphe götürmez bir gerçektir. Gerek bireylerin kişisel gelişimleri gerekse toplumların aldıkları istikamet büyük oranda eğitim sistemlerinin kalitesine ve işleyişine bağlı olmaktadır. Ayrıca küreselleşmeyle birlikte bilgi üretimi aşamasında da bir modernleşme, batılılaşma ve standartlaşmaya yönelik bir eğilim vardır. Bu durum Müslüman toplumlarda Batılı ülkelerdeki gibi tamamen ahenk içinde olmamış ve toplumların kendi özgünlüğü içinde karmaşık bir reaksiyon uyandırmıştır.
Ziyaüddin Sardar ve Jeremy Henzell-Thomas’ın yazılarından derlenen Rethinking Reform in Higher Education – From Islamization to Integration of Knowledge (Yüksek Öğretimde Reformu Yeniden Düşünmek – İslamileşmeden Bilginin Üretilmesine) başlıklı eserde; bu tepkinin oluşumuna, güncel bilgi üretimi sisteminde İslamileşememe problemlerine ve reform hareketi için hangi yolların izlenmesi gerektiğine değinilmiştir. Eser temelde “Müslüman toplumların yükseköğretim kurumlarında (üniversite, çeşitli enstitüler vb. kurumlar) özgün, orijinal bilgi üretimi mümkün müdür?” sorusuna açıklayıcı cevaplar vermeye çalışmaktadır.
Sardar tarafından yazılmış bir giriş mahiyetindeki “Mapping The Terrain” (Araziyi Haritalandırmak, Konunun Sınırlarını Çizmek) başlıklı ilk bölümde yükseköğretim kurumlarındaki yetersizlikten, bozulmadan ve gerekli olan sistem değişikliğinden bahsedilmiştir. Michel Godet, eğitim sistemindeki güncel ve en büyük sorunları epistemolojik kriz, amaç belirsizliği, sistemin içeriğine ve organizasyonuna dair sorunlar, seçme sınavları, otorite ve kontrolde zorluklar olarak belirlemiştir. Bunlara ek olarak eğitim kalitesi ve öğretmenlerin yeterliği, işlevselliği, eğitim koşullarını etkileyen ekonomik ve sosyal etkilere de vurgu yapmıştır. Ayrıca, kapitalist sistem çarklarını bilgi üretim mekanizmalarından da uzak tutmamıştır. Özel üniversiteler ve özel okullar, bir nevi eğitimin pazarlandığı iş yerlerine dönmüştür.
Diğer yandan, “Skulason, yükseköğrenim ve reformu çevreleyen kafa karışıklığının temel sorununun, üniversitelerin ne işe yaradığını bilmemiz olduğunu söylemiştir” (Sardar & Thomas, 2017, s. 15). Tarih boyunca varlığını sürdüren eğitim kurumları, 19. yüzyıla gelindiğinde Avrupalı bilginlerce bir anlamsızlık, amaçsızlık boşluğuna sürüklenmiştir. Alman, İngiliz ve Fransız ekollerinde farklı amaçlarla tanımlansa da evrensel ve kapsayıcı bir sonuca ulaşılamamıştır.
Sardar, ortaya çıkan bilimler ve onları kuran toplumsal yapı ve fikirlere değinerek displinlerin “socially constructed” yani toplumsal üretim yoluyla oluştuğunu vurgular. Akılda tutmamız gereken önemli hususlardan biri bilginin hiçbir zaman bir boşlukta, insanlardan ayrılmış zamansız, mekânsız, tarihsiz bir bağlamda üretilmediğidir. Bilim her zaman içinde üretildiği kültürün ve dünya görüşünün değer yargıları, hareket sahaları ve varsayımları içine gömülüdür. Ancak uzun zamandır Batı’nın tekelinde üretildiği için doğal olarak Batı’nın dünya görüşünü yansıtır. Buna göre; Batı ve bunun dışında kalan diğer gelişmekte olan ve sömürgeleştirilmiş devletlerdeki en kesif ayrımlar, bilgi üretimi ve eğitim sistemleri yoluyla ortaya çıkmaktadır.
Batı ve bunun dışında kalan diğer gelişmekte olan ve sömürgeleştirilmiş devletlerdeki en kesif ayrımlar, bilgi üretimi ve eğitim sistemleri yoluyla ortaya çıkmaktadır.
“From Islamization to Integration of Knowledge” (İslamileşmeden Bilginin Bütünleşmesine) başlıklı ikinci kısımda Sardar “Yüksek öğretimde İslami reform nasıl gerçekleştirilir? Müslüman toplumlar ve Batılı modern yapı, bilimlerin oluşturulmasında nasıl karşı karşıya gelmiştir?” sorularına cevaplar arar. İlerleyen sayfalarda bu soruları ana hatlarıyla şu şekilde yanıtlar (Sardar & Thomas, 2017, s.126):
Daha evrensel anlamda bütüncül eğitimden bahsediyoruz. Amacımız çalışma planında ana hatlarıyla belirtilen bilginin yaratımın yaşamın ve insanlığın evrensel bir çerçevede bütünleşik olarak algıladığı ilk ilkelere dayalı yeni bir paradigma oluşturmaktır. Bu nedenle ileriye giden yolun bütünleştirici, kapsayıcı ve ötekini kucaklamayı içeren yeni bir bilinç tarzı olduğunun farkına vararak mevcut paradigmalara ve modellere bağlılığın ötesine geçmeyi amaçlıyoruz.
Ayrıca bu bölümde alt metin olarak sık sık verilen bir “birlik” mesajı vardır. Bilimlerde bilgi-değer, nicel-nitel gibi; sosyal hayatta da modern-geleneksel, dinî-seküler gibi zıtlıklar ve ikiliklerden bahsedilebilir. Batı sistemi, işleyişini sürdürebilmek için aynılaşmış toplumsal ve hatta bilimsel yapılara ihtiyaç duyduğu gibi ayrılık ve farklılıklara müsamaha göstermez. Fakat, İslami eğitim reformunda zıtlıklar, zenginlik addedilir. İnsanları, çalışmalarını ve ilimlerini “ben ve öteki” olarak ayrıştırmadan bugün ve yarının aynı atmosfer altında paylaşıldığını vurgular. Yani teknolojik anlamda devam eden ve edecek olan gelişmeler sadece Batı’yı değil, tüm insanlığı ilgilendirecektir. Bu nedenle yükseköğretim kurumlarının, ötekiyi dışlamadan evrensel iyilik, güzellik ve iyileşmenin temele alındığı yenilikçi bir paradigma benimsemesi elzemdir. Diğer bir deyişle “İslam medeniyetini bir insan medeniyeti olarak görmemiz gerekiyor” (Sardar & Thomas, 2017, s. 132).
İslam medeniyetini bir insan medeniyeti olarak görmemiz gerekiyor.
“The Integration We Seek” (Aradığımız Entegrasyon) başlıklı kitabın üçüncü bölümünde Jeremy Henzell-Thomas anlam katmanlarının açılıp yeniden örülmesiyle ilgili bir öngörüyle giriş yapar. Batı’nın küreselleşen bir anlatıyla yüceltilmesi diğer yandan Batı karşıtlığını simgelemek için geleneksel değerleri ve metodolojileri aşırı savunma ve körü körüne bağlanma yanılgısını da doğurmaktadır. Modernitenin gösterişli araçları olmasa bile asli değerlerini kaybeden toplumlar yozlaşmaya yine de engel olamayacaklardır. Thomas, kültürel değerlerin hiçbir çaba gösterilmeden pasif bir şekilde alınmasına karşı çıkar ve ekler: “Modern Batı’yı geri kalmış ötekiyle karşı karşıya getiren yorgun tartışmayı geride bırakmalı ve Aydınlanmanın katı özeleştiri idealini yeniden kazanmalıyız” (Sardar & ve Thomas, 2017, s. 148).
“Fuad” terimi bu bölümde sıkça zikredilerek genişletilmiş disiplinler yaklaşımında sadece insanın rasyonel kısmına değil aynı zamanda kalp ve akıl birliğinin de ehemmiyeti ortaya konulmuştur. Herkesçe bilinir ki bir üniversite özgünlük, yaratıcılık, hayal gücü, sosyal sorumluluk, risk alma meziyetlerini öğretmelidir. Fakat bunların yanı sıra bağımsız düşünebilmek, ötekine yalnızca diyalog ve iletişim yoluyla değil, gerçek bir ilgi ve derin bir nezaketle ulaşabilen açık kalp ve zihin genişliğine ve anlayışına erişebilmek de müfredat tarafından sağlanmalıdır. Bu hususta öğreticiler, bilgi aktarımının ötesinde ruh yetiştiriciliği ve öğrencilerin karakter gelişiminde de etkin rol almalıdırlar.
Henzell-Thomas, kaleme aldığı “Towards a Language of Integration” (Entegrasyon Diline Doğru) başlıklı metinle kitaba son verir. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu kısmın ana temasını dil ve hemen ardından bununla ilgili olarak milletlerarası farklı dillerin oluşturduğu anlamsal-kavramsal zenginlik ve insani değerleri önceleyen yeni paradigmalara duyulan ihtiyaç oluşturmaktadır.
İslami reform, sahte kesinliğin sabitliğinden ve kuruluğundan çıkış için diyalektiğin sınırlarını yeryüzüyle sınırlandırmayan paradigmalar vadeder. “Müslüman toplumlarda eğitim canlandırılması için bilginin entegrasyonu konusunda yeni ve dinamik bir söylemi harekete geçirmek için ufuk açıcı bir dil olarak en iyi tanımlanabilecek dili bulmak, niyetimizin ayrılmaz bir parçasıdır” (Saddar & Thomas, 2017, s. 178.). Ayrıca, Batı anlam tekelciliğine karşı reformasyona duyulan ihtiyaç sadece Doğu ve Müslüman toplumlarında hissedilmez. Batılı bilim insanları dahi artan teknolojik gelişmelerin ortaya çıkardığı sorunlar ile doğa ve insanın tahribatlarının görünürlüğünün artması neticesinde sürdürülebilir, insanlığın ontolojik ve fiziksel varlığına saygılı yeni anlam alanlarına gereksinim duymaktadır.
Özetle denilebilir ki Sardar ve Thomas yazılarıyla eğitim sisteminin üst basamaklarındaki sorunların İslami anlamda yeniden düşünülmesinin gerekliliklerini sunar. Problemleri bir mantık dizgesi içerisinde sosyal ve teknik elemanlarıyla teşhis ederler ve bütüncül bir açıdan reform adımları açıklarlar. Bir noktada bu yazılar modern dünyada sıkışıp kalmış ilim insanlarının ve adaylarının aksiyon planını aydınlatması açısından ayrıca kıymetlidir. Diğer yandan Batılılaşmış ve küreselleşmiş bir çarkta herkes için bir varlık alanı açmaktadır. Yaşamın temeli ve devamlılığı eğitimden geçmekte; eğitim ise hayatın değer yargılarını beslemektedir. Bu açıdan, birbirine içkin döngüsel bir yapı vardır.
Ayşe Nur Höcük
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji lisans öğrencisi...